“1974’le ilgili Yunanistan gizli arşivlerinin açılma kararı, doğru yönde atılmış bir adımdır…”

Sevgül Uludağ

Evanthis Hacıvasiliu/KATHIMERINI

(Geçtiğimiz günlerde Yunanistan Gizli Servisi, 1974 faşist cunta darbesi ve Türkiye’nin Kıbrıs’a müdahalesini içeren döneme ilişkin gizli arşivlerini açma kararı aldı… Bu kararla ilgili Kathimerini gazetesinde Evanthis Vasiliu’nun 15 Kasım 2024 tarihli yazısını okurlarımız için özetle derleyip Türkçeleştirdik. Kathimerini’den Evanthis Hacıvasiliu’ya göre, 1974’le ilgili  Yunanistan gizli arşivlerinin açılma kararı, doğru yönde atılmış bir adımdır… S.U.)

Yunanistan Milli İsihbarat Servisi “EYP”nin Yunan cuntasının ilham vermiş olduğu Kıbrıs’taki darve ve Temmuz ile Ağustos 1974’te bunu izleyen Türk işgaline dair arşiv materyallerinin gizli konumdan çıkarılarak kamuoyuna açılma kararı, doğru yönde atılmış bir adımdır. Kıbrıs’taki Türk işgalinin 50nci yıldönümünde bu belgeler araştırma için ulaşılabilir: Açılan arşivlerde işgalin ortaya çıktığı iki aylık süreden tüm bültenler mevcuttur.

“BAŞKA BELGELER DE HALKA AÇILACAK…”

Yunanistan Milli İstihbarat Servisi Başkanı Themistoklis Demiris’in bu dosyalara eşlik eden notunda, bu adım sonrasında başka belgelerin de halka açılmasının devam ettirilebileceği belirtiliyor. Şunu da not etmek gerekir ki Batı dünyasından ülkeler dahil, dünyada pek az ülke böylesi belgeleri halka ve araştırmacılara açıyor.

Yunanistan Milli İstihbarat Servisi tarafından kamuoyuna açılan materyal, o kritik döneme dair önemli kanıtlar içermektedir.

“DARBEDEN HABERSİZ İSTİHBARAT SERVİSİ…”

Birincisi: Bu belgelerden görülebileceği gibi, o günlerdeki adıyla Kıbrıs Merkez İstihbarat Ajansı “KİP”, 15 Temmuz 1974’te Kıbrıs Cumhurbaşkanı Başpiskobos Makarios’a karşı cuntanın bir darbe hazırlamakta olduğundan habersizdi.

Gizliliği kalıdırılarak kamuoyuna açılan belgeler, Yunan silahlı kuvvetlerinin liderliğine yönelikti (ve dolayısıyla bunları alacak olanları yanıltmak maksadıyla yazılmış olmaları akıl almaz bir şey olurdu) – belgelerde Makarios’un iktidarda kalacağı öngörüsü bulunuyor. Özellikle önlerindeki birkaç saat içerisinde Makarios’a karşı darbe ortaya çıkıp da yalanlanma olasılığı ortada dururken, hiçbir istihbarat biriminin silahlı kuvvetleri bilinçli olarak yanıltması mümkün değildir.

“KIBRIS KARANLIKTA BIRAKILDI…”

Ancak bu da Cunta’nın Tuğgenerali Dimitrios Yuannidis ile adamlarının nasıl davrandıkları ve çevrelerindeki dünyayı nasıl anladıkları ya da hiç de anlayamadıkları hakkında son derece ilginç bir ayrıntıdır… Belki de Kıbrıs Merkez İstihbarat Ajansı “KİP”i karanlıkta bırakmış olabileceklerine  şaşmamalıyız. Deneyimli komplocular olarak planlarını mümkün olduğunca en az sayıda insanın bilmesini istiyorlardı gibi duruyor, böylece sürpriz avantajını koruyabilirlerdi çünkü yaratacakları  “oldu bitti”de bu elzemdi. Darbe işlerinin tam da böyle bir şey yapması gerektiğini iyi öğrenmişlerdi – bir “oldu-bitti” yani… Yeni bir darbe hazırlıkları çerçevesinde yaptıkları kendi içinde mantıklı gibi duruyor.

“CUNTANIN KARARI KIBRIS’A FELAKET GETİRDİ…”

Ancak bu, 1974’te Kıbrıs için felaket anlamına gelecekti. Eğer anahtar konumdaki güvenlik servisleri tümüyle bilgisiz bırakılmışsa, bu öğe tümüyle absürddür çünkü Makarios’a karşı darbenin Kıbrıs’ı Türk işgalini provoke tehdidini doğurmaktaydı, bir Türk-Yunan savaşı tehlikesi vardı ve Ege de korumasız bırakılmaktaydı… Böylece Yuannidis’in komplocularının savaşa hazırlık eksikliğinin yarattığı trajedi, daha da belirgin oluyor.

Bir başka deyişle cunta, darbelerin nasıl hazırlanacağını biliyordu. Ancak bir savaşı nasıl idare edeceğini bilmiyordu…

“KIBRIS’TAN UYARILAR GÖRMEZDEN GELİNMİŞTİ…”

Türk işgali öncesindeki günlerde “KİP” bültenlerinde Türkiye’nin savaş hazırlıklarının yeterli biçimde tariflerinin mevcut olmasından ötürü de aynı sonuca varılabilir. Ancak bu uyarılar Yuannidis tarafından dikkate alınmıyordu. Kathimerini’nin yazı işleri sorumlusu Aleksis Papahellas’ın “Bir Karanlık Oda” başlıklı kitabındaki önemli bir bulguya da işaret ediyor gizliliği kaldırılan bu belgeler: Aleksis Papahellas da, uyarıların Yuannidis tarafından görmezden gelinmiş olduğunu, Yuannidis’in gerçeği kabul etmeyi ve yaklaşmakta olan çatışmaya ülkenin hazırlanmasını inatla reddettiğini göstermişti araştırmalarında.

“CUNTANIN ÖLÜMCÜL YETERSİZLİĞİ…”

Cuntanın yalnızca darbeleri değil, savaş dinamiklerini anlamaktaki ölümcül yetersizliği ortaya çıkıyordu. Bu kez, Türk işgalinden iki gün önce ortaya çıkmaktaydı bu…

Gizliliği kaldırılan bu belgelerin araştırmalar için müsait olması, genel tabloyu bir araya getirme çabalarımıza önemli bir materyal sağlayacaktır. Bu, değerli bir kaynaktır. Ancak herhangi bir tarihsel kaynak gibi bunu da ulus olarak konuyu değerlendirmek üzere yaratıcı biçimde, bilgi ve özenle kullanmak da bize bağlıdır.

(Evanthis Hacıvasiliu, savaş sonrası tarih üzerine Atina Üniversitesi Tarih ve Arkeoloji Bölümü’nde profesördür – aynı zamanda Yunan Parlamentosu Parlamentarizm ve Demokrasi Vakfı’nın genel sekreteridir.)

https://www.ekathimerini.com/opinion/1253609/the-disastrous-decisions-on-cyprus/

(KATHIMERINI gazetesi İngilizce edisyonunda 15.11.2024 tarihinde yayımlanan Evanthis Hacıvasiliu’nun yazısını özetle derleyip Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ/YENİDÜZEN).

Darbe lideri Tuğgeneral Dimitrios Yuannidis


***  GEÇMİŞLE YÜZLEŞMEYE DAİR YAZILAR…

“Zor zamanlarda tekrar Varlık Vergisi…”

“Bu vergiyi yanlış ve haksız yapan neydi? Bir devletin özellikle savaş gibi zor zamanlarda toplumun varlıklı kesiminden olağandışı bir vergi alması yanlış mıdır? “Hayır, değildir” dediğimizi varsayalım. Varlık Vergisi de böyle bir vergi olsaydı muhtemelen onu bugün bu kadar konuşmazdık… Çok orantısız biçimde, Ermeni, Yahudi ve Rum toplumlarının yanı sıra, vergiyi salanların ‘dönme’ diye tabir ettikleri, sonradan ve sadece görünüşte Müslümanlığı tercih ettiği düşünülen kesimi hedeflemiştir…”

Ohannes Kılıçdağı/AGOS

Geçen hafta Varlık Vergisi’nin çıkarılmasının 82. yıldönümüydü. Bu konu geçmişe nazaran daha fazla bilinse ve konuşulsa da tarihin böyle haksız uygulamalarını daima hatırlamakta, konuşmakta günümüz demokrasisi açısından fayda var; özellikle içinde bulunduğumuz dönem gibi, demokrasinin, insan haklarına ve özgürlüklerine dair değerlerin hem yerel hem küresel ölçekte aşınmaya uğratıldığı zamanlarda. O kadar kötü zamanlardan geçiyoruz ki insanın insana zulmü âdeta kanıksandı, normalleştirildi; birilerine insan hayatının değeri, insan haklarının önemi üzerinden bir şeyler anlatıp onları ikna etmenin imkânı hissedilir biçimde azaldı. İnsan hakları geçer akçe olmaktan hızla uzaklaşıyor. Bu yazıda konumuz o olmasa da, bir seneyi aşkın süredir İsrail’in Gazze’de yürüttüğü etnik temizlik ve soykırımın bu aşınmadaki payı şüphesiz çok büyük.

“İNSANIN İNSAN ONURUNA YAKIŞIR BİR YAŞAM SÜRME HAKKI…”

On binlerce çocuğun fütursuzca, acımasızca, en gaddar yöntemlerle katledildiği ve bunun karşılığında faillerin hiçbir ceza almadığı bir dünyada insanlara insan hakları üzerinden bir şey anlatıp onları ikna etmek hâliyle zorlaşıyor. Bu durumda ya gidişata, yani güçlünün istediğini istediği gibi yapmasına teslim olacağız ya da elimizden geldiğince, dilimiz döndüğünce insanların hak ve özgürlüklerinin sahibi olarak eşit biçimde yaşamasını, başka bir deyişle her insanın insan onuruna yakışır bir yaşam sürme hakkını savunacağız; hak, adalet, özgürlük değerlerini yükseltmeye çalışacağız. Geçmişin haksızlıklarını gündeme getirmek de bunun bir parçası.

“BU VERGİYİ YANLIŞ VE HAKSIZ YAPAN NEYDİ?”

Bu minvalde Varlık Vergisi’ne gelecek olursak, bu vergiyi yanlış ve haksız yapan neydi? Bir devletin özellikle savaş gibi zor zamanlarda toplumun varlıklı kesiminden olağan dışı bir vergi alması yanlış mıdır? “Hayır, değildir” dediğimizi varsayalım. Varlık Vergisi de böyle bir vergi olsaydı muhtemelen onu bugün bu kadar konuşmazdık. Gelgelelim, resmî devlet yetkililerinin o zaman ve kimilerinin bugün hâlâ iddia ettiğinin aksine, Varlık Vergisi sadece varlıklı olanlardan alınmış bir vergi değildir. Dahası, tüm varlıklılardan aynı biçimde, aynı oranda alınmış bir vergi de değildir. Çok orantısız biçimde, Ermeni, Yahudi ve Rum toplumlarının yanı sıra, vergiyi salanların ‘dönme’ diye tabir ettikleri, sonradan ve sadece görünüşte Müslümanlığı tercih ettiği düşünülen kesimi hedeflemiştir.

“ÇALIŞMA KAMPLARINA GÖNDERDİLER…”

Bu, kişinin başka hiçbir özelliğine, kimliğine bakılmaksızın sadece ve sadece ve belli bir meblağın üzerinde serveti, malı mülkü olan tüm varlıklılardan aynı şekilde alınan bir vergi değildir. Üstelik çoğu örnekte, mükellef yukarıda belirttiğim gruplardan birine mensupsa, vergi keyfî olarak belirlendiğinden, kişi bütün birikimini, malını mülkünü elden çıkararak vergiyi ancak ödeyebiliyordu. Hatta, varını yoğunu satmasına rağmen vergiyi ödeyemeyenler de oldu ve onlar da Aşkale ve Sivrihisar’daki çalışma kamplarına gönderildiler. Bir vergi, adı ve kendi gerçekten varlık vergisi olsa dahi, kişiyi bir anda bütün birikiminden yoksun bırakıyorsa orada adil bir uygulamadan bahsedilemez.

“MAKSAT ONLARI PİYASADAN SİLMEKTİ…”

Yetkililerin kapalı oturumlarda da olsa açıkça söylemekten çekinmedikleri gibi, burada amaç bir taşla iki kuş vurmaktır: Bir yandan devletin ihtiyacı olan parayı toplamak, öte yandan bu saydığımız kesimleri piyasadan silerek ekonomiyi Türklere vermek. Zamanın başbakanı Şükrü Saracoğlu CHP grubunda aynen şunu diyor: “Bu kanun aynı zamanda bir ihtilal kanunudur. Bize iktisadi istiklalimizi kazandıracak bir fırsat karşısındayız. Piyasamıza hâkim olan gayri-Türk unsurları bu sayede bertaraf ederek Türk piyasasını Türk tüccarlarının ve Türklerin eline vereceğiz. İstanbul’daki gayrimenkullerin Türklere intikalini gene bu sayede temin edeceğiz… Türkler için vergi nispeti gayri-Türklerin verecekleri verginin ancak dörtte biri olacaktır. Varlık Vergisi’nin ihtilal kokan tarafı budur.” Daha ne desin?

“DAR GELİRLİ KESİMDEN ALINMIŞ BİR VERGİ AYNI ZAMANDA…”

Gene birçoklarının sandığının aksine, bu vergi sadece sanayicilerden, tüccarlardan, holding sahiplerinden vs. değil dar gelirli kesimden yani işçilerden, memurlardan, küçük esnaftan, sekreterlerden, şoförlerden vs. de alınmış bir vergidir. Üstelik, bu öyle istisna diyebileceğimiz bir iki örnekle de sınırlı değil, İstanbul’da bu kategorideki yaklaşık 26 bin kişiden bu vergi alınıyor. Bunun ne demek olduğunu anlatabilmek için bir somut örnek vermek gerekirse, maaşı 1 ila 100 TL arasında olanlara 500 TL vergi tarh ediliyor. Yani maaşı görece yüksek olup da bu aralığın üst sınırında maaş alanlar için bile bu beş aylık maaşları demek. Dar gelirli bir kişinin 5 aylık maaşını bir seferde kaybetmesinin ne kadar yıkıcı olacağı ortadayken, maaşınız bir de bu aralığın daha alt kademelerinde ise 500 TL vergi ne demek, varın siz düşünün. Tabii, burada gene belirtilmesi gereken, bu tür ücretli veya küçük esnaf olup da vergi verenlerin sadece gayrimüslimler olduğudur ki bu da devletin yukarıda belirttiğim amacına uygun bir uygulama. Bu kesimden de vergi alındıktan sonra artık buna gerçek manada varlıktan alınan bir vergi deme imkânı ortadan kalkıyor.

“HALA SAVUNANLAR VAR!...”

İşin acı tarafı, tüm bu açık adaletsizliklere rağmen bugün bu vergiyi ‘dönemin şartları’ gibi gerekçelerle hâlâ savunanlar olabilmesidir. İşin günümüz demokrasisini ilgilendiren yönü budur, zira bu verginin doğruluğunu bugün savunanlar yarın benzer bir işe girişebilirler veya girişilmesine destek verebilirler.

(AGOS – Ohannes KILIÇDAĞI – 15.11.2024)