KAZILARDA SON DURUM... KAZILARDA SON DURUM...
Kayıplar Komitesi, Afanya’da (Gaziköy) 13 sene önce bir şahitle birlikte kendilerine göstermiş olduğumuz bir kuyuda kazı başlatmış bulunuyor. Noel tatili nedeniyle bu kuyudaki kazıya ara verilmiş bulunuluyor. Oldukça büyük olan bu kuyuyla ilgili geniş yayın yapmıştık 13 sene önce ancak bu kuyu her nedense, Kayıplar Komitesi yetkilileri tarafından kazılmamıştı...
Bir “kayıp” Kıbrıslırum kadın öldürülerek sözkonusu kuyuya atılmıştı. Bu kuyuyla ilgili olarak Kayıplar Komitesi yetkililerine ayrıntılı bilgi ve kroki vermiş, bu krokiyi ve sözkonusu bilgileri gazetemizde bu sayfalarda 27 Ekim 2007 tarihinde yayımlamış ve ardından da sözkonusu Kıbrıslırum kadının bir akrabasıyla birlikte Kayıplar Komitesi yetkililerine bu kuyunun tam yerini göstermiştik.
Ancak 13 sene boyunca bu kuyuyla ilgili herhangi bir hareket olmamış ancak geçtiğimiz günlerde kuyuyla ilgili bilgileri vermemizin üstünden 13 sene geçtikten sonra kazı yapma kararı alınmıştı. Umarız bu kuyu kazısında sözkonusu “kayıp” Kıbrıslırum kadından geride kalanlara ulaşılabilinir.
Kayıplar Komitesi’nin adamızın kuzeyinde ve güneyinde yürütmekte olduğu kazılara Noel tatili nedeniyle ara verildi. Kazıların yarından itibaren (Salı günü) kaldığı yerden devam etmesi bekleniyor.
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR...
“Kömürcü’deki kuyuda beş değil, on kişi vardı, tekrardan kazılmalı...”
Bir okurumuz bizi arayarak şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“... Geçtiğimiz günlerde bir okurunuzun Ağırdağ’da bir mağarada 13 Kıbrıslırum’un öldürüldüğüne ilişkin anlattıkları doğru değildir. Ben o bölgede aktif idim ve böyle bir olay olduğunu zannetmem.
Fakat sizin bir okurunuzun göstermiş olduğu ve kazı yapılarak 5 “kayıp” Kıbrıslırum’un bulunmuş olduğu Kömürcü’deki kuyunun tekrardan araştırılması gerekir.
Benim bildiğim kadarıyla o kuyuda beş değil, on kişi vardı... O kuyu tekrardan daha derin biçimde kazılmalı ve araştırılmalıdır...”
Bu okurumuza vermiş olduğu bu bilgiler nedeniyle çok teşekkür ediyoruz.
Bu konuda daha ayrıntılı bilgi sahibi olan okurlarımı, isimli veya isimsiz olarak 0542 853 8436 numaralı telefondan beni aramaya davet ediyorum.
LURUCİNA’DAN HATIRALAR...
“Lurucina’da çocukluk günlerimiz ve çete savaşları...”
Artun Gökşan LURUCİNALI
Zaman zaman eskilere dalıp gitmek insanı dinlendirir. Çocukluğumuzun o güzel günlerine uzanmak, o tatlı hatıraları hatırlamak, zihnimizde canlandırmak müthiş bir duygudur.
Benim çocukluğum Lurucina’da geçti. Gremmo’nun yamacındaki evimiz yine karşı tepenin üzerine inşa edilmiş ‘Yukarıdaki İlkokul’un tam karşısındaydı. Neler neler yaşandı o yerlerde bizim çocukluğumuzun geçtiği 60 ve 70’li yıllarda. Dilleri olsa da konuşsa o sokaklar, o tepeler, o duvarlar, o evler.
1960 doğumluyum. Kıbrıs Cumhuriyeti kurulmuş, ardından dünyaya gelmişim. Kendimi bilmeye ve çocukluğumu hatırladığım yaşlara geldiğimde Kıbrıs Cumhuriyeti’nin sağlam olmayan o temelleri sarsılmış, 1963 yılında yaşanan ‘fasariyalarla’ Kıbrıs yeniden gerginlikler ülkesine dönüşmüştü.
Ama biz çocuklar için fark eden birşey yoktu. Biz yine oyunlarımızla, mahalledeki alemlerimizle günümüzü gün ediyorduk. Çocuk dediğin her yerde öyle değil mi zaten. Büyüklerimiz hayatın gailesini çekerken, bizim için çocukluğumuzun tadını çıkarmaktan başka derdimiz yoktu.
1970 yılına geldiğimizde biz 4 kardeştik. Evimizin bulunduğu mahalle, Gremmo mahallesi olarak bilinmesine rağmen, o dönemin ‘çete kültürü’ etkisiyle olacak, ‘Tsitsi Mahallesi’ olarak anılıyordu.
Lurucina’da o zaman, Kıbrıs’taki toplumlararası çatışmaların ve bir de köydeki sinemada seyrettiğimiz ‘kahramanlık’ filmlerinin (Malkoçoğlu, Tarkan vs) etkisinden olacak, her mahallede bir çete, her çetenin bir lideri ve ilkel savaş aletleriyle mahalleler arası ciddi savaşlar yapılırdı.
Neydi savaş aletleri? Guş lastiklerinin yanında çocukların kendi yaptıkları ok ve yaylar, kılıç ve kalkanlar kullanılırdı. Guş lastikleri ile ‘garadaş’ ya da ‘şaşma’ atılırdı. Ok ve yaylar ağaç dallarından yapılır, oklar etkili ve yaralayıcı olsun diye uçlarına kola kapacıkları taşla ezilerek takılırdı.
Tsitsi mahallesinin lideri ‘Rayıf Tsitsi’ olarak bilinen, rahmetli Veli Rayıf ile Muazzez Derviş Mirmikko’nun büyük oğulları Rayıf Veli Rayıf idi. Rayıf iyi bir liderdi. Etrafında mahalledeki bütün çocukları toplamış, onlara eğitim veriyor, silah yapmasını ve kullanmasını öğretiyordu. Çete elemanları Rayıf’ın kardeşleri Ulus, Derviş, Şenol; Gutsoveli ailesinden Hasan ve Osman Bekir ve mahallede hatırlayamadığım oldukça kalabalık bir gruptan oluşuyordu.
Biz bu çeteye dahil olamıyorduk. Babamın kesinlikle izni yoktu. Bu çeteye karışırsak bizi öldürürdü. Annem bizi mahalleden uzaklaştırmak için hep Kafa Mahallesi’ndeki Razge nenemin evine götürürdü.
Biz çeteye katılmadığımız için, Tsitsi mahallesinin elemanları bize pek iyi gözle bakmazlardı. Babam İngiliz Üsleri’nde çalıştığı ve Opel Record marka arabası olduğu için, herhalde bize ‘zengin çocuğu’ gözüyle bakar, her bakkaldan eve giderken yolumuzu keser, yemişlerimizi almaya çalışırlardı.
Tsitsi Mahallesi’nin düşman mahallesi, Gremmo’nun arka tarafına düşen komşu mahalle İçokka Mahallesi’ydi. İçokka Mahallesi’nin lideri Bekir Üçokka’ydı. O da mahallesindeki bütün çocukları örgütlemiş, Tsitsi Mahallesi ile amansız savaşlar yapıyorlardı.
Bu savaşlarda çok kez kelleler yarılmış, kanlar akıtılmış, hatta karşı taraftan esirler de alınmış, elleri bağlanarak sorguya çekildikleri olmuştur.
Olayı yaşayanlar daha iyi bilecek. Bir defasında Tsitsi Mahallesi elemanları Tangör Üçokka’yı esir almışlar. Gremmo’da bulunan ve karargâh olarak kullanılan kerpiç evciğe getirip bağlamışlar. Rayıf gelip sorguya başlamış:
- Söyle bakalım köpek! Silahlar nerede?
- Ma ne silahı be Rayıf abi! Vurmayın yahu bana!
- Silahların yerini söylemezsan kendini ölmüş bil!
- Ben bilmem Rayıf abi. (Ağlamaya başlar)
Rayıf çete üyelerine emir verir:
- Silahların yerini söyleyene gadar işkenceye devam edin!
Lurucina’nın başka mahallelerinde de çeteler vardı. O zamanın modasıydı mahalleler arası savaş ve gavgalar. Kafa Mahallesi, Musko Mahallesi, Göçmen Evleri aklıma gelenler.
Bu mahallelerde büyüyen çocuklar daha sonra gerek iş yaşamında, gerekse askerlik yıllarında can ciğer arkadaş olacak ve bu yaşanan çocukluk anılarını anlatıp kahkahalarla güleceklerdir.
Yusuf Şah Şenol abimizin, seneler sonra bir gün küçük adaşı Şenol Veli Rayıf’ı yanına çağırarak şöyle dediğini de biliyorum. “Be Şenol gel be bura. Gel vereyim sana iki şilin da sayayım be bakalım kaç yara var o kellende!” Şenol abi doğrulasın ve söylesin bize bakalım küçük Şenol’un kellesinde kaç yarık varıdı!.
Lurucina’da o dönemleri yaşayanlar eminim bu olayları hatırlayacaklardır. Bu tabii erkek çocuklarının başından geçen hatıralardır. Kız çocukları sokağa çıkamadıkları için onların da eminim çok farklı anıları vardır. Onlar da kendi anılarını paylaşırlarsa çok güzel olur diye düşünüyorum...
(ZİZZİRO MİZAH GAZEDDASI – Artun Gökşan Lurucinalı – 26.12.2020)
BASINDAN GÜNCEL...
“Taksim Palas Apartmanı...”
Nilay Örnek
“Apartmanda satış saat 10.30’da başlamıştı… Apartman dardı. Odalar küçüktü. Koridordan gelip geçmek güçtü. Nohut oda bakla sofa içinde en azından 100-150 kişi toplanmıştı. Hiç kimse önündeki kadının veya adamın arkasından ilerisini göremiyor, tellalın sesi gayya kuyusundan çıkar gibi derinden ve görünmez bir yerden geliyordu. Çamurlu ayakkaplarla kuş tüyü koltukların, kanepelerin, maroken sandalyelerın, lâke masaların üzerine çıkıp birbirlerinin omuzlarından aşarak satılan eşyayı görmeye çalışanların hepsi de kelepir mal alma sevdasına düşmüş insanlardı … Satılığa çıkarılan mallar arasında topyekûn bir yemek odası, bir yatak odası, iki oturma salonu, bir kütüphane ve istirahat odası ve bu odalardaki eşyanın kâffesi vardı. Aile albümleri elden ele dolaşıyor, resimler inceden inceye gözden geçiriliyor, kıymetli ve stil eşya ayrı ayrı tetkik olunuyor, antikalar, biblolar, yağlı boya tablolar hayran hayran seyrediliyordu.”
Gazeteci Sait Kesler, avukat Şekip Adut’un evindeki ev mezatını böyle anlatmış. (Tan Gazetesi, 5 Şubat 1943.)
Şekip Bey, Varlık Vergisi’nin simge isimlerinden. Ünlü bir Musevi avukat ve kendisi için öngörülen 375 bin TL verginin 4 bin lirasını ödeyerek protesto etmiş, 27 Ocak 1943’te -yaş sınırı değiştirilerek 63 yaşında- Aşkale’ye gönderilmiş ve ibreti alem olması için hakkında pek çok haber yapılmış, kâh ahırda yatar, kâh kar kürerken fotoğrafları yayımlanmış.
Yukardaki gazete anlatısını Ayhan Aktar’ın Kıraathane’de konuşmasından (podcast’i var) dinleyip “Acaba hangi apartmandı bahsedilen?” diye araştırınca eski gazete ilanlarından Taksim Palas’ı buldum.
Şekip Adut’un bol odalı, dar uzun koridorlu, güzel eşyalı o ‘nohut oda bakla sofa’ dairesi mimarının Victor Adaman olduğunu kapısına gidince öğrendiğim İstiklal Caddesi’nin hemen girişindeki Taxim Palace imiş!”
(AVLAREMOZ – Nilay ÖRNEK – 26.12.2020)