TALES OF CYPRUS yani “Kıbrıs’tan Hikayeler” başlıklı internet sitesinin yaratıcısı, Avustralya’dan çok değerli arkadaşımız, akademisyen, araştırmacı yazar ve grafik sanatçısı Konstantinos Emmanuelle, “Bize dair gerçekler” başlığı altında yayınlamakta olduğu Kıbrıs’a dair gözlemleri ve araştırmalarında bu kez de Kıbrıs’ta 1950’li yıllar öncesinde farklı etnik ya da dini kökenden gelip de birlikte kardeşçe yaşam sürdüren toplumlarımızın ilişkilerine bakıyor...
Konstantinos Emmanuelle’in yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Konstantinos Emmanuelle devamla şöyle yazıyor:
ANDREAS PAPANEOFİTU – STRONCİLO (TURUNÇLU), MAĞUSA...
“O zamanlar Türk ve Rum sakinler arasında herhangi bir fark yoktu. Hepsimiz de Kıbrıslıydık... Birlikte çalışır, beraber dans eder, şarkı söylerdik... Pek çok düğün törenimize, kimin Müslüman arkadaşları varsa, onları düğüne davet ederdi... Ne de olmasa bütün danlarımız aynıydı ve şarkı söylediğimizde, seslerimiz de aynıydı... Esas kaygımız, işimizde ve köye dair çalışmalarda birbirimize nasıl yardım edeceğimizdi...
Arkadaşlarım Mustafa, Andreas, Ahmet ve Yorgos’la top oynadığımızı hatırlıyorum... Beraber top oynardık, birbirimizin evine giderdik ve ayrı durmamız için hiçbir zaman herhangi bir neden yoktu. Analarımız, babalarımız da buna onay verirdi ve toplumumuz birdi... Hatta papazımız yolda yürüdüğünde tüm arkadaşlarım – ister Müslüman, ister Hristiyan olsun – aynı saygıyı gösterirdi...
Bir gün iri bir katırın üstünde olan Mustafa köyde neredeyse yarış yapıyordu... Benim gibi densiz biriydi ve katırlarını yarıştırmayı çok severdi... Ne yazık ki birşeyler oldu ve katırın ayağı takıldı, Mustafa hayvanın sırtından fırlayıp taşlık yola savruldu... Kafasının derisi yüzülmüş, çok kötü biçimde yaralanmıştı... Köydeki tek araç, köy muhtarının arabasıydı, Mustafa’yı alıp doktora götürdü. Mustafa’nın annesi üzüntüye boğulmuştu, derhal biraz yağ alarak bizim kilisemize koştu, bir mum yakıp Ayios Spiridonas’a dua etmek için... Çocuk kurtulmuştu ve köye döndüğünde annesi herkese oğlunun hayatının aziz tarafından kurtarılmış olduğunu söylüyordu...”
DİMİTRİS DİMİTRİU – LAPTA...
“Ben büyürken, köyde kimin Kıbrıslıtürk, kimin Kıbrıslırum olduğunu anlayamazdım. Hepsimiz de aynıydık... Tek bir aile gibi büyüyorduk. Tek bir aile... Fakirdik ve hepsimiz de çok çalışıyorduk... Ana-babalarımız okuma yazma bilmediği için çok çalışıyorlardı ki çocuklarını okula gönderebilsinler.
Müslümanlar’la arkadaştım. Sınıf arkadaşlarım Mehmet, Adnan, Ertan Oz ve Salih’i hatırlarım. Bunlardı benim arkadaşlarım... Bayramları olduğunda giderdik. Bizim Paskamız olduğunda da onlar bize gelirdi. Her zaman beraberdik. Birimizin düğünlerine de giderdik... Hiç kimse de Hristiyan mıyık yoksa Müslüman mı, aldırmazdı ve bir şey demezdi. Ben Dimitri’ydim, sen ise Said idin... Durumlar böyleydi...”
LUKAS ANDRONİKU – DROMOLAKŞA KÖYÜ (MORMENEKŞE), LARNAKA...
“Futbol takımımda harika oyuncular vardı. Nazım Ali vardı, Hüseyin Alaman vardı, Zekai ve Mustafa vardı... Büyük, mutlu bir takım olarak hep beraber top oynardık... Hiçbir sorunumuz yoktu. Arkadaşım Nazım Ali, bir keresinde Rumca bir tiyatro oyununda oynadıydı, rolünü o kadar ciddiye aldıydı ki, repliklerini ezberlemiş ve bunları mükemmel bir Rumca’yla söylemişti oyunda... Onlar bizim geleneklerimizi seviyordu ve biz de onların geleneklerini seviyorduk. Aynıydık...
Babamın bana anlattığına göre eski günlerde Hala Sultan Tekkesi’nde küçük bir kahvehane varmış, burada kahve, şeker ve hiçbir zaman sönmeyen ve kömürle çalıştırılan bir kahve ocağı varmış... Bu küçük kahvehane Hala Sultan Tekkesi’ne aitmiş... Kahvehanenin sahipleri her zaman Hristiyanlara istedikleri zaman gelip kahvelerini yapmalarına izin verirlermiş, herhangi bir ayırımcılık yapmaksızın... O günlerde bu kadar açık bir misafirperverlik vardı yani...”
NİNA ANDRONİKU – DROMOLAKŞA KÖYÜ (MORMENEKŞE), LARNAKA...
“Ben Türk mahellesinde dünyaya geldim. 20 yaşıma gelinceye kadar Kıbrıslıtürkler arasında büyüdüm. O kadar iyi geçinirdik ki yani demek istediğim çok çok iyi geçinirdik. Hatta ben köydeki Kıbrıslırumlar’la gidip oynamayı bile düşünmezdim... Bütün günümü Türk kızlarıyla geçirirdim: Oynayarak ve koşuşturarak... Benim için çok sevinçli günlerdi... Size ne söyleyebilirim? Hiç ayrılmazdık... Bugün bile onları hatırlarım... Hatice vardı, Neriman vardı, Havva vardı... Bütün gün beraberdik – bütün gün...
Onların düğünlerine gittiğimizi hatırlarım. Büyük bir odada hep beraber otururduk – bütün kadınlar ve kemaneci... Kemaneci şarkılar çalardı... Kemanecinin kör olması gerekirdi... Kadınları görmesine izin yoktu diye... Oda kadınlarla dolu olurdu, gelin de giyinmiş ve çok güzel olurdu, o da bu odada olurdu... Ve oradaki kadınlar, geline kına yakarlardı... Üç gün boyunca o odada kalırdık. Her gece, gelin hanım farklı entariler giyerdi... İlk gece entarisi pembe renkli olurdu, ikinci gece mavi ve son gece ise beyaz olurdu... Erkekler, kadınlardan ayrı bir yerde eğlenirdi... Erkekler köy kahvesinde çalgıları ve davullarıyla kutlama yapardı...”
PANAYOTA SOLOMİ – KOMİKEBİR KÖYÜ, MAĞUSA...
“Yürümeye yeni başladığımız andan itibaren her zaman köydeki küçük Türk çocuklarıyla birlikte oynardık. Benim arkadaşım Şerife idi... Babam, İbrahim’le birlikte çalışırdı ve onlar kardeş gibiydi... Hiçbir sorunumuz olmadı. Hiçbir zaman ama hiçbir zaman Türk komşularımıza yönelik herhangi kötü bir duygumuz olmadıydı...”
PANAYOTİS KLOS – İNYA KÖYÜ, BAF...
“Köyüm İnya’da 1945 yılında ilkokulu bitirdiydim. Yedi çocuk yetiştirmek durumunda olan ve dul bir kadın olan annemin beni Kasaba’da ortaokula göndermek için maddi gücü yoktu. Kaderimde çoban olmak vardı. Ancak Allah rahmet eylesin, dedem Haralambos bana acıdı ve Arodez’de bir Türk okuluna gitmem için gerekli düzenlemeleri yaptı. Böylece yalınayak, eşeciğimle birlikte Arodez’e gittik ve orada okulun öğretmeni Mustafa ile tanıştık. Okulun öğretmeni hiç tereddütsüz beni sınıfına kabul etti. Beni sınıfın en önüne, Ahmet adlı bir oğlan çocuğunun yanına oturttu. O günlerde Türk okullarında Rumca ders verilmesine izin yoktu ancak öğretmen yine de verdiği dersleri, benim için Rumca’ya çeviriyordu. Yavaş yavaş Türkçe öğrendim ve bu şekilde bütün derslerimden yüksek notlar aldım. Ta başından sınıf arkadaşlarım beni kabul edip sevmişlerdi, ben de onları sevmiştim...”
NİKOS HRİSTU – PENDAGOMO KÖYÜ (BEŞEVLER), LEYMOSUN...
“Gerçekten birlikte çok iyi yaşadık... Herhangi bir sorunumuz yoktu... Dıştan biri köye geldiğinde, kimin Türk, kimin Rum olduğunu ayırdedemezdi... Şunu söylüyorum – birbirimize benziyorduk ve aynı şekilde hareket ediyorduk... Bizim gibi konuşurlardı Rumca’yı, tam olarak aynı şekilde. Hiçbir fark yoktu. Kardeş gibiydik...”
KOSTAKİS PANAYİ – PENDAGOMO KÖYÜ (BEŞEVLER), LEYMOSUN...
“Her zaman beraberdik... Hiçbir zaman, hiç kimse Hristiyan mı yoksa Müslüman mı olduğunuz hakkında herhangi bir ayırım yapmazdı... Birlikte içiyorduk, kutlamalar yapıyorduk, birbirimizin düğünlerine gidiyorduk, birbirimizin kahvehanelerinde birlikteydik ve birlikte kağıt oynuyorduk... Kardeş gibiydik...”
STELYOS HRİSTU – PENDAGOMO KÖYÜ (BEŞEVLER), LEYMOSUN...
“Pek çok Müslüman arkadaşım vardı. Kemal vardı, Turan vardı, Beyzade vardı, Hasancık vardı... Küçük Hasancık’la yetişkinleri eğlendirmek üzere güreş yapardık... Büyük çukurların içinde yerde oturup yemeğimizi yerdik, sohbet ederdik ve hatta birlikte uyurduk bu büyük çukurlarda, yakınlarda koyun sürülerimiz otlanırken...”
KATERİNA BATSALU – PERİSTERONA KÖYÜ, BAF...
“Birbirimizden farklı değildik. Türk kadınları her ne zaman süt bulurlarsa, o zaman bana nor getirirlerdi... Karpuzları olduğunda, her zaman bize de verirlerdi. Çok iyi geçinirdik. Komşum ekmek pişirirdiğinde, beni evine çağırırdı birlikte yemeğe... Aynıydık... O kadar çok şey paylaştık ki... Geceleri diğer kızlarla birlikte bir patikada yürüyorsaydım, Türk erkekler duvara doğru geri çekilirler ve bizim zorluk çekmeden yanlarından geçip gitmemize yardımcı olurlardı... Çok iyi anlaşırdık... O günlerde Türkler’le sorun yaşayan herhangi birisini tanımadım...”
KİRİAKOS ELEFTHERİU – PERİSTERONA KÖYÜ, BAF...
“Babam köydeki Türkler için ev inşa ederdi... O günlerde para yoktu ve babam malzeme ve araç gereç almakta zorlanırdı... Mümtaz adlı bir Türk arkadaşı babama 200 lira borç vermişti ki istediği makineyi alabilsin... Bu Türk’ün inanılmaz cömertliğiyle babam evlerini inşa etmeye devam edebildi. O günlerde 200 lira, çok büyük bir paraydı. Babam bu parayı elde edebilmek için ya malını satacak ya da borç altına girecekti... Ancak arkadaşı Mümtaz sayesinde, bunları yapması gerekmemişti...”
YANULLA VRONTİ – AMBELİGOS KÖYÜ, LEYMOSUN...
“Türk komşularımızla çok iyi anlaşıyorduk... Kahvehanede Karagöz gölge oyununu izlemeye gittiğimi hatırlarım çocukken... Hep birlikte otururduk, Hristiyanlar ve Müslümanlar... Bizi ayırdedemezdiniz... O günlerde başka eğlence yoktu. Ancak daha sonraları sinemayı keşfedecektik...”
AFRODİTİ ARİSTARHU – KALAVASON KÖYÜ, LARNAKA...
“Çok çok iyi anlaşıyorduk Türk komşularımızla... Aramızda çok büyük bir güven duygusu vardı. Babamın arkadaşı Halil, beni ve kızkardeşimi eşeciğine bindirip tarlalarına götürürdü, kendisine eşlik etmek üzere, ekinleri biçtiğinde ya da tarlasını ektiğinde... Eşeciğin üstünde iki küçük kız... Bulgurunu da getirirdi, ona bulgur pilavı yapalım diye...”
THEKLA SAVVA – KALAVASON KÖYÜ, LARNAKA...
“Bir keresinde kocam bir at arabasının altında kaldıydı ve Türkler gelip onu kurtardıydı... Neredeyse ölü vaziyette eve getirdiler onu ve ertesi günü de gelip durumuna baktılar ve bana herhangi bir konuda yardım isteyip istemediğimi sordular: O kadar iyi insanlardı... Kendi insanlarımızın bile o kadar da umurunda değildi... Bizler kardeş gibiydik. Şevket diye bir adam vardı... İnanılmaz bir adamdı: ailemize çok iyi davranırdı... Çocuklarımın okula gittiğini gördüğünde “Dorothi, Rena, geliniz size dondurma vereyim” diye ses atardı... Ve hiçbir zaman para da kabul etmezdi. Hiçbir zaman... Benim düğünümde bir Türk gumbaromuz vardı... Birlikte dansettik... Kardeştik, derim size... Nasıl iyi anlaştığımızı hiç anlatamam size...”
(Bu aşırı uzun makalemi okuduğunuz için size çok teşekkür ederim... Hepinize barış ve sevgiler... Kostas (Konstantinos) Emmanuelle...)
(TALES OF CYPRUS’ta Konstantinos Emmanuelle’in yazısını derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN... Fotoğraflar, “Tales of Cyprus”tan alınmıştır...)