Araştırmacı-yazar Ulus Irkad yazdı: “Behiç Arif Gökay ve ailesi… Dr. İhsan Ali’nin İnönü’ye gönderdiği mektupta, çeşitli sorunlar ve Evkaf politikaları da eleştiriliyordu…”
Ulus Irkad
1963-64 olaylarıyla enklavların arasına sıkışan Kıbrılsıtürk toplumu, birkaç radyo ve televizyondan faydalanarak dünyadan ve çevresinden ancak haber alabiliyordu. Olayların getirdiği dağınıklık çok büyüktü. Halk, enklavlar dışında Kıbrıslırum fanatizminin, enklavlar içinde ise kendine milliyetçi diyen malum grupların baskısı altındaydı. Açlığın, susuzluğun, elektriksizliğin üstünden, bir de fanatik baskılar. Enklavlardan çıkıp da biraz nefes almak için deniz kıyısına veya ovalara açılan halk, dönüşün bu grupların baskısıyla karşılaşmakta, “Hain” diye muameleye tabi tutulmaktaydı. Türk manavının, Rum tarafından getirdiği pahalı meyve ve sebze yerine vatandaş da Rum tarafından alışveriş yapmak istediği zaman cezalandırılmakta, Rum dostuna selam verdi diye soruşturulmaktaydı. O dönemlerde Türk’ün Rum’dan alışveriş yapması engellendiği halde, birkaç önemli şahsın çöp tenekelerinde meyve çekirdekleri görenler de vardır.
Kıbrıstürk liderlerinden Baflı Dr. İhsan Ali kendisine yapılan baskılardan ve resmi Türk Liderliği ile ters düştüğünden dolayı Rum Bölgesi’nde kalırken (1970’te Makarios’un danışmanlığını yapmış, 1978’de Güney Kıbrıs’ta, Baf kentinde ölmüştür, Kendisinin yazdığı “Hatıralarım” ve “İhsan Ali’den Mektuplar” diye iki kitabı vardır), ailesinin bazı mensupları baskıya uğrayarak Rum tarafına kaçırtılmış, geriye kalanlar da şehrin ortasında meydan dayağı yemişlerdir.
Önce Kıbırslırum basınına akseden ve kendi kişisel araştırmalarımla doğruluğunu ortaya çıkardığım bir olayı aktarayım sizlere:
MAĞUSA ŞEHRİ İÇERİSİNDEKİ KIBRISLITÜRKLER
Mağusa duvarları içerisinde zoraki tutulmakta olan Türklere çıkış izni verilmiyor:
Geçen gece meydana gelen bir özgürlüğe kaçış hareketi bunu isbat etti. Hüseyin Behiç Arif (Gökay) ve kardeşi Erol, eski şehrin içerisinde kendilerine işkence yapan polislerin elinden güçlükle kurtuldular. Altmış yaşındaki babaları polis karakolunda oğluları hakkında soruşturulmak için çağrıldığında feci şekilde işkence gördü. Bunun üzerine kale içerisini terkedip Arsinoe Sokağındaki ikametgahına gitmeye karar verince portokal paketleme tesisinin yanında kendisini takip etmekte olan Türkler tarafından tekrar yakalanıp kale içerisine getirildi ve hala daha burada tutuklu bulunmaktadır (Cyprus Today Dergisi, 31 Ocak 1964 ).
DOKTOR İHSAN ALİ’NİN 1963 OLAYLARINDAN DOLAYI İNÖNÜ’YE MEKTUBU
“Ekselansları Sayın İnönü,
Başbakan
Ekselansları,
Kıbrıs Sorunu şu anda bir krize doğru gidiyor. Ekselanslarının hoşgörü ve yumuşaklığına dayanarak, Türkiye’nin sorunla ilgili şimdiki tavrının ne Kıbrıslı Türklere ne de Türkiyeli Türklere bir faydası olacağını belirtmem gerekir. Kıbrıs üzerindeki politikasıyla insanlığı yüzyıllardır sömüren İngiltere, durumdan faydalanmaktadır. Kıbrıs’ta seksen sene süren İngiliz İdaresi sırasında Kıbrıslı Türkler İngiliz’in kötü muamelesiyle karşı karşıya kalmışlardır. Bu görüşü tasdik etmek için size yalnızca iki tane örnek vereceğim.
a) Belediye Yasası Türklerin haklarını garanti etmediği halde sık sık bunun değiştirilmesi için müracaat ettiler. Fakat İngiliz Hükümeti ricalarını reddetti.
b) Türkler, Hükümet hizmetlerinde memurlarının sayısının %18’den %20’ye çıkartılmasını istedikleri zaman, İngiltere tekrar başvurularını reddederek Hükümet memurluğunun toplumların nüfus oranına göre belirleneceğinde ısrar etti. Bunun için, şimdi, İngiltere’nin zıt tavrının görüşü içinde, Türk Cumhuriyeti ve Türk Kamuoyu Taksim ve Federasyon üzerinde onların samimiyet derecesinin farkına varamaz mıydı? Fakat, maalesef, bu gerçekleşmedi ve İngiltere, politikası ve ajanları vasıtasıyla Türkiye ve Kıbrıs'taki Türklerin ulusal hislerini sömürerek her iki toplumu gırtlak gırtlağa getirdi.
Türklerin büyük çoğunluğu, İngiliz’in “böl ve yönet” politikasına hizmet edenlerin Türk Hükümeti’ni devirmek için Kıbrıs Sorunu’nu kullanmak, Türkiye’deki ucuz politikacılarla işbirliği yaptığını gözlemlemiştir. Türkiye’nin Kıbrıs Halkı’na kötü niyetli dış politikacılar tarafından empoze edilen Londra- Zürih Andlaşmasında ısrar etmesi şayanı hayrettir. Gerçekte, Türk toplumu bu andlaşmadan bir fayda elde etmemiştir. Yarar sağlayanlar Liderlik ve takipçileridir. Çünkü bu andlaşmaların kendilerine verdiği konuşma özgürlüğünü kısıtlama hakkını kullanarak Menderes İdaresi’nden daha da kötü bir düzen sağlamışlardır. Ellerindeki yetkileri suistimal etmişlerdir. İngiltere’nin Evkaf’a vermiş olduğu bir milyon sterlinin yanında alınan Türk yardımı da geniş bir boyuttaydı. Kıbrıs Hükümeti’nin tahsisi genel bütçenin takviyesinin dışındaydı ve Türk Cemaat Meclisi’nin toplumdan topladığı vergiye rağmen toplumun gelişmesine harcama yapılmadı. Bundan başka Türk Cemaat Meclisi’nin geçen yıl yayınladığı bir rapora göre Evkaf, 6000 sterlin üzerinde borçlu bulunmaktaydı.
Sayın Dirvana’nın “Milliyet” Gazetesi’ndeki makalesinde açıklığa kavuşturulduğu gibi Liderlik toplumun gelişmesi için tedbirler alacağına, gereksiz yere Rumlarla kavga etmekteydi. İyi karakterli ve bilinçli Türklerin Evkaf’ın mali statüsünü öğrendikten sonra ne hissedeceklerini merak ediyorum.
Şimdi Kıbrıs’taki Türk-Rum ilişkilerine değinmek istiyorum; Adadaki Rum ve Türkler Türk-Yunan Savaşı’nda bile ilişkilerinin bozulmasına izin vermediler. Ve kesinlikle söyleyebilirim: Eğer yalnız başlarına bırakılmış olsalardı geçmişte olduğu gibi kardeşlik içerisinde yaşamaya devam edeceklerdi. Türkleri de içine kapsayan trajik durum için sorumluluk Türk Liderliği’ne ve gangsterlerine dayanmaktadır, Rumlara değil. Hemen hemen her gün bir masum insan vahşice dövülmekte veya bir çeşit işkenceye tabi tutulmaktadır. Türk Hükümeti kötü niyetlileri cesaretlendiren işgal tehditlerini tekrarlayacağına merhum Hüseyin Cahit Yalçın’ın (Meşhur bir Türk yazarı) bir zamanlar yazdığı gibi Kıbrıs’ın Akdeniz’de bağımsız ve turistik bir ada olması için elinden geleni yapmalıdır.
Bu gibi gayretler iki toplumun işbirliğini sağlamak için imkanların yaratılması noktasında toplanmalıdır. Bu ayrıca Türkiye ve Yunanistan’ın menfaatinedir.
Büyük güçlerin küçük devletleri birbirleriyle kavga ettirdiği tarihi bir gerçek değil mi? Bu tarihi gerçekten hareket ederek Atatürk ve Venizelos Türk- Yunan dostluğunu teşvik etmişlerdir. Anglo-Saksonlar iki toplumun bölünmesine çalışıyorlar.
Kıbrıs’ın taksimi veya federasyonu hem Türk hem de Rumlar için kötü olacak, özellikle Türkler bundan çok acı çekeceklerdir. Ortak Pazar’ın oluşturulduğu ve bütün Avrupa ülkelerinin buna katılmaya hazırlandığı bir anda, adanın bütünlüğünden ayrılan 100,000 Türk’ün bu statükodan ne faydası olacaktır? Bu gerçeklerin ışığındadır ki Türkiye’nin ve Kıbrıslı Türklerin ihtiras sahibi olanların tuzağına düşmemeleri için elimden geleni yaptım.
Ankara Radyosu’nun kaba bir şekilde benim temiz eylemlerim için bana küfür ettiği bilgime gelmiştir. Eğer bu küfürler Menderes Rejimi sırasında gelseydi bunu doğal olarak karşılayacaktım. Fakat maalesef sizin partinizin bakanlığına bağlı bir radyo istasyonu tarafından küfredildim. Üzücü olan bir tarafta, Menderes hain olarak asılırken, diğer tarafta da onun rejimi sırasında sizin sempatizanlarınızı tehdit eden destekleyicilerinin bakanlığınızın idaresi altında olan radyo istasyonunun yayınlarına etki etmeleridir. Bu istasyon beni hain olmak ve Makarios’u savunmakla suçlamıştır. Bu doğru değildir. Ben yalnız adaleti savunuyorum. Eğer zayıf bir davanız varsa bu sizin şu anda zayıf tavrınızın varlığını gösterir ve geçmişteki yanlış hareketlerle de ilintilidir. Eğer biz toplum olarak yanlışlar yapmış ve ihmalci olmuşsak, şu anda şiddetle değil de barışçı tavrımızı düzeltebiliriz. Bu itibarla bir Türk olarak söylemem gerekir ki, Makarios’un ılımlı ve nazik politik konuşmalarıyla Ankara Radyosu’nun kullandığı küfürbaz dili karşılaştırdığımda utanç duymaktayım. Evet paşam, Menderes’in Radyo İstasyonu devamlı olarak Menderes’in kahramanlığını övmekte ve sizi de hain diye suçlamaktaydı, fakat kimin hain kimin de kahraman olduğunu zaman göstermiştir. Radyo’dan size küfür edildiği zaman ciddi olarak üzülmüştüm ve şunu da söyleyeyim, ne ben, ne de ailem size yapılanlardan dolayı radyo yayınlarını dinlemiyorduk. Ve şimdiki istasyon sizin bakanlığınızın sorumluluğu altına girmesine rağmen, üzüntümü belirtmem gerekirse bana karşı ayni iğrenç küfürleri ve ayni isnatları duydum.
Ancak , Radyonuz ne kadar iğrenç dil kullanırsa kullansın, iki toplumun geçmişte olduğu gibi uyum içerisinde yaşayabileceği inancımı söylemekten hiçbir zaman tereddüt etmeyeceğim. Bağımsız ve bağlantısız bir Kıbrıs’ta sömürge döneminden farklı olarak Türklerin daha mutlu ve verimli olacağına emin olun.
Saygılarımla
Dr. İhsan Ali”
(Kaynak: Cyprus Today Dergisi, 1963-64 Yıllığı)
(ULUS IRKAD – 14.11.2019)
OKURLARIMIZ BİLDİKLERİNİ PAYLAŞMAYA DEVAM EDİYOR…
“Annem, Behiç Gökay’ın annesinin arkadaşıydı… Gökay’ın annesi oğlu Erol’un akibetini öğrenmek istiyor, ağlıyor, dövünüyordu…”
Bir okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Behiç Gökay’ın annesi, annemin yakın arkadaşı idi… Behiç Gökay’ın babası postacı Arif olarak bilinmekteydi… Behiç Gökay’ın şarkıları RİK’te çalınmaktaydı, bunları komşumuzun evinde dinlerdik, çocukken tabii…
Behiç Gökay’ın kardeşi Erol, Mora yakınlarındaki bir köyden bir kızla evlenmişti… Kızın ailesinden birisi “Teşkilat”a giderek, Erol’un sözde “casus” olduğunu iddia ederek “Rumlar için casusluk yapar” diye “şikayet”te bulunmuştu…
Bunu gerekçe yapanlar Erol Arif’i öldürerek onu “kayıp” ettilerdi.
Bunları ben Mora’da yaşayan bir akrabamızdan dinleydiydim…
Erol’un ve Behiç Gökay’ın annesi, oğlu Erol’un akibetini merak ediyor, ağlıyor, dövünüyor ve bizden yardım istiyordu… Oğlunun akibetini öğrenemeden vefat etmişti… Gökay’ın kardeşi Erol, “Teşkilat” tarafından öldürülen masum bir Kıbrıslı idi…”
BİR KIBRISLIRUM OKURUMUZDAN…
“Grivas, Köfünye saldırısı için telsizle talimat beklemişti…”
Bir Kıbrıslırum okurumuz şu bilgileri paylaşmak istediğini söyledi:
“Sevgili Sevgül,
Köfünye çatışmasıyla ilgili makaleni basıp az önce okudum. Yazdıklarına ufak bir ekleme yapmak istiyorum. Belki bu bilgi, araştırmaların için önemli olabilir.
General Grivas, bütün operasyonla ilgili olarak siyasi onay almış gibi görünüyor.
Bu operasyonda yer almış olan eski bir subay (kendisi yedek/rezerv bir asker idi) bana şunları anlatmıştı: Grivas, son ana kadar askeri telsizden “Onay” gelmesini beklemiş, kendisi de buna tanık olmuş. Askeri telsizden gelecek olan onay, belki Makarios’tan, belki de Atina’daki Yunan generallerden gelmiş.
Bu eski subaya göre Grivas’ın bir kulağı askeri telsizde imiş, onay alır almaz, savaş için talimatlarını vermiş…”
Bu okurumuza paylaştığı bu bilgiler için çok teşekkür ederiz.