Türkiye’de değişim rüzgarı esiyor. Eğer çok büyük bir sürpiz olmaz, sandıklara müdahale yapılmaz, demokrasi dışı olaylar cereyan etmezse bir iktidar değişimi olacak gibi görünüyor.
Yalnızca Türkiye halkları için değil, Kıbrıs’ın kuzeyinden bakıldığında da 14 Mayıs seçimleri son derece kritik. Hatta bizdeki 25 Haziran ara seçiminden fazla Türkiye seçimleri konuşuluyor sokakta.
Sokakta kiminle karşılaşsak hep o soru soruluyor: ‘Kurtulacak mıyız?’
Sorudaki gizli özne ‘Erdoğan-AKP rejimi’nden başkası değil...
Büyük bir ‘illallah’ çekiyor insanların büyük kısmı... Gerek anti-demokratik, gerek Sünni baskılar Kıbrıs Türk toplumunu boğuyor. Buna bir de TL kaynaklı ekonomik sorunları da ekliyor insanlar ve ‘kurtulmak’ istiyor.
Kuşkusuz ‘kurtulmak’ kolay değil ve seçim sonucu ne olursa olsun sorunların tamamı otomatikman çözülmeyecek.
Ama en azından bir ‘nefes’ almak mümkün olacak.
Şu an neredeyse o bile zor çünkü!..
**
Türkiye’deki iktidarlar ile Kıbrıslı Türkler arasında sıkıntılar hep vardı. Seçimlere müdahaleler de, iç işlere karışmalar da yaşandı. Bazı yöneticiler daha ılıman davranırken, diğer bazıları çok daha ‘ben bilirimci’ tavırlar sergiledi. Askeri vesayet ya da ‘derin devlet’in Kıbrıs’ta ne kadar etkin olduğunu tekrar anlatmaya gerek yok herhalde...
Ancak tarihin hiçbir döneminde bu denli ‘tek yönlü’ ve böylesine ‘onur kırıcı’ bir ilişki biçimi hiç olmadı.
AKP iktidarının ilk dönemlerinde de bu kadar kötü bir tablo yoktu. Ne zaman Erdoğan derin devlet unsurlarını alt etti, film orada koptu. Ne ‘Kıbrıs açılımı’na ihtiyacı kaldı ‘ne Kürt açılımı’na, ne de ‘AB süreci’ne...
Azınlıklara da, Kürtler’e de, Aleviler’e de, Brüksel’e, Kıbrıs’a da sırtını döndü. Türkiye’de kendisine destek veren demokrasi ve barış güçlerini ‘düşman’ ilan etti. Çoğunu hapse soktu, kaçabilen kaçtı, kalanları da havuz medyasıyla, yandaş sermayeyle susturdu.
**
Bu siyasi ‘U dönüşü’yle beraber Erdoğan’ın Kuzey Kıbrıs’taki ihtiyaçları değişti. Türkiye’nin ‘AB adaylık statüsü’ için gerekli gördüğü çözüm ve AB taraftarlarıyla işi bitti. Sözünden çıkmayacak ‘kurşun askerler’ istedi, KKTC’de her köşe başına bu tip adamlar bulunup yerleştirildi. ‘Yüzde 99 biat’ edenleri bile ‘yüzde 100’lükler’le değiştirdi.
Siyasetin Kuzey Kıbrıs’ta şu anki hali ‘içler acısı’ndan da ötedir. Ne yazık ki ‘Ankara ne der’ kaygısı sadece sağ partileri değil, solu da büyük oranda hareket edemez, kıpırdayamaz hale getirmiş durumdadır.
Dahası ve çok da fenası, Kıbrıslı Türk toplumunun gündemindeki ‘baba konular’ın tamamı Lefkoşa değil, Ankara kaynaklıdır. İsteyen arşive girip ‘gazeteler son beş yılda hangi konularda manşet attı’ diye bir bakabilir. Ya ‘kabloyla elektrik’tir konu, ya Ercan’dır, ya ‘protokol’dür, ya ‘külliye’dir, ya ‘ilahiyat koleji’dir, ya ‘müftü’dür, ya ‘elçi’dir, ya ‘yardım heyeti’dir, ya ‘yargıyı değiştirme talebi’dir, ya ‘seçilen parti başkanını istifa ettirme’dir, ya ‘iki devletli çözüm’dür, ya da benzerleri...
**
14 Mayıs sonrası Türkiyesi ile ilk ve öncelikli yapılacak iş, bu ‘tek yönlü iletişim’in yerine ‘diyalog’ ortamını sağlamak olmalıdır.
Siyasi düzeyde de, sivil toplum düzeyinde de...
‘Ast-üst ilişkisi’ sürdürülebilir değildir.
Buna yol açan bütün siyasi ve bürokratik kadrolar tasfiye edilmeli, bu anlayışın Türkiye ve Kıbrıs Türk insanının arasını açmaktan başka hiçbir işe yaramadığı Ankara’daki yöneticilere açıkça ve net biçimde ifade edilmelidir.
‘Besleyen’ ve ‘besleme’ algısı tersine çevrilmeli, Kıbrıslı Türklerin onurunu zedeleyici tavırlardan behemehal vazgeçilmesi istenmelidir.
Ayrıca Kıbrıs sorunuyla ilgili konularda ‘Ankara karar verir, Lefkoşa uygular’ değil, tam tersi ‘Kıbrıslı Türkler karar verir, Ankara saygı duyar ve destek verir’ prensibinin benimsenmesi sağlanmalıdır.
Aksi halde giderek silikleşmekte olan ‘Kıbrıslı Türklerin bir özne olduğu’ iddiasına bırakın Kıbrıslı Rumları ya da uluslararası camiayı, bizzat Kıbrıslı Türklerin kendisi inanmayacak.