1994, Doğu Akdeniz Üniversitesi ve Onat Kutlar…

Asım Akansoy

1994 yılı benim için çok önemli bir yıldı aslında, sadece benim için değil Kuzey Kıbrıs içinde çok önemliydi.

O yıllar Doğu Akdeniz Üniversitesi’nde öğrenci aktiviteleri için her eğitim döneminde 5 dolar para toplanıyordu.

İyi saatte olsun o zaman rektör yardımcısı olan ve aynı zamanda benim hem Elektromanyetik hem de Mikrodalga hocam olan Prof. Dr. Haluk Tosun, bir gün bizi yanına çağırdı:

“Çocuklar bu paralar toplanıyor ama hiçbir etkinlik yapılmıyor. Üniversiteye bazı öğrenci grupları popüler şarkıcıları getirebilmek için birtakım taleplerde bulunuyorlar. Bu bütçeyi kullanmak istiyorlar. Siz ne dersiniz?” Biz aynı dersleri alan 3 mühendis adayı öğrenci arkadaştık ( Eren Bellikli, Şükrü Hamutçuoğlu ve ben.)

Biz popüler bir şeyler yapmaya çok sıcak bakmadığımızı söyledik. Zaten insanlar popüler olan şeylere kolaylıkla erişebileceklerini, farklı bir şey yapmak istediğimizi söyledik. Birde buna sadece biz karar vermemeliyiz dedik. Farklı ilgi alanları olabilir, kültürden, sanata siyasi görüşlere kadar. Sanatın da farklı alanlarına kişilerin ilgi duyabileceğini de unutmamak lazım. Haluk Tosun hocam hem farklı bir şey yapma fikrimize hem de demokratik yaklaşımımıza hemen destek verdi.

Bizde hemen çalışma ekibimizi genişlettik farklı fikirleri de alabilmek için... Tiyatro, sinema, müzik, halk dansları, kitap, felsefe, fotoğrafçılık, dağcılık, vs. ( inanın hepsinin ismini hatırlayamıyorum). Üniversite bize birde öğrenci aktivite merkezi tahsis etti.

Bu kulüplerin yönetimi ve isimlerini biz belirlemedik, her kulüp başkanını ve yönetimini demokratik seçimlerle belirledi ve her şey çok şeffaf oldu.



* * *



Ben en son sinema izlediğimde, Mağusa Surlar İçi’nde; ya 1977 idi yada 1978…

O günden sonra da Kuzey Kıbrıs’ta bütün sinemalar kapanmıştı. Lozan sinemasında izlediğim en son film Sinbad’tı o büyülü anı hiç unutamamıştım…



* * *



Ve ben yaklaşık 15 yılı aşkın bir süredir Kıbrıs’ta sinema olmamasını hiç kabul edemiyordum.



* * *

Sinema kulüp başkanlığına aday oldum ve kazandım. Kazandım ama sinema salonu,  sineması olmayan bir ülkede/şehirde/ üniversitede; sinema kulüp başkanı olmak trajikomik bir durumdu.



* * *



Haluk Tosun hocama gittim ve her şeyin yolunda gittiğini, öğrenci kulüplerinin oluşturulduğunu, yönetimlerinin seçildiğini ve her kulübün aktivite planını hazırladığını ilettim. Haluk Tosun hocama benim de Sinema Kulüp Başkanlığı’na seçildiğimi söyledim. Hocam çok sevindi ve beni tebrik etti.

Yalnız hocama bir problem olduğunu söyledim, “bu ülkede faaliyette olan bir sinema salonu bile yok.

Son 15 yıldır tek sinema filmi gösterilmedi” dedim…



* * *



Haluk Tosun bana  “ Hüseyin Hacıbaşıoğlu’nu tanıyor musun ?” diye sordu…

“ Hayır” dedim…

“ Peki Onat Kutlar’ ı tanıyor musun?”

“ Hayır”

Ben bekledim “oğlum seninle işimiz çok” demesini. Ama o, öyle yapmadı ve telefona sarıldı ( Hoca olmak böyle bir şey galiba ama hoca gibi hoca olmaktan bahsediyorum… )

“ Vay Hüseyin abi nasılsın?” arkasından bir kahkaha. Beni telefonda Hüseyin abiye anlattı ve ne yapmak istediğimi. Sonra telefonu bana verdi. Karşıdan yaşlı ama çok sevecen bir ses…

“Dağhan sinema ile uğraşmak istiyormuşsun ?” 

“ Eeeevet”

“ O zaman gel İstanbul’a işe koyulalım”

“ Pe pe peki”

Hüseyin Hacıbaşıoğlu’nu anlatmak için köşeler yetmez. Sinema ile alakalı kısmını söyleyeyim ucundan, Şakir Eczacıbaşı, Onat Kutlarla birlikte Sinema Tek’in kurucularından. Şehri İstanbul’a sinema festivalini armağan eden ekibin çok önemli bir parçası idi. Tanıdığım ender müthiş insanlardan biriydi…

Hüseyin Abi, beni Onat Kutlar ile tanıştırdı. Bugün gibi hatırlarım, İstiklal Caddesi’nde Alkazar Sineması’nı geçer geçmez bir paralel sokaktaydı ofisi. Soğuk bir kış günüydü, Onat Kutlar’ın odasının camından dışarıya bakınca, Haliç’e kadar grinin bütün tonlarında bir İstanbul görünüyordu…

“Madem sinema başlatmak istiyorsun Kıbrıs’ta, o zaman işe 35 mm sinema makinesi ile başlayalım” dedi ve önce birisini aradı, sonra da bana tarif etti nereye gideceğimi, içine sinmedi,  “Boşver hadi gel beraber gidelim” dedi…

O gün başlayan tanışmamız, Mayıs ayında muhteşem bir bahar şenliğine/festivale dönüştü…

Hangisini anlatayım; bir örnek vermek gerekirse insanlar Yaşar Kemal’in, Menekşe Koyu isimli kitabından Güneş Karabuda’nın beyaz perdeye taşıdığı filmi izleyip ışıklar yandığında karşılarında, koca çınar Yaşar Kemal’i görüp onunla sohbet etme fırsatı buldular…

Doğu Akdeniz Üniversitesi’nin Mavi Salonu’nda iğne atsanız yere düşmeyecek bir izdiham vardı o gün…



* * *



Ki o Yaşar Kemal ile ilk tanışıp kendisini davet ettiğimde, “Benim yakın arkadaşlarımı öldürdüler Kıbrıs’ta, Ayhan Hikmet ve Muzaffer Gürkan’ ı... Bu yüzden hiç gitmedim şimdide çok sıcak bakmıyorum” demişti. İkna etmek çok zor olmuştu.



* * *

Bütün festivalin perde arkasındaki mimarı Onat Kutlar’dı. Bugün Kıbrıs’ta sinema gösteriliyorsa Onat Kutlar’a borçluyuz.

Onat Kutlar her şeyi geri planda Hüseyin abi ile birlikte planlayıp insanları ikna etmesine rağmen çok yoğun ve önceden planlanmış yurt dışı seyahatinden dolayı gelememişti.

Sonra Eylül sonu gelip, mavi salonda varoluşçuluk ve sinema üzerine hayatımda dinlediğim en güzel semineri vermişti.

Seminerden sonra hep beraber St. Barnabas müzesine gittik, biraz dolaştıktan sonra, müzenin avlusundaki zeytin ağacının altına oturduk ikimiz; diğerleri dolaşmaya devam etti.

O kadar güzel bir sohbetti ki, sonra Cumhuriyet’teki “ Gündemdeki Konu “ köşesinde bu sohbetten bahsetmişti…

Bu Pazar başınızı yeterince şişirdim. Yazıma haftaya zeytin ağacının altındaki sohbetle devam etmek istiyorum. Müsaadenizle…