KIBRIS’TAN HATIRALAR...
Son bir haftadan bu yana, Kıbrıs’ın güneyinde 15 Temmuz 1974’teki Yunan Cuntası ve EOKA-B’nin Kıbrıs’ta gerçekleştirmiş olduğu darbede, EOKA-B’ciler tarafından öldürülmüş olan Kıbrıslırumlar anılıyor...
Kostas Kosta arkadaşımız da, bu konuda dört Kıbrıslırum’un ağır işkenceler altında öldürülmüş olduğunu yazarak, onların öyküsünü kendi sosyal medya sayfasında paylaştı... Biz de okurlarımız için Kostas Kosta’nın yazısını google translate yardımıyla özetle derleyip Türkçeleştirmeye çalıştık. Kostas Kosta, EOKA-B’ciler tarafından öldürülen dört Kıbrıslırum’un öyküsünü özetle şöyle anlatıyor:
*** “Dört Kıbrıslırum’un kemiklerini kırmışlardı... Onları işkence altında öldürmüşlerdi. Dişlerini ve tırnaklarını sökmüşler, gözlerini çıkarmışlar, hatta kulaklarını bile kesmişlerdi...”
*** Andreas Kestas 20 yaşındaydı, Leymosun’dandı, seferi askerlerdendi. Haralambos Kirillu 19 yaşındaydı, Hloraka’dan seferi bir askerdi. Nikos Solomu 21 yaşındaydı, Başiyammos’tan seferi bir askerdi. Filippos Kritiotis 20 yaşındaydı, Ayios Fotios’tan milli muhafız ordusu askeriydi. 16 Temmuz 1974’te EOKA-B’ciler tarafından öldürülmeleri, Kıbrıs’ta işlenmiş en korkunç suçlardan birini oluşturuyor.
*** Kirillu ve Solomu, 15 Temmuz 1974 tarihinde Yunan cuntasının ve EOKA-B’nin faşist darbesi ardından Makarios’u kurtarma operasyonunda yer almışlar ve ona Baf’a kadar eşlik etmişlerdi. Sonra da Leymosun’a gelerek burada darbeye karşı direniş güçlerine katılmışlar ve Millet Bahçesi bölgesindeki çarpışmalarda yer almışlardı.
*** Ayyani Polis Karakolu’ndaki çarpışmalarda Kestas ve Kritiotis’le karşılaşmışlardı. Kritiotis, kendi birliğinden izinliydi ancak Baf’tan demokratik direnişe destek olmak maksadıyla otobüslerle gelen diğerlerine katılarak Leymosun’a gelmişti.
*** Direniş zayıflamaya başlayınca teslim olmayıp kaçmaya çalışmaya karar vermişlerdi. Kıbrıslıtürkler’in bulunduğu mahalleye gitmişler ve burada bir Kıbrıslıtürk kendilerine sivil giysiler ve yiyecek vermişti, sonra da yaya olarak Ağrotur Gölü’nden ve kiliseye ait çiftlikten geçerek Ağrotur’a varmışlardı...
*** Oradaki kahvehanede Kritiotis’in köyünden birisiyle karşılaşmışlardı, Dimitris Filippu burada evliydi, onun evine yemek yemeye gitmişlerdi... Ancak çevreden insanlar onları görmüşler ve Makarios’un hayatta olduğunu söylediklerini de duymuşlardı...
*** Köy telefonundan bir köylü EOKA-B’cilere derhal telefon etmiş ve “Hemen geliniz, dört Baflı geldi” demişti...
*** Yemek yemeye oturduklarında EOKA-B’nin darbeci işbirlikçileri otomatik silahlarla eve girmiş ve onları tutuklamıştı... Anlatılanlara göre Nikos Solomu, koşarak kaçmaya çalışmış, EOKA-B’ciler ona ateş etmişlerdi...
*** Sonra landroverlerle köyün okuluna götürülerek burada ağır işkenceye tabi tutulmuşlardı...
*** Sonra da Koloş ile Polemidya arasında bir bölgeye götürülerek burada kendilerine ölünceye kadar işkence yapılmıştı. İşkenceden ölmeyenler ise, soğukkanlılıkla öldürülmüştü...
*** Bu konuda adli tabibin raporları şoke edicidir. Bu yazının ilk paragrafında kullandığım sözcükler, Solomos’un babası Nikolas Hristos’a aittir... Sulla Hacıkirikau’nun RİK’te 2011’de yayımlanan “Yıllar Sonra” başlıklı bu dört kahramanla ilgili araştırma-belgeselinde konuşmuştu Nikolas Hristos ve böyle demişti...
*** Bu dört genç insanın ölü bedenleri, bir Kıbrıslıtürk çoban tarafından bulunmuştu, sözkonusu çoban Polemidya’da bir kahveye giderek orada oturanlara “derede çok kötü durumda dört ceset bulduğunu” anlatmıştı.
*** Bu dört gencin ölü bedenleri Leymosun Hastanesi’ne götürülüp bir odaya düzinelerce başka ölü bedenlerin yanına atılmıştı... Belgeselde bu konuda dört Kıbrıslırum genci morgta gören bir şahsın ifadesi de bulunuyor... “Damakları çok kötü durumdaydı... Bedenlerinde kesikler vardı, şişlenmişlerdi...”
*** Leymosun’da Aynikola mezarlığında bir toplu mezara gömülmüştü bu dört genç insan. Kendi ailelerinin dramı da o noktada başlıyordu... Önce ne olup bittiğini öğreneceklerdi... Sonra da sevdiklerinin mezarını bulup onları kimliklendirmeleri ve ruhlarını yatıştırabilmek için onları defnetmeleri gerekecekti yeniden...
*** Nikos Solomos’un babası Hristos, “İki ay boyunca çocuğumun geri dönmesini bekledim, en sonunda onun mezarının Leymosun’da Aynikola mezarlığında olduğunu keşfettim. Leymosun Polis Karakolu’nda bana ölülerin pek çok resmi gösterildi... Bu fotoğraflardan birinde ölü oğlumu gördüm, dişleri sökülmüştü, yüzü kurşun delikleriyle doluydu... Açıktır ki infaz edilmeden önce korkunç işkencelerden geçirilmişti...” diyordu.
*** Belgesele konuşan bu dört gencin akrabalarına göre, bu dört Kıbrıslırum’un katilleri bilinmektedir. Hiçbir zaman cezalandırılmadılar. Kendileri de hiçbir zaman işledikleri bu korkunç suçlar nedeniyle pişmanlık getirmediler...
*** Kritiotis’in, Kesta’nın, Solomos’un ve Kirillu’nun öykülerinden – ki onlar Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kahramanlarıdır – hiçbir tarih kitabında bahsedilmemektedir... Onların kanı her zaman bu yere musallat olacaktır...
KIBRIS’TAN HATIRALAR...
“15 Temmuz 1974 darbe günü ve umutlar kaybolurken...”
Ulus IRKAD
Gene de unutmuştuk 1963-64 günlerini. Hele 1968 yılında Denktaş-Clerides görüşmeleri başladığında umutlar daha da artmıştı. Denktaş ve Clerides her görüştüğünde ve barış umutları yayıldığında, o enklavlar içinde bile insanlar,yayılan, iyi barışçıl ortamdan dolayı Kıbrıslırum taraflarında çalışmaya başlamışlar ellerine yeterli olmasa bile para geçmekte, hele mücahitlik de yapanlar çift ödenekle daha da iyi geçirdirmeye başlamışlardı ailelerini. Benim de umutlarım vardı. Okuyacak güzel bir iş alacaktım, lise ikinci sınıftaydım. Her sene iyi dereceler alırdım sınıfımda ve okulumda. Umutlarım vardı... Umutlarım beni geleceğe bağlamaktaydı. Savaşı çoğumuz çok uzaklarda görüyorduk. Artık gerçeklerle birlikte Denktaş ve Clerides'in görüşmelerinden sonra bir de çözüm geldi mi, yepyeni bir hayata uyanacaktık bir gün. 1963-64 olayları çıktığında kahvehanelerde radyoların başına oturan büyüklerimiz, "Çözüm ve barış inşallah gelir, inşallah bu ateşler bu bombalar bu ölümler biter" derlerdi. Herkesin barış için umudu vardı. Herkes bu umutla yaşamaktaydı. Enklavların içinde de yeni yeni evler yapılmaya başlamıştı 1969 yılından sonra. Önce kerpiç evlerde oturan göçmenler yerleştirilmeye başlamıştı bu göçmen evlerine. 1970 sonrasında Piskobu köyünde bile koskoca bir harup fabrikasının yükseldiğini görmüştüm o zamanlar. Herşey normale dönüyordu.
Sonra 15 Temmuz 1974 geldi kapkaranlık bir kabus gibi. Ve 15 Temmuz gecesi darbenin biyatkarlarından Samson televizyonda konuşurken ansızın bir kurşun sesi duyulmuştu. Belli ki RİK teklevizyonunda darbeye karşı çıkan birileri vuruluyordu "Burası Kıbrıs Yunan Cumhuriyeti" diye tekrarlıyordu atanmış lumpen Cumhurbaşkanı.
Sonra çocuklar olarak biz de mevzilere çağrıldık. Harıl harıl çalışılıyordu. Hazırlıklar bir rövanş için yapılıyordu. Rum kesimlerinden tarama ve maşingan (makineli tüfek) sesleri duyulmaktaydı. Yüzlerce ölenler vardı. Mevzilerimizin içinden başımızı kaldırıp çığlık atan annelerin çığlıklarını duymaktaydık. Bu defa belliydi. Bu gelecek olan fırtına çoğumuzu Rum- Türk alıp götürecekti. Çoğu sevenlerimizi kaybedecektik. Nice yavrular Rum-Türk öksüz kalacaktı.
Ve savaş patladı 20 Temmuz günü. Esir aldığımız Kıbrıslırum polislerin yaşlı gözlerinde okudum felaketi. "Korkmayın" diyordum onlara, "Korkma Glafkos sana birşey yapmayacağız" diyordum. 30 yıl sonra Glafkosla Pile'de buluştuğumuzda o kabus gününü anımsayacaktık "Doğrusu arkadaşım gene de korkmuştum o gün" diyecekti Glafkos. Ben de ona "Biz de korktuk Glafkos, insan korkar tabi ki" demiştim.. Ve kısa bir süre sonra onun ölümünü duyacaktım. O gün, yani o 20 Temmuz 1974 günü, Rum- Türk çok insan öldü. 14 Ağustos’ta da öyle. Sonra yerlerimizi değiştirdik. Onlar Güneye biz Kuzeye attık kendimizi.
Bugün 47 yıl geçmiş aradan. Yaşım 17'diydi, bu gün 64 yaşındayım. O umutlarım yok artık. O apaydınlık, Kıbrıs'ımın umutları... Kıbrıs sorunu devam etmekte. Özgürlük denildi ama Kıbrıslıtürkler için hala daha bu göçetmek ve de varolmak, ya da olmamak. Güney'de yaşayanlar için ise her ölen akran veya bizden büyük vatandaşlar için "Ölmeden Maraş’ı göremedi" nidaları ve ağlamaları... Aynen bizimkiler gibi... Bizim için de aynı. Güney hayali görenler için artık Kuzey son kapı. Artık ölüm de var kapıda. Ama bir şarkı geliyor ya uzaklardan "Umudu kesme yurdundan, Umudunu terketme". Baf gecelerinde, kapkaranlık savaş kabusu olmadan önce umutlarımın çocuklarımda, torunlarımda olmasını istiyorum. Umutlarımın barışın onlar tarafından yaşatılmasını, devam etmesini istiyorum.
Baf gecelerinin umutlarında yokolmak kaybolmak istemiyor, barışın ve çözümün artık gelmesini istiyorum...