1959 yılında Lefkoşa’da vurularak öldürülen İsmail Bedasi, nam-ı diğer ‘Galeci’…

Sevgül Uludağ

Bu fotoğraf, Artun Gökşan Lurucinalı’nın arşivinden… Geçtiğimiz günlerde kendisinin kurduğu bir sosyal medya grubunda yayınladı ve böylece adını çok duyduğumuz ama fotoğrafına hiç rastlamadığımız ünlü “Bedasi”nin bir fotoğrafını görmüş olduk… 1959 yılında Lefkoşa’da “teşkilat” tarafından vurularak öldürülen İsmail Bedasi’yi yanısıtıyor… Nam-ı diğer “Galeci”yi… Bu fotoğrafı, okurlarımız için sayfamıza alıyoruz… Çünkü hiç bilinmeyen, her zaman göremeyeceğimiz ender fotoğraflardan birisi bu…

Anlatılır ki Bedasi, o kadar çevik birisiymiş ki, İngilizler onu ya “teşkilat” ya da başka bir gerekçeyle içeri attıklarında, hapishaneden zıplayarak kaçmaktaymış – bunun üzerine hapishane duvarlarının yükseltildiği ya da dikenli teller eklendiği rivayet edilir…

İsmail Bedasi, nişanlıydı ve evlenmeye hazırlanırken, Lefkoşa’da davetiye dağıtmaya gelmişti – pusuya düşürülerek Deveciler Hanı civarında bir noktada sırtından vurularak öldürüldü. Rivayete göre, onu öldürmek üzere emir verilmiş fakat Lurucina’da onu öldürmeye cesaret edememişti öldürecek olanlar…

Bir yakınının aktardıklarına göre 9 Eylül 1959’da öldürüldüğü zaman henüz 35 yaşında idi. Köyde bazı “teşkilatçılar” broşür dağıtarak cenazesine ailesinden başka hiç kimsenin katılmaması için “uyarıda” bulunmuştu. Yine bir yakınının aktardıklarına bakılırsa, üç kez köye gitmişler onu vurmak için ama cesaret edemedikleri için, nihayetinde Lefkoşa’da onu pusuya düşürerek arkadan vurmuşlar, beş el ateş etmişler… Bu yakınları “Yapanlar, cezasını evlatlarıyla ödedi, çok yazık oldu… Evlenecekti Bedasi, düğün hazırlığı yapardı… Zamanın birinde yapanlara sorduk ve “O konu kapandı” dedi bizlere… Her ne ise, olan oldu, mekanları cennet olsun” diyor…


İsmail Bedasi

Lurucina’dan Mehmet Mahmut arkadaşımız ise sosyal medyada bu konuda şöyle yazdı:

“Ismail Arif BEDASİ (GALECİ)

Dünyanın neresinde olursa olsun, halklar, insanlar, topluluklar, hangi nedenle olduğuna bakmaksızın, başını kaldıranları, mevcuta karşı kendi yolunu çizenleri, içinde cesaret isteyen işleri yapanları, o işlerin niteliği ne olursa olsun, kahraman yaparlar, efsaneleştirirler. İşte İsmail Bedasi (Petasi) Tsayra namı diğerle GALECİ böyle yaşadı, böyle öldü. Ama neredeysa bütün Kıbrıs onun adını duydu, yaşamından kesitleri insanüstü olaylar olarak anlattı çok kere… Abartmalar yok muydu? Olmaz olur mu… İnsan kendi yapamadıklarını yapanları tabii da büyütür ve hatta içinde yapmak istediklerini da ona yakıştırır ve yaptırır… Hepsi da karşı çıkabilmek ile alakalıdır. Şaka değil, kendini hapse götürecek, sistemin suç olarak tanımladıklarını yapma yanında, yarışlarda geçilmez, efsanevi bir koşucuydu, sporcuydu… Ama en önemlisi TMT’cilere, hem da Çetinkaya’da Kemal Şemiler’e, hem da masasına tabancasını çıkarıp koyarak meydan okuyacak kadar yürekliydi… Kendi hakkında verilmiş ölüm emrini yerine getirmek için Lurucina’ya gelen timi, kendi inşa etmekte olduğu evinin yanındaki okulda saklanarak pusuya düşürmüş, silahlarını almış, “Hade re gobelloukia, partte sheretismata stou mastrou sas!" yani "Hade be çocuklar, ustangıza selam götürüng!" diye altın altın gülerek, geri Lefkoşa’ya göndermişti gün ağarmaya başlarkene…

Ancak ikinci öldürme girişiminde kurtulmayı becerememişti… En güvendiği arkadaşları tarafından götürülmüştü o gün Lefkoşa’ya… Bunlar yetmez mi onu efsane yapmaya… (Bir Eylül günü olmalıydı, bağdan (bağbozumu) dönerken “Galeci’yi vurdular” haberini almıştık. Dedemin evinin tam karşısında olmasına rağmen ve hatta hısımımız olmasına, babamın yeğeni ve yakın arkadaşı da olmasına rağmen ve hatta nişanlısı Fatma aba ile annemin birinci yeğenliğine rağmen o gün cenazenin getirildiği baba evine gitmemiştik. Cenazesine gitmeyi bile yasaklamışlardı… Tıpkı öldürülen sendikacılar, ilericiler, demokratlar ve komünistler gibi…)”


“Eskiler ksinari çapası derdi… Ksinari ve yılan…”

Birtan GÖKŞAN

1970 lerdeydi. Dedem Hasan Efendi ve Razgeli nenem 1960’larda gittikleri İngiltere'den tekrar Kıbrıs'a geri gelmişlerdi.

O tarihlerde köyümüz Lurucina'da artezyen kuyuları yeni yeni kazılmaya başlanmıştı.

Babam, dedemin ısrarları ve bir miktar maddi yardımıyla Ballura bölgesinde dört inçlik su çıkaran bir artezyen kuyusu kazmıştı. Bir de 135’lik Massey-Ferguson almıştı. O tarihlerden sonra bahçe işlerine başladık.

Markası Slanzy olan ve isviçle çalışan bir motor, motoru içine alan bloktan yapılmış 40-50 metrekare büyüklüğünde bir ambar yaptırmıştı babam.

Tarlanın 5 dönümünü dirifil ekmiştik.

Dirifili fıskiyelerle sulardık. Yanılmıyorsam köyde ilk kez fıskiyelerle sulama yapan bizdik. Dirifil yeni kesilmiş olduğu zaman, fıskiyeler çalışırken suların altında koşup oynamak bizim için başlı başına, tadına doyulmaz bir zevkti.

Dirifil kesme zamanı rahmetlik Silimi dayı ve rahmetlik dedem Hasan Efendi oraklarla dirifili keser, biz çocuklar da bağ yapar bağlardık.

Babam memur olduğundan bahçeye akşamları ve haftasonları gelirdi.

Dirifilin bir kısmını köyde satar, bir kısmını da Lefkoşa’ya, (o zamanki adıyla şehere) çarşıya yollardık. Diğer kalan üç dönümü de domates, salatalık, molohiya, kısacası mevsimine göre bir şeyler ekerdik.

Bahçe işlerimiz 1974’te savaş çıkana kadar devam etti. Savaştan sonra babam Lefkoşa'da memur olduğundan, ulaşım sorunu olduğu için Lisi'ye göç etmeyi tercih etti.

Yine bahçede uğraştığımız günlerden biriydi. Dedem dedi ki "Birtan git oğlum, ambardan o ksinariyi getir bakalım".

Ambara gittim. Ksinariyi almam için üzerinde olan çimento torbasını kaldırmam lazımdı. 6-7 yaşlarında olduğumdan zorlanarak çimento torbasını çektim ki ne göreyim, torbanın altında o zaman ismine voşendra yılanı dediğimiz bir yılan. Ksinariyi kaptığım gibi koşmaya başladım. Dedemin yanına gidince ksinariyi ona verdim. Yılan arkamdan gelmeye devam etti. Ben önde yılan arkamda, dedem de ksinariynan yılanın arkasında tarlada daireler çizmeye başladık.

Babam da biraz ötede tarla sürerken bizi görmez mi!

“Allah Allah, bizim ihtiyar çok sinirlendi galiba, bizim ufaklığı öldürecek" dedi ve traktörle son sürat üstümüze sürdü.

Hem geliyor, hem da avazı çıktığı kadar bağırıyordu:

"Dur yahu, naptı sana çocuk?"

Babam gelene kadar dedem yılanı öldürmüş, beni sakinleştirmeye çalışıyordu.

Babam gelince olayı dedem anlattı.

Onlar kahkahalarla gülerken, ben içimi çekerek ağlıyordum.

DEVAM EDECEK