“12 Haziran Gönyeli provokasyonu ve geçmişle yüzleşme...”

Sevgül Uludağ

Bugün, 12 Haziran 1958 tarihinde yaşanan, Kıbrıs’ta “Garantör” İngiltere’nin tezgahladığı ilk büyük ve kanlı provokasyonlardan biri olan Gönyeli katliamının yıldönümü. Bugün, Sol Hareket, Gönyeli katliamı ile yüzleşmek ve kurbanları anmak üzere saat 17.00’de Gönyeli’de Ballı Market karşısında başlayacak bir eylem düzenliyor... Bu katliamda İngiliz askerlerinin Gönyeli dışına bırakarak “Yaya olarak köyünüze dönebilirsiniz” dediği Kördemenli (Kondomenos) bazı Kıbrıslırumlar Gönyelili bazı Kıbrıslıtürkler tarafından öldürülmüş, bazıları da yaralanmıştı...  İki toplumu bölmek ve adayı taksime götürmek üzere pek çok provokasyondan birisi olan Gönyeli provokasyonuyla ilgili olarak Gönyelili çok değerli arkadaşımız Belgin Demirel, hatırladıklarını, gördüklerini, duyduklarını kaleme aldı.

Belgin Demirel, şöyle yazdı:

“Gerçekten anımsıyor muydum, yoksa çevremde çok anlatıldığı için mi  yaşamışım gibi o görüntüler pekişmişti hafızamda,  bilmiyorum. Annem, bir yaş civarında olan küçük kardeşimi kucağında göğsüne bastırırcasına tutuyordu. Ben, benden 16 ay büyük ablamla elele tutuşmuştuk. Çıkmaz sokağın en son evi olan evimizin  penceresinin önünden geçen İngiliz askerleri, sokak kapıdan içeri girip, evimizi yoklamaya başladığında, annemin yüzünün alt üst olduğunu, korktuğunu görmüş, iki kardeş  şarıl şarıl üzerimize işemiştik.

Tarih 13 Haziran 1958 olmalıydı. Ben üç yaşımı üç ay sonra dolduracaktım. Askerler evde bir şey bulamayıp gidince, sokağa çıkma yasağı olduğu için, duvaraşırı oturduğumuz komşumuz olan köyün hocasının evine, kerpiç duvarı aşarak geçmeye çalışırken, bir İngiliz askerinin duvara eşekleme binerek, anneme ve bize bu geçişte yardım ettiğini hatırlıyorum. Sarı bıyıkları olan o askerin yüzünü hep hatırladım. Kara çarşaflı karısı Şilluralı olan Hoca Dayı’nın bahçesinde, yerlere yataklar serilmişti ve Şillura’dan geçici olarak gelen pek çok endişeli insan, uzanmış yatıyordu.

Çocukluğumda bu olay ile ilgili çok konuşuldu, benim ve benim gibi çocukluğunu yaşayanların rüyalarına kabus olarak yerleşti. Hep çevremizde İngiliz askerkleri dolaştı, bazen sarı zırhlılar geçti yollardan. Sonra ‘63 Fasariyaları’ başladı ve daha büyük bir kabus olduğu için, öteki unutuldu.

70’li yılların başıydı sanırım, Larnaka’dan gelirken, Simca arabamız su kaynatmıştı.  Eylence’de bir Rum  makinistte durmak zorunda kaldığımızda, babam arabadan inmeden, biz beş kardeş ve anneme konuşmamamız konusunda tembihte bulundu. Bir ara makinist, babama nereli olduğumuzu sormuş olacak ki babam Lefkoşalı olduğumuzu söyledi. Anlam verememiştim. Nedenini sorduğumda babam, “Gönyelililer’i sevmezler” demişti kısaca.

 Tarih, önümüze yıllar sonra kitap olarak çıktı; Prof Dr Niyazi Kızılyürek, 2015 Haziran’ında, “Şiddet Mevsiminin Saklı Tarihi” isimli kitabında, ‘Gönyeli’ isminden neden kaçınıldığını  ayrıntıları ile anlattı. Büyük bir katliam yaşanmıştı 58 Haziran’ında köyümüzde. 4’ü ovada, 4’ü de kaldırıldıkları hastanede olmak üzere 8 Kördemenli Rum ölmüş, 5 kişi de ağır yaralanmıştı  bu katliamda. Kitabı okuduktan sonra  çevremdeki insanlarla, özellikle o günlerde yetişkin olan, hatta olaylara karışan kişilerle konuyu konuşmaya çalıştım. Karışanların kitaba tepkileri olumsuzdu ve “O günleri, bu günlerin şartları ile yargılamamak gerek. Siz o günleri bilemezsiniz”  sözleri ile kestirip atıyorlardı. Oysa içki masası, bu insanların dilinin çözülmesine yardımcı oluyordu. Bir yakınım, olaya karışan ve günümüzde artık yaşamayan iki kişi ile içerken, “Hadi anlatın nasıl olmuştu?” diye sormuş. Biri, “Çektim bıçağı, boğazını kestim” derken öbürü, “Ne demişti sana kesmeden önce, hatırlar mısın?” diye üsteleyince, boğaz kesen, “Yapma! Çocuklarım var demişti”...

Bu kan dondurucu olaylar, Kıbrıs’ın 6-7 Eylül’ü olarak bilinen ve 7 Haziran gecesi Lefkoşa Haberler Bürosu’na bomba atılmasıyla iyice tırmanan iki toplum arasında yoğun bir şiddet ortamına sürüklenmesi ile gerçekleşti.  Bir iç savaş ortamı yaratılmıştı. Karma köylerden Şillura’da uzun bir süredir, hemen her yerde olduğu gibi  yüksek tansiyon vardı. 12 Haziran günü aralarında çatışma çıktığı şeklindeki yalan  haber Kördemen’e bir türlü ulaşınca, 35 Kördemenli Rum,  ellerine geçirdikleri pala, balta, bıçak, şiş, topuz gibi kesici ve ezici aletlerle iki kamyona doluşurlar, Şillura’ya yaklaşırken, durumu haber alan İngiliz güvenlik güçleri tarafından durdurulurlar. İfadeleri alınmak için, önce Yerolakko’ya, (Alayköy) daha sonra da Lefkoşa’ya yönlendirilirler. Lefkoşa’da polis karakolunun önünde Türkler’in bir protesto eylemi olduğundan, bu kez de konvoy Girne’ye doğru yönelir. Girne yolu o yıllarda Gönyeli’nin içinden geçmektedir. O günlerde, Merkezi Cezaevi’nde iki yıllık gardiyan olan babam, olayı şöyle anlattı: “Kahveci Mustafa’nın kahvesinde oturuyorduk. İngiliz güvenlik güçleri ve Rum kamyonlarından oluşan konvoy, köyden geçerken, Rumlar milli marşlar söylemeye başladılar. Biraz sonra, köyün çıkışındaki mezarlıkta  (şimdi Gönyeli Yalçın Park ve Spor Kulübü’nün bulunduğu yer) bulunan hoca, koşarak kahveye geldi ve ‘Ne durursunuz?  İngilizler Rumlar’ı köyün çıkışında indirdiler’ dedi. (Sözü edilen yer, bugünkü Dürümcü Baba ile Mezze Bar’ın arasında bir bir yer) Zaten uzun süredir yüksek olan tansiyon, Rumlar’ın bu büyük Türk köyünden geçerken milli marş söylemesinden iyice çığırından çıkmştı. Hemen hemen herkes, hocanın söylediği noktaya doğru ilerlemeye başladı.  Ben eve gittim, sonra annenizle olay yerine doğru yürüdük. Çolak’ın Ahmet’ine ait olan ve Hüseyin Kabakçı’nın icarında bulunan buğday tarlasının yandığını uzaktan gördük. Ben olaylara karışmadım, saat 18.00’de cezaevinde nöbetim başlayacaktı. Uzaktan bakıp, eve döndük.”

Yasada yeri olmayan, ama yaygın bir uygulama olan ‘Bussing’ yöntemini uygulamıştı İngiliz güvenlik güçlerinde görevli Binbaşı Redgrave ve Binbaşı Medlen.  Bu ceza yöntemiyle suçlular, olay yerinden uzak bir yere götürülerek, serbest  bırakılıyorlardı. Bir türlü  evlerine yürüyerek gitme cezası sayılan Bussing yönteminde insanların başlarına çeşit türlü felaket gelebiliyordu. Bu olayda da Binbaşı Redgrave, tutukluların, Gönyeli’nin kuzeyinde serbest bırakılmalarının uygun olacağını düşünmüştü. Gerekçeleri de bölgenin askerler tarafından kontrol altında tutulduğu, Kördemen köyüne uzak olmadığı ve güvenlik riski taşımadığı yönündeydi. Daha sonra olay hakkında açılan davada başsavcı Paget Bourke’ün, “Neden tutukluları getirdiğiniz gibi götürmediniz?” sorusuna şu garip cevapları vermişlerdi: “Tutukluların tutuklandıkları yere vasıtalarla geri götürülmeleri, güvenlik güçlerinin onurunu zedeler, itibar kaybına yol açar.” “Onlar kötü çocuklardı ve onları arabalarla geri götürmeyi bir an için bile düşünmemiştim...”

Gönyeli’nin tarihine kan bulaştıran olay böyle gelişmişti. Yıllar sonra, sanırım 70’li yılların başında, sağ görüşün hakim olduğu encümenlik tarafından alınan bir kararla bir sokağa “12 Haziran Sokağı” ismi verildi. 1958’de şartlar ne olursa olsun bu  olayın bir kahramanlık olmadığı artık pek çok kişi tarafından kabul görmekte. Günümüzde  Belediye Başkanımız Sayın Ahmet Benli’nin geniş vizyonu sayesinde bir kente evrilen, Kıbrıs’ın en bakımlı beldelerinden olan Gönyeli’deki bu  sokağın isminin değişmesini isteyenler de var. Bu yıl ilk kez Sol Hareket, katliam ile yüzleşme ve kurbanları anma ekinliği düzenliyor.

Kendi çıkarlarının garantörü olan İngiltere-Türkiye-Yunanistan üçlüsünün bizden özür dilemesini istiyorum ben de. Çocukluk ve gençliğimizi bize bir kabus olarak yaşattılar, iki toplumu birbirine kıdırdılar. Geçmişe dönüp baktığımda hepimiz adına  üzülüyorum…”

SOL HAREKET’İN ÇAĞRISI...

Sol Hareket “12 Haziran Katliamı ile yüzleşiyor, kurbanları anıyoruz!” başlıklı çağrısında bu konuda şöyle dedi:

“12 Haziran 1958 tarihi Kördemenli Kıbrıslı Rum yurttaşların Gönyeli ovasında hunharca katledildiği kara bir tarih. İngiliz emperyalizminin ve Kıbrıslı Türk milliyetçi kesimlerin el birliği ile gerçekleştirilen bu katliam ile yüzleşmek, kurbanları anmak ve yakınlarından özür dilemek için gerçekleştireceğimiz eyleme tüm yurttaşlar ve barış güçleri davetlidir.”

Sol Hareket’in eylemi saat 17.00’de, Ballı Market karşısında, Gönyeli’de yapılacak.

GÖNYELİ PROVOKASYONU…

30 Temmuz 2017’de, bu sayfalarda, İngiltere’den gazeteci arkadaşımız Mary Afksentiu’nun bu konuda geniş bir röportajını derleyip Türkçeleştirerek yayımlamıştık. Gönyeli provokasyonuyla ilgili olarak o günlerde şöyle yazmıştık:

“1958 Gönyeli provokasyonu”nu anlattı…

1957-1959 yıllarında İngiliz askeri olarak Kıbrıs’ta görev yapan, daha sonra 34 yıl boyunca BBC’nin savaş muhabiri olarak çalışan Martin Bell, İngiltere’de yayımlanmakta olan PARİKİAKİ gazetesinden Mary Afksentiu’nun sorularını yanıtladı, özellikle 1958’in “ilk provokasyonu” olarak kabul edilen “Gönyeli provokasyonu”nu anlattı…

PARKİKİAKİ’den gazeteci arkadaşımız Mary Afksentiu bize yazısını gönderdi, biz de özetle Türkçeleştirerek yayımlıyoruz… Mary Afksentiu, şöyle yazıyor:

“Britanya’nın Kıbrıs’taki çalışamayacak politikası…

BBC’nin savaş muhabiri olarak 34 yıl boyunca dünyanın en sert savaş bölgelerinde, örneğin Vietnam, Bosna ve Irak’ta görev yapmış olan Martin Bell, tüm tehlikelere karşın her zaman ön cephelerdeydi. Ancak  herkesin bilemeyebileceği bir başka şey Martin Bell’in Suffolk Birliği’nden bir asker olarak 1957-1959 yılları arasında Kıbrıs’ta görev yapmış olmasıdır.

“Savaş ve Haberlerin Ölümü” başlıklı son kitabında Bell, 1958 Gönyeli katliamını anlatıyor ya da o dönemin Britanya Sömürgeler Subayı’nın tanımıyla “Gönyeli olayı”nı… Bu olay “Adadaki Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler arasında gelecekteki ilişkiler bakımından korkunç bir etki yapmıştı” diyor. “O günlerde ben Kıbrıs’taki görevimin 20nci ayındaydım. Çok sıradan bir askerdim yani subay falan değildim. Ben yollarda kurulan barikatlarda görev yaparken, Kraliyet Atlı Muhafızları ise potinlerine toz bulaşmasın diye süslü ofislerinde oturmaktaydılar… Özellikle bu dönemde yani Haziran 1958’de Lefkoşa’nın Türk kesiminde Kıbrıslıtürkler’in bazı şiddet dolu gösterileriyle baş etmeye çalışmaktaydık. Kraliyet Atlı Muhafızları, bir hendekte saklanmakta olan bazı Kıbrıslırumlar’ı tutuklamışlardı. Ancak Lefkoşa’daki gösterilerden ötürü, Kraliyet Atlı Muhafızları’na onları merkezi polis istasyonuna getirme izni verilmemişti. Onlar da bu Kıbrıslırumları Gönyeli denen bir bölgeye götürerek orada bırakmışlardı. Büyük bir Kıbrıslıtürk köyünün dışında onları bırakmak aptalca bir şeydi” diyor.

Kitabında anlattığı gibi, “Kördemen’e giden yolda bu Kıbrıslırumlar, bazı Kıbrıslıtürkler tarafından tuzağa düşürülmüştü, ellerinde sopalar, demir parçaları ve silah olarak kullanacakları her tür alet edavat vardı…”

Bu Kıbrıslırımlar’dan sekizi öldürülmüş, beşi de ağır biçimde yaralanmıştı…

İki yıl önce BBC eski muhabiri Martin Bell arşivleri karıştırarak Vali ile Sömürgeler Bakanı arasındaki yazışmaları bulmuş ve “o günlerde yaşananların tiksindirici biçimde üstünün örtülmüş olduğunu” görmüştü.

Parikiaki gazetesine de belirttiği gibi, konuyla ilgili raporun tam olarak yayımlanması gerekmekteydi ancak o kadar çok baskı oluşmuştu ki iki farpor yayımlanmıştı – bir tanesi tam bir rapordu, ötekisi ise sansüre uğratılmış bir rapordu ve orduya yönelik eleştiriler bu rapordan çıkarılmıştı.

“O günlerde önde gelen Kıbrıslırumlar, “bu konunun üstü örtülüyor” diyorlardı ancak bunun tam olarak ne olduğunu ve derinliğini bilmiyorlardı” diyor Martin Bell. Kitabının ikinci bölümü, tümüyle Gönyeli’de olup bitenleri inceliyor ve hazırlanan esas raporda “Onları gezintiye çıkarmak yasadışıydı veya güvenlik güçlerinin eylemleri hiç de iyi hesaplanmamıştı…” Bu raporun sonuçlarına karşın, Bell, bu cinayetlerin özgür ve birleşik bir Kıbrıs hayalinin sonuna damgayı vurduğuna inanıyor.

Gazetemize de belirttiği gibi eğer Britanya “daha yumuşak ve daha nazik bir politika yürütmüş olsaydı, eğer istihbaratları daha iyi olsaydı ve eğer ordu yüksek komutası disiplinsizlik olaylarının üstüne daha sert biçimde yürümüş olsaydı, Kıbrıs’taki durum farklı olabilirdi…”

Martin Bell, “Gönyeli bir Kıbrıslıtürk köyüydü ancak Kraliyet Atlı Muhafızları bunu bilmiyordu. Hangi bölgenin Kıbrıslırum, hangi bölgenin Kıbrıslıtürk olduğunu bilmiyorlardı. O nedenle adada çuvallamızın nedeninin askeri bakımdan istihbarat eksikliği olduğuna inanıyorum. Eğer gerek askeri, gerekse diplomasi bakımından daha akılcı bir politika yürütmüş olsaydık, başarısız olamazdık. Ancak sadece silahlı olarak olayları bastırma üzerine odaklandık ve bu da çalışamayacak bir politikaydı…” diyor.

Martin Bell, bazı Britanya askerlerinin kötü davranış biçimlerinin de Kıbrıs’taki operasyona yardımcı olmadığına dikkati çekiyor. Britanya Ordusu, daha iyi davranışlara sahip ve daha kibar olan birliklerini Lefkoşa’ya yerleştirmiş… Öte yandan İskoçlar ve İrlandalılar, paraşüt birliğine, donanmadan olanlar ise dağlara yerleştirilmiş… Ancak esprili bir dille bize de anlattığı gibi bazı durumlarda Ordu, “daha iyi davranışlara sahip olan” askerleriyle bile gurur duyabilecek durumda değildi.

Martin Bell şöyle anlatıyor:

“Bir keresinde silahlı bir birliğimiz Cikko Manastırı’nı yoklamıştı. O gece birlik merkezimize bir şikayet telefonu geldi – Başpiskobos’un dedesinin saati kayıptı. Böylece komuta subayları bir teğmeni askerlerin kaldığı yere gönderdi – askerler parçalara ayırmış oldukları saati birleştirmeye çalışıyordu. Saati çalmışlardı! Saati çaldıklarını itiraf etmek yerine, parçalarını tuvalete atarak bundan kurtulmaya çalışmışlardı. Düşünün ki bu askerler, davranışları daha iyi olanlar arasındaydı!”

Martin Bell’e, bazı eski EOKA’cıların Britanya’yı 2012’de gizliliği kalkan belgelerden sonra işkence görmüş oldukları yönünde dava ettiklerini hatırlatarak kendisinin herhangi bir işkence eylemine tanık olup olmadığını soruyoruz.

Bell bu konuda bazı olaylar duymuş olduğunu ancak bunların Askeri İstihbarat tarafından yapılmış olabileceğini anlatıyor:

“Sanırım mahkumlara kötü muamele eden bazı askeri istihbarat subaylarına yönelik askeri bir mahkeme yapılmıştı. Hükümet neler olup bittiğinin tam olarak farkındaydı. Ben haritalara işaretler koyan, posterleri asan birisiydim. Ama bazı şeyler geldi kulağıma. Örneğin bir keresinde subaylardan birisi bana yollardaki bir kontrol noktasında durdurulan bir otobüse bir subayın silahını çekerek onları korkutmak üzere insanların kafalarının üstüne ateş ettiğini anlatmıştı. Başka subaylar bunu duyunca, o subayı dövmüşlerdi. İnsanlara öylece ateş edemezsiniz: emir-komuta zinciri çerçevesinde olayları ileri götürmeniz gerekir. Ancak askerde bulunan herkes de “serseri” değildi. Bizler Kraliçemize ve yurdumuza hizmet eden genç, masum insanlardık ve bir isyanı bastırmamız emredilmişti bize…”

Kıbrıslırumlar’a Britanya askerlerinin verdiği üzüntüye karşın, onların “inanılmaz biçimde uygar davrandıklarını” hatırlıyor:

“Bunlar askerlik yaşına gelmiş genç insanlardı sadece. Onları yollarda kurduğumuz barikatlarda durduruyor, veya içeride tutuyor veya dikenli telle çevrili alanlarda tutuyorduk. Tüm bunlar, Operasyon Matchbox ile birlikte – ki bu Temmuz 1958’de olmuştu – sokağa çıkma yasakları ve kordon altına almalarla, sizlerin dedelerinizi ve ana-babalarınızı daha da yabancılaştırarak onların EOKA’yı daha da fazla desteklemelerine yol açtı…”

Martin Bell’e göre Britanya, EOKA’yı yenmeyi başaramadı ancak eğer EOKA başkaldırısı hiçbir zaman olmamış olsaydı dahi Kıbrıs’ın sonuçta bağımsızlığını kazanmış olacağına dikkati çekiyor çünkü o zamanlar Britanya’nın sadece sekiz sömürgesi kalmıştı…

“Aşırı karmaşık bir nokta vardır: Muhafazakar, sağcı bir hükümetimiz vardı ve buradaki isyan da Süveyş operasyonundaki fiyaskoyla çakışmıştı… Bu korkunç derecede büyük öneme sahipti çünkü bu Britanyalılar için milli bir aşağılama gibiydi. Sağcı hükümet altındaki teori, bir aşağılamadan sonra 200 tane baldırı çıplak EOKA tavşanının bizi yenmesine izin veremeyeceğimiz şeklindeydi…  Bizler 35 bin kişiydik ve onlar sadece 200 kişiydi. Ancak bir kez daha istihbaratta sınıfta kalmıştık…”

Martin Bell 1959’da dadan ayrılmış ve 10 yıl sonra Kıbrıs’a geri dönmüştü – bu kez bir asker olarak değil, bir gazeteci olarak Cumhurbaşkanı Makarios’la röportaj yapmaya gitmişti:

“Makarios’u Cumhurbaşkanlığı Sarayı’nda ziyaret ettiğimde, bana taksimin mümkün olamayacağını çünkü Kıbrıslıtürkler’in adada dağınık biçimde yaşadığını söylemişti. Ben bundan kuşkuluydum çünkü iki Kıbrıslıtürk çevirmenimi kendi taraflarında ziyaret etmiştim ve arabalarının öylece durduğunu, benzinlerinin olmadığını görmüştüm. Kıbrıs’ta her iki tarafta da yoksulluğu görmüştüm…”

Bell, taksim yönündeki öngörülerinde haklıydı. Ancak 10 yıl sonra bu gerçek olacaktı – Bell’e göre eğer Britanya iki toplum arasında çatışma noktalarına daha fazla polis işi yapmış olsaydı ve dağlarda daha az gölgeleri kovalamış olsaydı, bölünmeden kaçınılabilinirdi.

“Hatta 1974’te dahi bizim garantilerimizi onore etmedik. Oynamamız gereken bir rolümüz vardı ve bunu yerine getirmedik. Bu da başka bir skandaldır. Ve işte buradayız, Kıbrıs sorunuyla son kırk yıldır yaşıyoruz, Avrupa’nın en büyük trajedilerinden birsidir bu ve Ortadoğu’da çözülmesi en az mümkün görünen ikinci sorundur…”

(PARİKİAKİ’den derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – Mary Afksendiu – 20.7.2017 – www.parikiaki.com )

(YENİDÜZEN – Kıbrıs: Anlatılmamış Öyküler, Sevgül Uludağ – 30.7.2017)