1964 Lefke: Kadınlar kayıpları için ağlıyor...

Sevgül Uludağ

1964’te Lefke’den “kayıp” edilen ve gömü yeri hala bulunamayan insanlarımız var...

1964, Lefke. Fotoğraf, Sotiris Savva'nın arşivindendir.

Bu fotoğrafta kadınlar ölüleri ve "kayıplar"ı için ağlıyor, yas tutuyor...

Lefke'den bazı Kıbrıslıtürkler "kayıp" edilmişti ve biz bazılarının gömü yerini hala bulamadık...

Bazı "kayıplar"ı, iyi kalpli okurlarımın yardımlarıyla, Goççinodrimitya'da sıra kuyularda bulmuştuk. Goççinodrimitya'dan faşist bir Kıbrıslırum ekip, bazı Kıbrıslıtürkleri öldürüp bu kuyulara attıydı. Kuyuların birinde beş 'kayıp' Kıbrıslıtürk gömülmüştü, iki "kayıp" Lefkeli Kıbrıslıtürk de öldürülüp aynı yerde bir diğer kuyuya gömüldüydü.

Aslen Ayirinili olan ama Lefke'de kalan bir diğer Kıbrıslıtürk motoruyla Lefke'den ayrıldıktan sonra Prastyo-Omorfo yöresinde 'kayıp' edilmişti. Bazı Kıbrıslırumlar'ın onu öldürüp naaşını nereye sakladıklarını hala aramaktayız... Lefke'den başka "kayıplar'ı senelerdir aramakta olduğumuz gibi...

İşte bu nedenle Kıbrıs'ta milliyetçiliğe ve faşizme karşı direnmeliyiz. Bu adanın tüm toplumları böylesi trajediler yaşamasın diye...

Böylesi trajedilerde gözyaşının ve acının milliyeti yoktur, acı çekenler sade yurttaşlardır hep, adanın taksiminden korkunç karlar ve çıkarlar elde edenlerse her zaman sadece bir avuç insan ve onların yardakçıları olmuştur.

Adamız parçalanırken sessiz sedasız seyretmek yerine barış ve adamızın birleştirilmesi için birlikte çalışalım...

Lefke'de kayıpları için ağlayan kadınlar... Foto Sotiris Savva'nın arşivinden...

Sadece kendimizi olayların tek kurbanı gibi görüp sadece kendi acımıza ağlamak yerine, adamızdaki BÜTÜN TOPLUMLARIN çatışmalar esnasında başlarına neler gelmiş olduğunu öğrenmeye çalışalım... Adamızdaki bütün toplumlar sözde "Kıbrıs sorunu" nedeniyle acı çekti ve çekmeye devam ediyor.

Geçmişte yaşanmış olanlara dair iki tarafın resmi propağandalarının çocuklarımızın ve gençlerimizin beyninde fink atmasına izin vermek yerine, geçmişe dair birlikte karşılıklı bir anlayış geliştirelim...

Sadece bize sempati gösterilmesini beklemek yerine, bu toprakların tüm toplumları için empati yaratmaya çalışalım.

Tüm bunları aşarak Kıbrıs'a yarı gerçekler, propağandalar ve yalanların odağından bakmak yerine, gerçeğe odaklanıp bakalım.

Çatışmalarda akıtılan kan, gözyaşları ve yaralar hala iyileştirilmeyi bekliyor... Bu yaraların açık, kanar vaziyette tutulup bazıları tarafından  toplumlarımızın yüreklerine korkular salıp bu korkuları kendi çıkarları için kullanmalarına izin vermek yerine, bu yaraları iyileştirmeye çalışalım.

Düşmanlık ve nefret yerine, dostluk ve anlayış tohumları ekelim...

Nereden gelirse gelsin, provokasyonlara kapılmayalım, karanlık günlere kapı açılmasına fırsat vermeyelim...


GİDENLERİN ARDINDAN...

“Osman Erbilen’in tatlı sohbetleri artık olmayacak...”

Ulus Irkad

Glapsides Mahallesi’ne veya bölgesine 2007 yılında gelmiştim. Önceleri onu denizde görürdüm. Upuzun sahil boyunca hafifçe koşardı. Sağlığına, eksersizleriyle önem veriyordu. Daha sonraları dostluğumuz ilerledi. Her deniz dönüşünde plaj yolunun kenarında olan evinden çıkar benimle çeşitli konularda sohbet ederdi. Bu sohbetlerimiz yarım saat veya bir saate de varırdı bazen. Çünkü ortak konularımız vardı. Akrabalarından bahsetmeyi severdi. O akrabaları arasında iki Kaleburnulu dedem; Baf’ta İngiliz Dönemi ve Cumhuriyet Dönemi Yol memurlarından Hamza Erdoğan ve Lefkoşa’da Hısım Kahvehanesi sahibi dedem Mustafa Irkad da vardı. Mesela dedemlerin Kaleburnu’ndaki yakın akrabalarından olan Meyremutsa onun teyzesiydi. Denker kardeşlerden Rauf, Mustafa (Denker) ve diğer aile bireyleri onun da yakın akrabalarıydı. Dedem Hamza Erdoğan 1940’lı yıllarda Baf’ta görev yaparken (1928-1962 yılları arasında birçok yol inşa etmişti) bir iftira neticesi intihar eden yeğenlerinden biri onun dayısıydı. Dedem hayatı boyunca bu ölen yeğeninin yasını tutmuş ve son öleceği ana kadar onu yadetmişti.

Meyremutsa abla, dedem 1910 yılında Kaleburnu’nda doğduğunda onu kucağına almıştı. Dedem, genç yaşta ölen annesi yerine Meyremutsa abladan çok yakınlık görmüştü. Bu yüzden her zaman Meyremutsa ablayı ziyaret ederdi. Osman Erbilen Bey de bu detayları bilirdi. Yeğenleri Avukat Saffet ve polis olan kardeşlerinden çok söz ederdi. Saffet’in (Mehmetalioğlu) başarılı bir avukat olmasını devamlı dile getirir ve onunla gurur duyardı.

Kızının ABD’de başarılı bir eğitim görmesi gözlerini doldurur ve onunla gurur duyardı. Hanımı Şengül Hanım, kızı ve kendisi Glapsides kıyısına giden yoldaki evlerinde ikamet ederlerdi. Tabii aile sıklıkla Lefkoşa’ya da giderdi. Son zamanlarda onun rahatsızlığından ötürü mahallemize gelememişlerdi. Her sabah hanımıyla veya kızıyla denize gidişlerini anımsıyorum. Yürümeyi ailece severlerdi.

Osman Bey, eski doktorlarımızdan siyasetçi ve aynı zamanda bakanlarımızdan Mustafa Erbilen’in kardeşiydi. Hazine-Maliye, Ticaret, Devlet Emlak ve Malzeme Daireleri’nde çalışmıştı. Devletten yüksek dereceden emekliye ayrılmıştı. Devleti çok iyi tanıyan tecrübeli bir bürokrattı. Konuşmalarımızda eski dostlarından bahsederdi. Kıbrıs’ın politikalarını, ekonomisini ve de siyasal durumunu yakından takip ederdi. Bu konularda duyarlı bir ailesi de vardı.

Ben Plaj’a giderken devamlı bana seslenir ve bazen dakikalarca süren Kaleburnu köyü hakkında bilgilerden söz ederdik. Mehmetçik, Kuruova ve Kaleburnu köylerine ilgi duyardı. Yeğenlerinin hepsini takdir ederdi. Onlarla gurur duyardı.

17 yıldır tanıdığım, mükemmel bir ailesi olan Kıbrıs-Karpazlı, Karpaz köyleri hakkında bilgisi olan, ataları ve köylüleri hakkında geniş detaylı bilgisi olan bir Kıbrıslı Beyefendi’yi, kültürlü bir bürokratı kaybettik.

Anısı önünde saygıyla eğiliyorum. Rahat uyu, dedelerimin sevgili yeğeni, kendisi gibi insancıl olarak tanıdığım rahmetli Mustafa Erbilen’in değerli kardeşi, hoşgörülü ve saygıdeğer insan. Tüm ailenin en başta sevgili ve değerli eşi Şengül Hanımın, değerli Hanımefendi kızı ve damadının başı sağolsun. Çok üzgünüm…


BASINDAN GÜNCEL...

“Kıbrıs Harekatı: O gün Atina'da neler yaşandı?”

Stelyo Berberakis/BBC

Yıl 1974, günlerden 20 Temmuz Cumartesi.

Atina'da sıcaklık 39 derece.

Saatler 13:00'ü gösterdiğinde, Atina Teknik Üniversitesi'ne başlamadan önce Yunancamı geliştirmek için yabancıların eğitim gördüğü dil kursundayım.

Yunancayı sökebilmek için aynı kursta eğitim gören ve yanımda oturan İngiliz sefaretinin iki elemanı "Seninkiler adaya çıktı haberin var mı?" diye sordu.

Hangi adaya kimler çıkmış?

19 yaşımda "ada" deyince aklıma hep uzun sahiller, pırıl pırıl deniz ve çadır kurmak gelirdi.

“TÜRKLER KIBRIS’A ÇIKMIŞ, HABERİN YOK MU?”

İngiliz diplomatlar, "Türkler Kıbrıs'a çıktı. Haberin yok mu?" diye açıklık getirince, "Allah Allah! dedim. "Yunan radyoları bir şey söylemiyor ki" diye saf halimle etrafıma bakındım.

Kimsede öyle bir panik hali yoktu. İngiliz diplomatlar "Evine dönsen iyi olur. Birazdan haber yayılınca panik yaşanacak" diyerek sınıftan ayrıldılar. Ben de çıktım.

Üç kilometre mesafedeki evime troleybüsle gidene kadar, saat 15:00 gibi "Türk askerleri Kıbrıs'a çıktı, savaş başlıyor" şeklindeki anonsların eşliğinde marşlar çalmaya başladı.

Yunanistan'da hala 1967'de darbe yapan albaylar cuntasının yönetimi vardı.

MARKETLERE HÜCUM...

Ablam Sofia haberi duyunca iş yerinden eve gelmişti.

Hemen herkesin yaptığı gibi yanıbaşımızdaki markete girdik. İnsanlar çılgıncasına rafları boşaltıyordu. Süt, yoğurt, ekmek, peynir, pirinç, zeytinyağı, tereyağı, ne varsa çantalara dolduruluyordu.

Yunan halkı, 2. Dünya Savaşı'nın işgal yılları ve daha sonra 1945-47 yılları arasında patlak veren iç savaşta 200 bin kişinin kıtlıktan öldüğünü hatırlıyordu.

Biz ablamla Atina'ya yeni gelmiştik.

Şaşkınlık içinde ne yapacağımızı bilemeden biz de raflara bir göz attık. İki makarna paketinden başka hiç bir şey kalmamıştı. İki paket makarna ile eve döndük ve hemen Ankara'daki anne ve babamızı telefonla aramaya çalıştık.

O dönemlerde telefon hatları oldukça iptidai olduğu için yurt dışı aramalar Yunan PTT'si (OTE) aracılığıyla ve sırada bekleme usulü ile yapıldığı için 3 saat sonra bağlantı kurabildik. Onlar da panik halindeydi. Kıbrıs Harekâtı'nı bizden önce öğrenmişlerdi.

Karşılıklı olarak "Evden çıkmayın. Sakin olun" dedik.

Onlar bize "Yollarda Türkçe konuşmayın" biz de onlara "Peki ama siz de Rumca konuşmayın" diye öğüt verdik ve konuşmamızı bitirdik.

Beklemeye koyulduk.

Atina cadde ve sokakları ana baba gününe dönmüştü.

Henüz 5 gün önce, 15 Temmuz 1974'te Kıbrıs'ta darbe yapan Yunan cunta yönetimi seferberlik ilan etmişti.

“KİMİN İÇİN SAVAŞACAĞIZ?”

Yunanistan'da cunta yönetimine direnen gençler; "Kimin için, ne için savaşacağız? Kahrolsun cunta" sloganları atıyor; bir yandan da Meriç sınırına hareket eden trenlere bindiriliyorlardı.

Aynı anda, daha sonra arkadaşlarımızdan öğrendiğimiz kadarıyla, Bodrum'da "Yunanistan'la savaş çıkıyor" endişesiyle aynı panik ortamı yaşanıyor, insanlar bölgeyi terk etmeye başlıyordu.

20 Temmuz'u takip eden günlerde Yunan cuntası yönetimi bırakmış; Paris'te sürgünde bulunan Yunan siyasetçi Konstantin Karamanlis'i Atina'ya çağırmıştı.

Yedi yıllık cunta yönetimi dize gelmişti.

KARAMANLİS GERİ DÖNÜYOR...

Savaş endişeleri arasında Karamanlis'i Paris'ten getiren özel uçak, on binlerce cunta karşıtı tarafından coşkuyla karşılanmıştı.

Karamanlis uçağın merdivenlerinde göründüğünde savaş korkusunu üzerinden atanlar, cunta yönetimini lanetleyen sloganlar atıyordu.

Karamanlis başkanlığında toplanan siyasetçiler ve askeri yetkililer, durum değerlendirmesi yaptıklarında, Yunan ordusunun savaşacak güçte olmadığı anlaşıldı. Buna rağmen, Türkiye'nin Kıbrıs'taki askeri harekatının yayılmasını önlemek amacıyla iki askeri uçak dolusu Yunan komandosu Kıbrıs'a gönderildi.

Kıbrıs'taki Türk harekatına direnen Rum askerleri "Türk uçakları" sandıkları Yunan uçaklarını düşürecekti.

O savaş hengamesinde bir Türk savaş uçağı da Kıbrıs adasına yönlenen ve "Yunan savaş gemisi" sandıkları bir Türk savaş gemisini (Kocatepe) bombalayarak batıracaktı.

Kıbrıs sorununun çözümünü öngören müzakereler ise o günden bugüne devam ediyor.

(BBC Türkçe – Stelyos BERBERAKİS – 9.9.2024)