“17 “kayıp” Kıbrıslıtürk’ün akibeti ancak Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne başvurudan sonra araştırılmaya başlandı…”

Sevgül Uludağ

POLITIS gazetesi “Kıbrıs: Cezalandırılmamış Suçlar” dosyasını yayınlamaya devam ediyor…

 

Lefkoşa, 26 Temmuz 2018 (T.A.K.): Kıbrılırum polisinin, 1963-64 döneminde kaçırılıp öldürülen 17 Kıbrıslıtürk’ün yakınlarının Kıbrıslırum İçişleri Bakanlığı ve Başsavcılığının ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gitmesi nedeniyle 2010’da başlattığı araştırma kapsamında 7 vakayı araştırdığı, bunlardan 3’ünü 2013’te aydınlatılamamış dosya olarak arşivlediği bildirildi.

Araştırılan ilk konunun, Aralık 1963’te Lefkoşa Genel Hastanesi’nden kaçırılarak öldürülen gardiyan Mustafa Arif ile ilgili olduğuna, araştırmanın 2010’da, cinayetin iki baş şüphelisinden biri öldükten sonra başladığına dikkat çekildi.

Politis bir süredir yayımlamakta olduğu “Kıbrıs: Cezalandırılmamış Suçlar” dosyasının bugünkü bölümünde, 63-64 döneminde kaçırılıp öldürülen Kıbrıslıtürkler hakkında, AİHM’e gidildiği için başlatılan polis araştırmalarıyla ilgili dikkat çekici detayları aktardı.

Gazete haberini “Polis 47 Yıl Sonra Harekete Geçti… 17 Kıbrıslıtürk İçin 7 Araştırma… 63 Kaybı Bir Kıbrıslıtürk’ün Kalıntıları, Baş Şüpheli Öldükten Sonra Bulundu” başlık ve spotuyla birinci sayfasından duyururken, “Polisin 2010’daki İlk Araştırmalarının Sebebi Kıbrıslıtürkler’in AİHM’e Başvurmaları” başlığıyla da iç sayfasında detaylandırdı.

Habere göre etkin araştırma yapmayıp sorumlularını ortaya çıkarmadığı için Rum Yönetimi aleyhine AİHM’e yapılan ilk başvuru 2008’de (Kıbrıslırum polisinin Muratağa-Sandallar-Atlılar davasını araştırmaya başlamasından bir yıl önce) 1963’te 41 yaşında olan gardiyan Mustafa Arif’ti. Arif kalp rahatsızlığı nedeniyle 21 Aralık’ta Lefkoşa Genel Hastanesi’ne gittikten iki gün sonra (23 Aralık) silahlı ve cezaevinden meslektaşları olması muhtemel iki Kıbrıslırum tarafından kaçırıldı. Ancak Kıbrıslırum polisi, hastane kayıt defterinde Arif’in 28 Aralık’ta taburcu edildiğini saptadığı için bu iddiayı kabul etmiyor.

Gazete kayıt defteri olmasına rağmen araştırma görevlilerinin, ne Arif’in tedavi edildiği koğuşla, ne de aynı koğuşta tedavi gören diğer hastalar, ne de o dönemde hastanede çalışan doktor veya hemşireler ile ilgili başka veri bulamadıklarına dikkat çekti.

Arif’in oğlunun, iki Kıbrıslırum gardiyanın ismini, babasının kaçırılması ve öldürülmesindeki failler olarak –verdiğini belirten gazeteye göre, Kıbrıslırum polisi, adı verilen şüphelilerden birinin varlığını doğrulamakla birlikte bu kişinin emekliliğinden sonra Atina’ya taşındığını ve araştırmadan önce de öldüğünü belirtti.

Gazeteye göre AİHM, “Emin ve diğerlerinin Kıbrıs aleyhine başvurusu” olarak anılan 6 59263/08 dosya hakkındaki 2012 tarihli kararında, Rum makamlarının Arif ile ilgili araştırmasının, kurbanın kalıntılarının bulunup kimlik tespitinin yapılmasından sonra başlaması gerektiğini mütalaa etti. Gazete Arif’in kalıntılarının Şubat 2007’de Strovolo’daki bir kuyuda bulunduğunu, Mayıs 2008’de kimlik tespitinin yapıldığını, 2008 Haziranı’nda yayımlanan adli tıp raporunda da “kafasına, uzun namlulu veya otomatik tüfek ile yakın mesafeden ateş edildiği” ifadesinin yer aldığını belirtti.

AKRİTAS SORUŞTURMALARI

Gazete haberin “‘Akritas’ Soruşturmaları” başlığıyla ayırdığı bölümünü ise şu şekilde aktardı:

“Polis, Mustafa Arif’in kaçırılması ve öldürülmesinin araştırılmasında Merkezî Cezaevi’nin 1963 personeli ile o dönemde cezaevi bölgesinin kolluk sorumlusu olan polis mensuplarını sorguladı. ‘Akritas’ örgütünün hayatta olan üyesini sorgulayan polis, peşinen ‘örgüt tarafından herhangi bir Kıbrıslıtürk’ün kaçırılması veya öldürülmesi talimatı hiç verilmediğini’ netleştirmeye özen gösterdi. Polise göre Arif cinayeti ‘bağımsız gruplar veya ‘Akritas’ örgütü mensuplarının, örgütün bilgisi olmadan, kendi inisiyatifleriyle işlendi.’ Arif davasıyla ilgili polis araştırması raporu, davanın, başka araştırmalar çerçevesinde yeni veriler ortaya çıkması şartıyla yeniden açılmak üzere arşivlendi (Arif’in kalıntıları Strovolo’da, öldürülmüş başka bir kişinin kalıntılarıyla birlikte bulundu). Raporda, Arif’in oğlu tarafından adı verilmiş olmasına rağmen ikinci fail ile ilgili, ne yaşayıp yaşamadığı, ne kimliğinin tespit edilip edilmediği ne de başka herhangi bir atfa yer verilmedi.”

AİLELERİ RESMÎ BİLGİ İSTEDİ

Kıbrıslırum polisinin 63-64 dönemi Kıbrıslıtürk kayıplarla ilgili araştırma başlatmasının tek sebebi Mustafa Arif ve diğer 16 Kıbrıslıtürk’ün yakınlarının AİHM’e başvurusu değildi. Aileleri tarafından resmi araştırma talebinde bulunulduğu için araştırılan isimler arasında 63’te 38 yaşında olan ve kalıntıları 2008’de Strovolo’daki bir kuyuda bulunan Derviş Mehmet, 1964’te 29 yaşında olan ve kalıntıları Haziran 2006’da Protara’da bir kuyuda bulunan Hüseyin Ahmet ve Lefkoşa’dan Mağusa’ya gittiği sırada 29 Nisan 1964’te kaçırıldığında 24 yaşında olan ve kalıntıları Tseri’de bulunan Mustafa Osman Akay da bulunuyor. Kıbrıslırum polisi 2010’da bu üç kişi ile birlikte 7 Kıbrıslıtürk hakkında daha araştırma başlattı ancak üçü, aydınlatılmamış dosya olarak arşivlendi. Gazete 14 Ağustos 1974’te Dohni’den (Taşkent) alınarak öldürülen 84 Kıbrıslıtürk için de yakınlarının, araştırılma yapılması için Kıbrıslırum makamlarına resmî başvuru yaptığına dikkat çekti.

ÜÇ DOSYA DAHA

Gazete Kıbrıslırum polislinin yine Kıbrıslıtürkler’in AİHM’e başvurusu ile 2010’da araştırma başlattığı 3 dosya daha olduğunu yazdı.

Habere göre bu davalardan biri de, 11 Mayıs 1964’te “Vathilaka” (Derince) köyünde Ali Musa Zorba ile birlikte kaçırılan ve aynı gece Dipkarpaz’da öldürülen, kalıntıları da Ocak 2008’de bulunup aynı yılın kasımında kimliği tespit edilen Abdullah Emirzade ile ilgili. Adli tıp raporunda Emirzade’nin başına ateş edildiği, vücudunun çeşitli yerlerinde kırıklar olduğu belirtildi.

İkinci dava 23 Aralık 1963’te kaybolan 50 yaşındaki Dalili Hüseyin Mehmet Buba ile ilgili. Buba’nın kalıntıları 2007’de diğer üç kişinin kalıntılarıyla birlikte Strovolo’daki bir kuyuda bulundu, kimliği Şubat 2008’de tespit edildi. Adli tıp raporunda Buba’nın kafa tasına ateş edildiği yazıldı. Polis bu davayı da aydınlatılmamış dosya olarak arşivledi.

Üçüncü dava ise, Larnakalı 13 Mayıs 1964’te çalıştıkları Dikelya Üssü’ne otobüsle gitmekte olan, otobüs şoförü de dahil 11 Kıbrıslıtürk ile ilgili. Ahmet Fadıl Balamagi, Hasan Durmuş, Kemal Enver Veloks, Kemal Mustafa Aydoğanlı, Mehmet Ahmet İndiyano, Bayram Mustafa, Hasan Mustafa Bari, Behiç Hasan Göksan, Hasan Hüseyin, Yusuf Tosun (şoför) ve Kamil Raif Dimililer’in kalıntıları 2006 sonbaharında Oroklini’de bir kuyuda bulundu ve kimlikleri 2009’da tespit edildi.

(TAK Ajansı Rumca Haber Bülteni’nden – 26.7.2018)


BASINDAN GÜNCEL…

“İnsani değeri olmayan varlıkları, insana dönüştüremezsiniz…”

İnci Hekimoğlu

Bugün Yunanistan yandığı için sevinenlerle dün komşularını yakanların beslendikleri ideolojik zeminin bu canlı türünü yetiştirmesinden daha doğal ne olabilir?

Yunanistan yanıyor.

Korkunç bir insani trajedi yaşanıyor. Şu ana kadar bebek, çocuk, kadın, erkek 79 kişinin yangında öldüğü, yüzlerce yaralının olduğu açıklandı. Yangının kaç canlıyı kavurduğu, ne kadar ağacı kül ettiği henüz tam olarak belli değil.

Dünya basınına düşen fotoğraflar, canını kurtarabilenlerin tanıklıkları insanın yüreğini titretiyor.

Bu korkunç felakete ilişkin bizim ülkemizden sosyal medyaya yağan mesajlarda ise yüzlerce ‘Müslüman Türk’ün Ortaçağ’dan bu güne hiç evrim geçirmeden ulaşabildiğine ilişkin nadir örneklerinden.  

Sosyal medyadan bütün farklılara nefret kusanların çoğunun genç olmasına bakılırsa, övünecekleri tek şeyin komşu yakmaya hevesli genleri olduğuna kuşku yok.

Yunanistan’a uçaklarla benzin dökmekten ölü sayısının artması için dua etmeye, Filistin ve Suriye ile kıyaslamaktan felakete üzülenlerin ‘kanından şüphe etmeye’, “insan”ı tanımlayan değerlerin dışında her şey bir aradaydı.

Bu mesajları yazabilenlere, 1999 yılındaki büyük İzmit depreminde yardıma koşan ilk ülkenin Yunanistan olduğunu hatırlatmanın, resmi tarih yalanlarından bahsetmenin, Yunanistan’a üzülenlerin Filistin ve Suriye için yalnız üzülmediklerini pek çok eylem ortaya koyduklarını, AKP iktidarının Yunanistan’ın fiilen el koyduğu 16 ada hakkında hâlâ bir açıklama yapmadığı gerçeğinden söz etmenin yararının olmayacağı açık.

Belki çok naif gelecek ama bana göre en acımasızı “Ateşin bol olsun komşu” idi.

1914 Ermeni katliamından 1978 Maraş, 1980 Çorum katliamlarından 1993 Sivas Madımak katliamına ülkemiz toprakları adeta bir tür Türkçü İslamcı piroman laboratuvarı gibiydi.

6-7 Eylül olayları dahil tarihimizdeki Türk-Sünni olmayanlara ve bu fabrikasyon kimliğe itirazı olanlara yönelik tüm katliamların arkasında devlet organizasyonu olsa da, katliama hevesli, koşa koşa giden komşu hatta hısım bulmakta hiç zorluk çekmediler. Ama hiç olmazsa bu ‘sıradan’ katil ve yağmacıların hiçbiri ortaya çıkıp, utanmazca ellerindeki kanı savunmaya, suç ortağı olmaktan gurur duyduklarını açıklamaya kalkmadı.          

Bugün Yunanistan yandığı için sevinenlerle dün komşularını yakanların beslendikleri ideolojik zeminin bu canlı türünü yetiştirmesinden daha doğal ne olabilir?

Onlar herkesi tehdit edebilir, küfredebilir, hedef gösterebilir ve hatta Suruç’ta olduğu gibi bir cinayet dizisine bile imza atabilirler. Yine de ya ‘ifade özgürlüğünü’ kullanmış ya da soruşturmaya bile gerek duyulmayacak kadar önemsiz canlıları yok etmiş olurlar. Egemenlerin ‘makbul vatandaşlar’ dışındakilere bakışı tam da budur.

Türkiye’yi çürüten bu afet, Yunanistan’la kıyaslanamayacak kadar ağır, ürkütücü ve derinken, asıl kendimize üzülmeliyiz. Yunanistan yaralarını onarabilir ama hiçbir insani değeri olmayan varlıkları insana dönüştüremezsiniz.

Gelecekte bu dönem tarif edilirken altı çizilecek en önemli unsur herhalde ‘yandaş suçluların ve yanlı suçların’ meşrulaştırılarak normalden sayılması ile hukuk alanının dışında onlara sunulan özel ‘serbest bölgeler’ olacak.

(ARTI GERÇEK – İnci HEKİMOĞLU – 26.7.2018)