Bilge Azgın
bilge.azgin12@gmail.com
Bu yazı, Ülker Fahri’nin 29 Haziran’da yapılacak olan Referandum için “Neden Hayır” başlıklı yazısını analiz edip eleştirel bir incelemede bulunmak amacıyla kaleme alınmıştır. Bu karşılıklı yazışmalardan muradımız “evet-hayır” yarışmasının ötesinde solun farklı pozisyonları arasında eleştirel bir diyalog kurma çabasıdır. CTP PM üyesi olarak anayasa değişikliklerine ‘Evet’ derken, ‘Hayırlı Sol’ cephesinde yüksek ego tatmini ve siyasi stratejik manevra peşinde olmadığı gibi kendi içinde de tutarlı bulduğum insanlardan biri olan Ülker Fahri’yle fikir teatisinde bulunmaktan sadece kıvanç duyabilirim.
Ülker Fahri de dahil ‘Hayırlı Solcuların’ birinci tespiti, öne sürülen anayasa değişikliklerinin (özellikle geçici 10’uncu madde ve vicdani ret göz önünde bulundurulduğunda) “düzeni köklü değişime uğratmamasıdır”. Ancak gelgelelim bu noktayı tüm CTP’liler de dile getiriyor. CTP yetkilileri, 29 Haziran’da yapılacak referandumda 34 milletvekili sayısı şartı aranması nedeniyle arzu edilen ve hükümet programına konulan reformların hepsinin gerçekleşemediğini, reformların bir kısmının gerçekleşeceğini ve referandumdan sonra da sivil bir anayasa için çalışmalara devam edileceğini belirtiyorlar. Birikim Özgür’ün (https://www.yeniduzen.com/Yazarlar/birikim-ozgur/hukumetin-ya-da-ctp-nin-degil-meclis-in-anayasa-degisikligi/4128), Ferdi Sabit Soyer’in, (https://www.yeniduzen.com/Yazarlar/ferdi-sabit-soyer/anayasa/4129) ve veya Tufan Erhürman’ın herhangi bir yazısını okumakla bu hususta yeterli fikir edinilebilir.
Ülker Fahri’nin yazdığı yazının can damarını oluşturan tespiti okuyalım:
"Devrimci" olduğuna inandığım ve "Bu Düzen Değişmelidir" diyerek yola çıkan Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin, kuruluş amacına uygun olarak "düzeni değiştirecek" köklü değişiklikler yapmasını beklediğimden, meclisteki diğer partilerle "uzlaşılarak" yapılan değişikliklerin iyi/kötü veya yeterli/yetersiz olmasından öte, "düzeni değiştireceğine inandığım" partinin, hükümetlerde yer almaya başladıktan sonra, ilke ve amaçlarının aksine, değiştirmek için yola çıktığı düzene "ayak uyduran" sıradan bir parti haline gelmesi, koalisyon ortağı olduğu DPUG ve değişiklik için gerekli olan 34 sayısına ulaşmak için oylarına ihtiyaç duyduğu UBP'nin, müştereken "rıza" gösterdikleri kadar "düzeni rahatsız etmeyecek" mümkün olan değişiklikleri yapma yolunu seçerek, kendisine oyları ile destek veren halkı "aldatma" meselesidir.
Ülker Fahri’nin bir paragraf uzunluğundaki cümlesini ikiye bölüp ele almakta fayda vardır.
"Devrimci" olduğuna inandığım ve "Bu Düzen Değişmelidir" diyerek yola çıkan Cumhuriyetçi Türk Partisi'nin, kuruluş amacına uygun olarak "düzeni değiştirecek" köklü değişiklikler yapmasını beklediğimden, meclisteki diğer partilerle "uzlaşılarak" yapılan değişikliklerin iyi/kötü veya yeterli/yetersiz olmasından öte, "düzeni değiştireceğine inandığım" partinin, hükümetlerde yer almaya başladıktan sonra, ilke ve amaçlarının aksine, değiştirmek için yola çıktığı düzene "ayak uyduran" sıradan bir parti haline gelmesi,
Birinci bölümde, Ülker Fahri, Kuzey Kıbrıs’taki maksimalist sol zihniyetin güzel bir örneğini sergiliyor. Yapılan değişiklikler bizi daha iyiye götürür mü noktasını irdelemeye değer bulmuyor, çünkü bizi daha iyiye götürecek birtakım açılımlar içerse dahi vesayet rejiminin hukuksal dayanağı olan geçici 10’uncu maddeyi ortadan kaldırmıyor. Kuzey Kıbrıs’taki sol yelpazede, merkez soldan meclis dışı kalan sola doğru kaydıkça Türkiye’nin KKTC üzerindeki vesayet hükümranlığı daha da tümel bir sorun olarak algılanıyor. Hatta ve hatta bu sorunsala Panteist bir anlam yüklemesi yapılır.
Örneğin: Lefkoşa Belediyesi, efsanevi Başkan Cemal Bulutoğulları döneminde çöp dahi toplayamaz hale geldi! “İşgal var da ondan”. Devletten yüksek baremden emekli olan eski TMT’ciler ile eski devrimci sendikacılar mutlak dayanışma içinde devletten her ay 7 bin YTL emeklilik maaşı çekiyorlar. Özel sektörden emekli olanlar ise maksimum 2500 YTL. Eski devrimciler ile eski TMT’ciler karşılığı olmayan miktarlarda maaş çektikleri için genç generasyon artık 1600 YTL’den başlıyor kamuda işe! “İşgal var da ondan”.
Bu örnekleri çoğaltmak mümkün. Uzun lafın kısası, bu maksimalist sol zihin yapısına göre Kuzey Kıbrıs’ta var olan tüm sorunlar birincil sorundan kaynaklanan yapının ufak tefek türevleridir. Birincil ve tümel sorun olan askeri vesayet kalkmadan diğer sorunların hiçbiri ortadan kalkmaz. Bu maksimalist zihin kalıbının en iyi örneğini BKP Genel Sekreteri Abdullah Korkmazhan, Referandum’a Hayır Kampanyasına çağrı yaparken dile getirmiştir. Korkmazhan’a göre “Anayasa’da geçici 10. Madde olduğu sürece istediğiniz maddeyi değiştirin, hiçbir anlam ifade etmez. Geçici 10. Madde tüm yetkiyi Türk Silahlı Kuvvetleri'ne vermektedir. Anayasa hükümsüzdür”.
Meclis dışı kalan sol partilerin siyasete bakışı “Askeri vesayet varken bir şey olmaz, tek çaremiz Güney’in Federal Çözüme evet demesi” şiarında temellenir. CTP ise bir yandan Kuzey’in geleceğini Federal Çözüm’de görürken, diğer yandan da Kuzey’deki siyasi yapıyı demokratikleştirmek ve vatandaşa diğer sağ partilerden daha iyi hizmet vermek iddiasındadır. CTP gibi yığınsal kitlelere hitap eden sol partileri, meclis dışında kalan sol partilerden ayrıştıran temel özelliklerden biri de budur.
Evet!!!
Lefkoşa Belediyesi’nin DP ve UBP’nin ortak adayı olan efsanevi Başkan Cemal Bulutoğulları döneminde çöp dahi toplanamaz hale getirilmiş olması ve salgın hastalık tehlikesi ile karşı karşıya kalmamız, geniş halk kitlelerin ne kadar umurunda ise CTP’nin de o kadar umurundadır!
Evet!!!
Efsanevi Cemal Başkan’ın Sayıştay Raporları’yla da tescillenmiş yığınla usulsüzlükleri sayesinde Belediye’nin yıllık bütçesinin yüzde yüzün üzerinde zarara uğratmasına rağmen görevden alınamaması geniş halk kitlelerin ne kadar umurundaysa CTP’nin de o kadar umurundadır!
O yüzden yapılacak olan Anayasa değişikliğiyle hem Sayıştay’ın denetsel yapısı güçlendirilecek hem de belediye başkanları, yaptıkları usulsüzlüklerle bütçenin onda birini zarara uğratırlarsa görevlerinden alınmalarının önü açılacak. Efsanevi Cemal Başkan gibi “bu halk beni seçti, gelecek seçime kadar istediğim usulsüzlüğü yapıp Belediye’yi istediğim gibi batırırım” aymazlığı bir kez daha tekrarlanmayacak. Çocuk haklarının güvence altına alınmasından tutun da, Milletvekillerinin mal varlığı beyanlarına kadar gündelik hayatımıza dokunacak, elle tutulur iyileştirmeler sağlayacak birçok iyileştirici düzenleme getiriyor Anayasa değişiklikleri.
Bu noktada Baraka ve BKP’nin bir taraftan daha iyi bir Lefkoşa yaratmak için anayasa değişikliklerine evet diyen Mehmet Harmancı’yla ittifak yaparken, diğer tarafdan da CTP “anayasa değişiklikleriyle rejimi makyajlamaya çalışıyor” diyerek CTP’yi itibarsızlaştırmaya çalıştığını ve “Hayır” kampanyasını CTP’ye saldırı platformuna dönüştürmeye çalıştıklarını da vurgulamak gerekir. BKP Genel Sekreteri Abdullah Korkmazhan’ın “Anayasa’da geçici 10. Madde olduğu sürece istediğiniz maddeyi değiştirin, hiçbir anlam ifade etmez” deyip Mehmet Harmancı’yla birlikte çemberlerde daha iyi bir Lefkoşa için bayrak sallaması ne kadar da anlamlı oluyor, değil mi!???
10’uncu madde kalkmadan çocuk istismarına karşı anayasal önlem almak hiç bir anlam ifade etmiyormuş gibi!
Belediyelerin Cemal’ler tarafından batırılması, çöpler içinde yaşamak, hiç bir anlam ifade etmiyormuş gibi!
Sayıştay’ın daha denetsel bir yapıya kavuşması hiç bir anlam ifade etmiyormuş gibi!
Daha iyi bir Lefkoşa için Harmancı’nın arkasında sallıyorlar bayrakları çemberlerde… Bu anlamsızlıklarına bir harman anlamsızlık daha katmaya çalışırmış gibi!
Yüksek ego tatmini ve siyasi stratejik manevra peşinde olmayan “hayırlı solcuları” bir kenara bırakıp kendi içinde tutarlı bulduğum Ülker Fahri’nin tespitlerine geri dönmek istiyorum. Anayasada öngörülen değişikliklerin hangisi CTP’nin ilke ve amaçlarına ters düşmektedir? Bu değişiklikleri referanduma götürerek CTP düzene ayak mı uyduruyor? Yoksa düzeni kısmen de olsa şeffaflık ilkesi veya insan hakları normları doğrultusunda tanzim etmeye mi çalışıyor?
Bu iyileştirmeleri sağlayacak değişiklikleri, Ülker Fahri neden yeterince önemsemiyor? Cevabı şu cümlesinde saklı:
"Devrimci" bir siyasal parti ile "Sıradan" bir düzen partisi arasındaki fark; Devrimci bir parti göreve geldiğinde, "düzeni değiştirecek" köklü değişiklikler, sıradan bir siyasi parti ise "düzeni rahatsız etmeyecek" mümkün olanı yapmalarından kaynaklanmaktadır.
Bu da bizi Ülker Fahri’nin bir paragraf uzunluğundaki cümlesinin ikinci bölümüne getiriyor:
koalisyon ortağı olduğu DPUG ve değişiklik için gerekli olan 34 sayısına ulaşmak için oylarına ihtiyaç duyduğu UBP'nin, müştereken "rıza" gösterdikleri kadar "düzeni rahatsız etmeyecek" mümkün olan değişiklikleri yapma yolunu seçerek, kendisine oyları ile destek veren halkı "aldatma" meselesidir.
Anayasa değişikliklerine sadece UBP ve DP’nin değil TDP’nin de evet dediğini bir kez daha hatırlattıktan sonra, CTP’nin de Kuzey Kıbrıs’taki tüm partiler gibi seçimli parlamenter sistem içinde hareket eden bir parti olduğunu vurgulamak isterim. Eğer bu halkın yüzde 52’si UBP ve DP bloğuna oy vermiş ise ve bu partilerin temsilcileri hala azınlık haklarından bihaberseler, askerin sivil otoriteye bağlanmasını içselleştirememişseler, ilerici insanlara düşen görev bu değerlerin daha geniş kitlelere yayılmasını sağlamaktır. Düzeni değiştirecek köklü değişiklikler ancak böyle gerçekleştirilebilir.
Eğer bu anayasa değişiklikleri size yeterince “devrimci” gelmiyorsa, veya “1985 Anayasası’na zamanında hayır dedik şimdi referandumda oy kullanıp niye o Anayasayı dolaylı olarak tanıyalım ki?!” diyorsanız o zaman Referandum günü oyunuzu kullanmazsınız olur biter. “Hayır” kampanyası neden? Ülker Fahri ile tartışmamızı burada sonlandırıyorum.
Ancak yazımı sonlandırmadan önce ‘Hayırlı Sol’ cephesinde yüksek ego tatmini ve siyasi stratejik manevra peşinde koşan aktörlere de bir çift sözüm olacaktır. Meclise seçilemeyen bazı sol partiler (BKP ve Baraka) için bu referandum fırsatını “Hayır” üzerinden CTP’ye saldırı platformuna dönüştürmek bu toplumu bir adım daha ileriye götürmekten daha önemliyse eğer, daha çok uzunca bir süre meclis dışı kalmaya devam edeceklerdir. Çünkü gündelik hayatımızda yaşadığımız sistemi daha yaşanabilir, şeffaf ve hesap verebilir kılmak bu halkın umurundadır ve böyle bir talebi vardır!
Bu toplumu bir adım daha ileriye götürecek olan Anayasa Referandum değişikliklerine EVET demek mi bu toplumu aldatmak? Yoksa HAYIR diyerek olduğumuz yerde saymamızı isteyenler mi?