“15 Temmuz 1974 darbesinde Larnaka’daki Ayyanni Çatışmaları...” (2)

Sevgül Uludağ

Dimitris Hacıdimitriu

(Çok değerli arkadaşımız, barış aktivisti, “kayıp” yakını Dimitris Hacıdimitriu, 15 Temmuz 1974 darbesinde Larnaka’da Ayyanni çatışmaları hakkında kaleme aldığı bir senaryoyu bizim için öyküleştirerek paylaştı. Biz de İngilizce olarak kaleme alınan bu öyküyü okurlarımız için Türkçeleştirdik. Dimitris arkadaşımıza çok teşekkür ediyoruz... S.U.)

14 YAŞINDAKİ ANDREAS DA KAMYONA BİNMİŞTİ...

Üç kamyon ve kamyonetin öncülüğünde ve birkaç sivil salon arabadan oluşan bir konvoy oluşturuldu çarçabuk. Pek çok insan kamyonetlere atladı, bunlar arasında 14 yaşında bir çocuk olan Andreas da vardı... Kamyonet yola çıkarken birkaç kadın o çocuğa aşağıya inmasını, çok küçük olduğunu söylediler ama artık çok geçti, konvoy yola koyulmuştu...

Bu arada altı genç adam da polis karakoluna gitmişlerdi. Karakolun ön tarafındaki ordu saldırısına tanık olmuşlardı fakat karakolun arka kapısından içeriye girmeyi başardılar.

SALDIRI ALTINDAKİ POLİS KARAKOLU...

İçeriye girerken oradaki sorumlu polis neredeyse onları vuruyordu ancak tam vaktinde onların destek için geldiklerini kavramıştı. Durumun ne kadar kötü olduğunu anlattı onlara ve kendilerini nerelere konuşlandırmaları gerektiğini gösterdi, dikkatli olmalarını, bunun bir oyun olmadığını, gerçek hayat olduğunu anlattı. Dışarıdaki ordu mensuplarına ateş etmeye başlamışlardı avtüfekleriyle ancak dışarıda bulunan orduya ait araçlar zırhlıydı ve onların doğru düzgün tüfekleri vardı, bu bir çatışma bile değildi...

Hemen ardından polis karakolunun ardından gürültülü bir motosiketin sesi duyuldu, büyük bir hevesle diğerlerine katılmak üzere Sotiris ve Kostas da gelmişti – her ikisi de 18 yaşındaydılar. Stelyos, Sotiris’i Ayyani’den komşuları olduğu için tanıyordu. Bu eşit olmayan savaşta hep beraber savaştılar, bu küçük güçler demokrasiyi savunurken, dışarıdaki askerler de sağcı subayların emriyle bir diktatörlük kurmak için savaşmaktaydı.

Unutsuz bir vakaydı ve bir süre sonra, polisin başı sivillerin yanına geldi ve onların dışarı çıkmasını emretti. Oyunu kaybettiklerini söyledi ancak kendileri görevlerini yerine getiren polis mensuplarıyken, siviller derhal öldürülebilirdi, geldikleri şekilde gitmelerini söyledi onlara...

KONVOYU BULMAK ZOR DEĞİLDİ...

On kadar sivil dışarıya çıktıktan sonra bundan sonra ne yapmaları gerektiğini konuşmaya başladılar. Sotiris, bir ordu subayına sürekli ateş ettiğini fakat onun hareket edip saklandığını, elindeki avtüfeğinin de bir işe yaramadığını söyledi. Yine de en iyisinin gidip konvoyu bulmak ve konvoya katılmak olduğuna karar verdiler. Bu zor değildi, Larnaka küçük bir kentti ve kent merkezi daha da küçüktü, ayrıca konvoy mümkün olduğunca çok gürültü yapmaya çalışıyordu, maksatları da buydu zaten.

Konvoya vardıklarında, Prodromos Lazaru’nun yaya olarak  kamyonetlerin önünde yürüdüğünü, her bir elinde bir Yunan bayrağı tuttuğunu, insanlara gelip kendilerine katılmalarını çağırdığını gördüler. Annesi Kiriaku da yanında yürümekteydi.

Polis karakolundan gelen on sivil insan, kamyonetlere tırmandılar... Bu arada İlias Kumidis adlı 14 yaşındaki bir çocuk da kamyonetteki sınıf arkadaşlarına katılmıştı onlarla birlikte.

“SUBAYLARINIZIN YALANLARINA İNANMAYINIZ, ATEŞ AÇMAYINIZ...”

Konvoy bir yüz metre kadar daha gitmiş, ALKİ futbol kulübünün ofislerini geçmişler, kent merkezine doğru yol alıyorlardı. “Akropolis” denen ana kavşaklardan birinde durmuşlardı. Buranın yakınlarında askeri bir merkez bulunmaktaydı.

Her bir elinde birer Yunan bayrağı tutan ve bunları sallayan Prodromos, askerlere seslendi ve onların da Yunan olduğunu ve Makarios’un hala hayatta olduğunu söyledi. Askere alınmış olan sade erleri uyardı ve subaylarının yalanlarına inanmamalarını, ateş açmamalarını, konvoyun devam etmesine izin vermelerini söyledi, konvoydakilerin silahlı olmadığını ileri sürdü. Bu doğru değildi ancak silahı olanlar bu mesajı alıp silahlarını saklamışlardı.

Bu arada İlias Kumidis’in babası konvoya yetişmişti, oğlunu yakalamış ve onu aşağıya indirerek, “Nereye gittiğini sanın sen? Benimle geliyorsun. Hadi gidelim” demişti, onu kamyonetten indirmişti.

Konvoy nihayet Akropolis denen ana kavşağa ulaşmış ve burayı yavaş yavaş geçmeye başlamıştı. Prodromos bayrakları havaya kaldırarak askerlere sesleniyordu, “Kardeşlerim ateş etmeyiniz! Biz de Yunanız. Makarios hayattadır! Bunların yalanlarına inanmayınız! Bizler silahsızız!” diyordu. Askeri merkezdeki askerlerin aklı karışmıştı, emin olamıyorlardı. Konvoy hareket edince bir Yunan ordu subayı bir askerden bir tüfek kapıp havaya ateş açtı. Kamyonun arkasındakiler ateş açıldığını duyup paniğe kapıldılar. Bunlardan biri bir tabanca bulup ateş açtı. O zaman herkes gelişigüzel ateş etmeye başlayacaktı...

1974'te darbecilere karşı demokrasiyi savunurken öldürülen dört kişi için yaptırılan anıt...

DÖRT ÖLÜ...

Konvoy dört farklı yönden vuruldu: Askeri merkezden, paramiliter keskin nişancıların yerleştirilmiş olduğu iki apartman bloğunun tepesinden ve kavşaktaki okuldan...

Stelyos pikaptaydı Sotiris’le birlikte, bu pikap da kavşağın ortalarındaydı. En ağır saldırıya uğrayan onların pikapıydı... Stelyos, vurulanları görmüştü... Pikap hızlanıp sakin bir sokağa doğru dönmüştü...

Durdukları zaman dört kişinin ölmüş olduğunu gördüler... 24 yaşındaki Ahilleas, 46 yaşındaki Yorgos Hacıstefani, 17 yaşındaki Yorgos Haralambus ve 14 yaşındaki Andreas... Diğerleri yaralanmıştı...

Daha sonra bu dört kişiyi onurlandırmak üzere  ALKI futbol kulübü karşısına bir anıt yaptırılacaktı, bu anıtta ölenlerin resimleri ve kısa bir de şiir vardı. Şiir şöyleydi:

“Ey buradan gelip geçen, bu mesajı al ve yay

Bizler özgün insanlar olarak

Demokrasiyi savunurken düştük buraya

Öldük...”

YARALILAR VARDI...

Stelyos, Sotiris’in de kanadığını farketmiş ve ona, “Sen de vuruldun” demişti. Şoke olan Sotiris, yan tarafındaki karıncalanmanın olayların heyecanından değil, bir kurşundan olduğunu anlamıştı. Camları kırık, bir lastiği de patlak olan kırmızı renkli bir Honda’ya atlamışlar ve çevrelerindeki hengameden uzaklaşmışlardı. Başkaları da kurşun delikleriyle dolu ikinci bir arabayla Honda’nın peşine takılmıştı. Stelyos huzursuzlanmıştı çünkü polis merkezine doğru gidiyorlardı, hastanenin tam ters yönüne ve araç sürücüsüne bunu söylemişti. O tarafta barikatlar olduğunu söylediler kendine. Polis merkezine yaklaştıklarında bir polis koşarak onlara gelmiş ve yollarına devam edip ortadan kaybolmalarını söylemişti çünkü askerler hemen de merkezden ayrılıp onları aramaya çıkmışlardı. Yaralıları olduğunu söyleyince onlara hastaneye doğru gitmelerini ancak bu iki arabayla bunu yapmamalarını önermişti polis.

ERMENİ TAKSİCİ YARALILARI HASTANEYE GÖTÜRÜYOR

Polis karakolundan 100 metre kadar sonra bir taksi bürosu vardı, oraya gittiler. Tek seçeneklerinin hastaneye taksiyle gitmek olduğunu anlamışlardı. Diğerleri ortadan kaybolmuştuyaya olarak, Stelyos, Sotoris ve diğer yaralılar yalnız kalmışlardı. Ancak taksi şöförleri bu riski almaya yanaşmıyordu çünkü ortamın çok tehlikeli olduğunu biliyorlardı. Çok şükür emekli bir Ermeni taksi şöförü vardı orada, taksi bürosuna meslektaşlarıyla kahve içmeye gelmişti, herşeyi görmüştü ve onları götürebileceğini söyledi. Yaşlı bir taksi şöförü olarak Larnaka’yı çoğundan daha iyi biliyordu, barikatlardan kaçınarak onları hastaneye arka kapıdan sokmak için gitmesi gereken ara sokakları ve yan yolları biliyordu.

Hastaneye vardıklarında, paramiliter kuvvetler silahlarını her an kullanabilecek vaziyette onlara yaklaştı... Onlara komünist köpekler diye bağırarak derhal onları infaz etmek istediler ancak Ermeni şöför arabadan aşağıya inerek sakin biçimde önlerinde durdu, onların yalnızca göstericiler olduklarını, polis karakolunda olup bitenlerle alakaları olmadığını söyledi kendilerine. Ona kenara çekilmesini söylediklerinde, kararlılıkla önce kendisini öldürmeleri gerekeceğini söyledi kendilerine. Bu arada nörsler ve diğer hastane personeli arabaya gelmişti, paramiliter kuvvetleri kenara itip, yaralıları hastaneye götürdüler.

HASTANEDE TEDAVİ VERİLMİYORDU...

13üncü Koğuş’a gitmeleri söylenmişti, direniş esnasında yaralanan tüm diğerleri oradaydı ve en azından resmi olarak hiçbirine herhangi bir tedavi yapılmıyordu bunların. 13üncü Koğuş’a varmadan, koridorda Sotiris’in teyzesi olan hemşire Marianna onlara yanaştı ve Sotiris’in yarasının ne kadar ağır olduğunu sordu. Kanamayı durdurmak için yaraya katlanmış bandajlar koydu ve fısıltıyla silah ya da mühimmat taşıyıp taşımadıklarını sordu. Stelyos temizdi falat Sotiris’in ceplerinde hala kurşunlar vardı, teyzesine verdi bunları, teyzesi de kanlı bandajların içine bu kurşunları sakladı. Yeni bandajlar bulup bunları dikkatlice yaranın üstüne sardı. Bu basit hareket, Sotiris’in hayatını kurtaracaktı çünkü sonradan Sotiris’in pantolonunda mühimmat araması yapılacaktı, kurşunları bulacak olsalardı, kesinlikle öldürülecekti...

Onüçüncü koğuşa vardılar. Hiçbir bakım görmeyen, kendi halinde yataklarda yatan pek çok insan vardı. Marianna onlara bu insanları hiçbir şekilde tedavi etmemeleri yönünde katı emirler olduğunu ancak bazı hastane personelinin gizlice bu kararlara uymadığını söyledi.

Darbeyi destekleyen hekimlerden biri olan Dr. Loizos, Sotiris ve Stelyos’a suratında bir sırıtmayla yaklaştı ve alaycı bir biçimde 13üncü Koğuş’taki tüm bu komünistlerin acaba fasulya yeyip de karın ağrısı mı çektiklerini sordu...

Bir süre sonra Sotiris’in teyzesi Marianna biraz ağrı kesici getirdi onlara, bu alacakları tek ilaçtı...

Larnaka'nın eski hastanesi...

“SON DUALARINI ET ARTIK...”

Bir süre sonra bir subayın öncülüğünde paramiliter kuvvetler koğuşa girdiler ve Sotiris’e doğru gittiler. Subay tabancasını çekti ve Sotiris’i sorgulamaya başladı, darbeye karşı savaşmakla suçluyordu onu. Sotiris sükunetini korumayı başardı ve yalnızca bir gösteriye katıldığında ısrar etti, ateş açma olaylarına katılmadığını söyledi. Bir noktada subay Sotiris’e son dualarını etmesini söyleyerek tabancayı başına dayadı. Tetiği çektiğinde silah tık dedi, içinde kurşun yoktu, bu düzmece bir infazdı. Paramiliterler gülmeye başladılar. Her halukarda bugüne kadar da hala gülüyorlardır...

Tüm bunlara karşın Sotiris hayatta kaldı, yurtdışında okudu, evlendi ve eşi ve iki oğluyla birlikte hala Larnaka’da yaşıyor.

Dulla, tüm bunları anlatırken Stella’nın sanki de rahatlamış gibi içini çektiğini duydu... Dulla, Stella’nın da tıpkı 1974’te kendisinin olduğu gibi 15 yaşında olduğunu farketti ve genç kuşağın yaşanmış olanların barbarlığını öğrenmelerinin ancak yapılacak doğru şey olduğunu hissetti...

Birkaç dakika sonra Stella sonunda ne olduğunu sordu...

Stelyos eve dönmüştü, kanlarla kaplıydı, onun vurulduğunu sanmışlardı ancak çarçabuk olup biteni aktardı onlara...

BU ÖYKÜ GERÇEK OLAYLARA DAYANMAKTADIR...

Mahalledeki tek telefon onlarda olduğu için herkes onları arıyor ve sevdiklerine mesaj iletiyordu... Örneğin Ksantulla’nın eşi darbe gününde yoktu, hatlar düelince aramış ve iyi olduğunu bildirmişti... Eşi bu haberi duyunca o kadar rahatlamıştı ki... O günlerde Dulla’ydı telefonlardan sorumlu, bir keresinde birisi aramış ve bir komşuyu kaçması için uyarmasını istemişti, paramiliterler onu öldürmek ya da tutuklamak için evine doğru yola çıkmışlardı. Annika’yla birlikte Dulla bu mesajı vermeyi başardılar, tam da orduya ait bir cip eve yanaşırken, o komşuları arka duvardan atlayıp kaçabilmişti...

Nihayetinde Türk ordusunun işgali başladı ve darbe çöktü...

Kaleme aldığım bu hikaye, Larnaka’da bir işçi sınıfı mahallesi olan Ayyanni çatışmasının hikayesidir. Bu hikaye, görgü tanıklarının anlatmış olduğu gerçek olayların edebileştirilmiş bir öyküsüdür. Bazı isimler, kimlikleri korumak maksadıyla değiştirilmiştir. Herhagi bir hatadan ben sorumluyum ve herhangi bir yanlıştan ötürü özür dilerim. Eğer birilerinin elinde daha fazla detay varsa lütfen bana bildirin çünkü tüm gerçeğin mutlaka anlatılması lazımdır...

(Dimitris Hacıdimitriu’nun İngilizce olarak kaleme aldığı öyküsünü Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN)