1095’den 1291’e Haçlı Seferleri

1095’den 1291’e Haçlı Seferleri


Ahmet Zaifer
ahmet_zaifer@yahoo.com

1095 yılının Kasım ayında Papa II. Urban Avrupa’nın tarihini değiştirecek bir vaaz verdi. Urban’ın vaazı Fransa’nın güneyindeki Clermont kasabasının dışında toplanmış kalabalığı ciddi derecede etkiledi ve bunu izleyen aylarda konuşması tüm Batı’da yankılanarak çağlar boyu sürecek acımasız kutsal savaşın tetikleyicisi oldu. Urban konuşmasında Hristiyanlığın tehlikede olduğunu ve kutsal Kudüs kentinin Müslümanların elinde korkunç bir baskıya maruz kaldığını açıkladı. Latin Avrupa’yı Müslümanlara karşı silahlanmaya ve Kutsal Toprakları geri almak için yola çıkmaya çağırdı. Müslüman Doğu Akdeniz’e karşı Haçlı seferlerinin Papa II. Urban’ın silaha sarılma yönündeki meşhur çağrısını yaptığı 1095’ten başlayarak, Akka’nın 1291’deki düşüşüne kadar sürdüğünü söyleyebiliriz. Yazının devamında söz konusu iki yüzyıl boyunca gerçekleştirilen yedi Haçlı seferinden ve bunların sonucunda Doğu Akdeniz’de kurulan dört Haçlı devletinden kısaca bahsedeceğim.

Clermont vaazını izleyen aylarda Haçlı seferi çağrısı Avrupa ortaçağ dünyasını şaşkına çeviren olağanüstü bir karşılık buldu. Yapılan tahminlere göre Birinci Haçlı Seferi’ne yaklaşık 60.000 ile 100.000 Latin Hristiyan katılmıştır. Bunların 7.000 ile 10.000’i şövalyelerden, 35.000 ile 50.000’i piyadeden, geri kalan 10.000 ise geri hizmettekilerden oluşmuştur. Batı’daki krallardan bu sefere pek katılan olmadı ama Hristiyan soyluların en üst kademesi bu girişimde yer aldı. Bunlardan biri güneydoğu Fransa’daki en güçlü lortlardan olan ellili yaşlardaki Toulose’lu Kont Raymond oldu. Bir diğer prens Güney İtalyalı bir Norman olan, kırk yaşındaki Taranto’lu Bohemond idi. Çok iyi bir askeri eğitim almasına rağmen, Bohemond’un serveti yoktu; üvey kardeşi tarafından mirastan mahrum bırakılmıştı. Kendine ait bir Doğu Akdeniz lortluğu düşlediği için büyük bir hırs ile 1096 yazında haça sahip çıktı. Bohemond’a bu seferde yeğeni Hautveille’li Tancred de katıldı. Bir diğer önemli katılımcı Lorraine bölgesinden Bouillon’lu Godfrey idi. Aşağı Lorraine dükü ünvanını taşıyan Godfrey’in soyağacı Charlemagne’a kadar uzanıyordu, ama değişkenliği ile ünlü bu bölgede gerçek bir egemenlik kurmayı başaramamıştı. Haça sarılması muhtemelen Kutsal Topraklarda yeni bir hayata başlama düşüncesinden kaynaklanıyordu. Godfrey’e kardeşi Boulogne’lu Baldwin de katıldı. Bu beş prens — Toulouse’lu Raymond, Taranto’lu Bohemond, Bouillon’lu Godfrey, Hauteville’li Tancred ve Boulogne’lu Baldwin — Haçlı ordularını yöneterek ilk olarak Küçük Asya’da Selçuk Türklerinin lideri olan Kılıçarslan’ı, ve sonrasında Suriye’deki dağınık İslam ordularını mağlup ederek 1099 yılında Kudüs’ün geri alınışında çok önemli roller üstlendiler.

Birinci Haçlı Seferi sonucunda haçlıların ele geçirdiği tek toprak parçası Kudüs değildi. Kudüs’ten kuzeye Antakya’ya doğru uzanan dar toprak parçası ve onun hemen doğusu da Haçlıların kontrolüne geçti. Haçlıların bu topraklar üzerinde kurduğu en önemli devlet Kudüs krallığıydı. Bouillon’lu Godefroi haçlılar tarafından Kudüs’ün baronu ve Kutsal Mezar’ın savunucusu seçildi. En doğudaki devlet Godefroi’nin kardeşi Baldwin ve Ermenilerin ellerinde tuttukları Urfa (Edessa) Kontluğu idi. Güney İtalyalı Normanlar Bohemond ve Tancred’in sırasıyla hakim olduğu Antakya Kontluğu Haçlıların oluşturduğu bir diğer devletti. Dördüncü devlet ise 1109 yılında Haçlıların Trablusşam’ı ele geçirişi ve Kuzey Lübnan’da hakimiyet kurmasıyla ortaya çıkan Trablus Kontluğuydu. İlk Trablus Kontu olan kişi birinci Haçlı seferinin en önemli figürlerinden olan Toulouse’lu Raymond’un en büyük oğlu Toulouse’lu Bertrand’dı. Bu dört oluşuma genellikle ‘Haçlı Devletleri’ adı veriliyordu.

Geniş bir İslam coğrafyası içinde dağınık olarak kurulan bu dört devletin varlığının her zaman pamuk ipliğine bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Bu dört oluşumun varlığını sürdürmesi genellikle İtalyan Şehir Devletleri ile (örneğin Venedik, Ceneviz, Pisa) yaptıkları ticari faaliyetler ve aldıkları donanma desteğinin yanı sıra dini tarikatların sağladığı korumalar ile mümkün olmuştur. Bu dini tarikatlardan en önemli üç tanesi şunlardır: (1) merkezleri Kudüs’ün eski tapınağı olan Tapınak (Templars) Şövalyeleri, (2) ilk başlarda İtalyan tacirlerin desteği ile yaşlı ve yaralıların bakımını sağlamak için kurulan St. Jean (Hospitaller) Şövalyeleri, (3) çoğunluğunu Alman hacıların oluşturduğu Toton (Teutonic) Şövalyeleri.     

Birinci Haçlı seferinden sonraki yarım yüzyıl boyunca Müslümanlar Hristiyanların elde ettikleri kazanımlara karşı kayda değer bir tepki sergileyemediler. Fakat 1140’lı yıllarda Musul ve Halep atabeyi Zengi ve ailesi (Zengi hanedanı) İslam’ın savunucunu rolünü eline aldığında durum tersine dönecek gibi gözüküyordu. Nitekim Zengi’nin 1145’de Edessa’yı ele geçirişi İslamiyet için büyük bir zaferdi. Bunun üzerine Latinler İkinci Haçlı Seferini başlattılar. İlk kez Batılı krallar — Fransız Kralı VII. Louis ve Almanya Kralı III. Konrad — savaşa katıldı ve yaklaşık 60.000 kişilik ordu ile doğuya doğru ilerlediler. Bu Haçlı Seferi Kutsal Topraklara ulaşamadan sonlandı; binlerce asker Türk saldırıları ve açlık yüzünden öldü. Bu başarısızlığın en büyük iki sebebi Fransız ve Alman ordularının komuta konusunda sıkıntı yaşaması ve Küçük Asya’yı geçerken Haçlı ordusunu ikiye bölmeleri, ve Bizans İmparatorluğu’yla gerekli işbirliğini sağlamaktaki başarısızlıktı.

Zengi’nin oğlu Nureddin’in 1174’deki ölümü ile Selahaddin hizmetkarlıktan liderliğe yürüyerek tümüyle bağımsız hareket etmek olanağına kavuştu. Sonraki on yıllık süreçte Selahaddin İslam dünyasının yeni lideri konumunu kazandı. 1187 yazında gerçekleşen Hıttin Savaşı’ndan sonra Selahaddin Kudüs’ü ele geçirdi ve Haçlı Seferleri döneminde kendinden önce yaşamış tüm Müslüman liderlerin başarılarını gölgede bıraktı. Selahaddin’in Kudüs’ü ele geçirdiği haberi kısa zamanda tüm Avrupa’ya yayıldı ve büyük bir kedere ve öfkeye neden oldu.

Bu durum Üçüncü Haçlı Seferi olarak bilinen yeni bir silahlanma çağrısını tetikledi. Ortaçağ Avrupa’sının en önemli üç kralının tamamı 1189 yılında başlayan bu sefere katıldı: Alman İmparatoru Frederick Barbarossa, Fransa’nın zeki ve genç kralı II. Philip Augustus ve İngiltere Kralı savaşçı Aslan Yürekli Richard. Fakat Üçüncü Haçlı Seferi Avrupalılar açısından birçok talihsizlik barındırdı. Sefere katılan en güçlü isim olan Alman İmparatoru Frederik Temmuz 1190’da Antalya yakınlarındaki Göksu ırmağını geçmeye çalışırken suya düşüp boğularak öldü. Ardından Fransız Kralı Philip de tam olarak bilinmeyen bir sebepten ötürü seferi yarıda bırakıp evine döndü. Bu nedenle Üçüncü Haçlı Seferi aslında Sultan Selahaddin ile İngiltere Kralı Aslan Yürekli Richard arasında geçti. Üçüncü Haçlı Seferi, 2 Eylül 1192’de Selahaddin ve Richard’ın uzun ve tartışmalı diplomatik görüşmeler sonucu üç yıllık bir barış anlaşması imzalaması ile sona erdi. Anlaşmaya göre Selahaddin’in Kudüs’teki egemenliği devam edecek ama Hristiyan hacılar hiçbir tacize uğramadan Kutsal Mezarı ziyaret edebileceklerdi. Haçlılar Yafa ile Sur arasında sefer sırasında ele geçirdikleri dar sahil şeridini de ellerinde tutmaya devam edeceklerdi.

Üçüncü Haçlı Seferi’nden sonra Batı’da kutsal savaşın gerekliliği ve yararı sorgulanmaya başlanmasına rağmen Papa III. Innocent Dördüncü Haçlı Seferini 1201 yılında başlattı. Bu haçlı seferi çok fazla ilgi görmedi. 1201 Nisan’ında Haçlılar Venedik ile 33.500 haçlıyı ve diğer malzemeleri Akdeniz’in karşı kıyısına taşımak için 85.000 gümüş mark karşılığı anlaşma imzaladılar. Fakat Haçlı liderleri bu parayı bir araya getiremediler. Bunun üzerine Venedik dukası Enrico Dandalo Haçlı birliklerinin öncelikle Venedik’in düşmanlarını yenilgiye uğratmasına yardımcı olması koşuluyla Haçlıların tüm borçlarını ödemeyi ve kendi ordusunu da Doğu Akdeniz’deki savaşa göndermeyi önerdi. Bu anlaşmayı kabul eden Haçlı liderleri Kutsal Topraklara uzanan yoldan ayrılmış oldu. Böylelikle Haçlı birlikleri ilk önce Dalmaçya kıyısında Venedik’in siyasi ve ticari rakibi olan Hristiyan Zara kentine, ardından da Konstantinopolis ve Bizans İmparatorluğu’na doğru yöneldiler. Bizans başkentini yıkıp yağmaladıktan sonra Haçlılar Kudüs’ü geri almak gibi kutsal bir amacı kısa sürede unuttular.      

13. yüzyılın devamında başarısız birkaç Haçlı Seferi daha olmuştur. Beşinci Haçlı Seferinde haçlılar Mısır’a 1221 yılında hem karadan hem de denizden saldırmışlar ama Selahaddin’in yeğeni Al-Malik tarafından geri püskürtülmüşlerdir. 1229 yılında gerçekleşen Altıncı Haçlı Seferinde ise İmparator II. Frederick Al-Kamil ile yaptığı müzakereler sonucunda Kudüs’ün barışçıl yollardan haçlı kontrolüne girmesini sağlamıştır. Yapılan barış anlaşmasının on yıl sonra sonlanmasıyla Müslümanlar Kudüs’ün kontrolünü tekrardan geri almışlardır. 1239-1241 yılları arasında gerçekleştirilen Yedinci Haçlı Seferi de Kudüs’ü geri almak için haçlıların son çabası olarak tarih sayfalarındaki yerini almıştır. Haçlı seferleri Hristiyanların Kutsal Topraklardaki son kalesi olan Akra’nın 1291’de Müslüman kontrolüne geçmesiyle sonlanmıştır.

Sonuç yerine, 1095’de başlayıp 1291’de sonlanan Haçlı Seferlerini hangi motivasyonlarla açıklayabileceğimizi tartışmaya açmak istiyorum. Genel kabul gören anlayış Haçlı Seferlerinin dini motivasyonlarla ortaya çıktığı ve Hristiyan-Müslüman dini değerlerinin çatışması ile ilişkilendirilmesi gerektiği yönündedir. Bu anlayış doğru ama eksiktir. Dini motivasyon ve değer çatışmalarının yanında Haçlı Seferleri üç maddi çıkarın kesişmesinin ortaya çıkardığı dinamikler ile de açıklanmalıdır.  Bu maddi çıkarlar şunlardır: (1) Katolik kilisenin çıkarları, (2) soyluların çıkarları, ve (3) İtalyan şehir devletlerinin çıkarları. İlk olarak Katolik Kilisesinin çıkarlarına bakalım. Kilisenin Haçlı Seferlerini sahiplenmesinin en önemli nedenlerinden biri kiliseye ait arazi ve hazineleri feodal devrimden sonra artan soylu sınıf (lort, dük) saldırılarına karşı korumaktı. Haçlı Seferleri soylu sınıfın şiddetini Müslümanlar ve Kutsal Topraklar gibi dışsal amaçlara yönlendirmiş ve kiliseden uzak tutmuştur. İkinci olarak soyluların çıkarlarına bakalım. Soyluların Haçlı Seferlerine hem maddi hem de insan gücü olarak katkı koymalarını feodal devrimle birlikte devreye giren ‘babanın ölümünden sonra mirasın en büyük çocuğa devrolması hakkından’ ayrı düşünmek zordur. Bu hak miras hakkı sınırlı hale gelen birçok soylunun zenginlik yaratabilecek toprak ve topraksız köylü açlığını artırmıştır. İşte bu noktada Haçlı Seferleri bu tip soyluların açlığını giderici potansiyel bir cevap olmuştur. Yukarıda da bahsettiğim gibi Birinci Haçlı Seferinden sonra bu tip soylulardan Baldwin Urfa’yı ele geçirirken, Bohemond ve Tancred ise Antakya bölgesi üstünde kontrol sağlamıştır. En son olarak İtalyan şehir devletlerinin çıkarlarına bakalım. Özellikle Venedik gibi İtalyan şehir devletleri hem politik gelişmelerini desteklemek için hem de Akdeniz ticaretine hakim olabilmek için Haçlı Seferlerine stratejik destek vermişlerdir. Kutsal amacını unutup Bizans üzerine yönelen Dördüncü Haçlı Seferi bunun en önemli örneğidir. Bu tarihsel maddeci okumayı 11 Eylül 2001 sonrasında sıkça gündeme gelen ‘Medeniyetler Çatışması’ ve ‘Radikal İslamcı Hareketler’ gibi gelişmeleri değerlendirmek için de kullanmak yararlı olabilir.

 

-------------------------------------

Kaynaklar
Steven Runcimen (1987) A History of the Crusades (Vol I, II, III). Cambridge University Press.
Thomas Asbridge (2012) The Crusades: The War for the Holy Land. Simon & Schuster Press.
Harold Lamb (2015) Haçlı Seferleri: Demir Adamlar ve Azizler. İlgi Kültür Sanat Yayınları.
Amin Maalouf (2014) Arapların Gözünden Haçlı Seferleri. Yapı Kredi Yayınları.

Dergiler Haberleri