Rıdvan Arifoğlu
rarifoglu@yahoo.com
İyiniyetli, Önyargılı İstatistik Yorumları (Kıldığın Namaz Değil)
Profesör istatistik sonuçlarını değerlendiriyor, ancak sorun şu ki onun gözünde insanları alkolden uzaklaştırmak istatistiği yorumlamaktan daha önemli bir amaç olmuş. Belki de istatistik de sırf bunun için tutulmuş.
Profesör diyor ki eğitim düzeyi düşük olanlar daha çok alkol tüketiyor. Bunda bir sorun yok ama giderek sanki eğitim düzeyi düşük olanlara, "Alkolü bırakmazsanız eğitim düzeyinizin düşük olduğu ortaya çıkacak," mesajını veriyor. Pek düşünceli pek yargılı profesör belli ki alkol almıyor, alanlara da soru sormamış.
Alkol alsa idi veya alanlara sorsa idi şunu anlama ihtimali olurdu: Alkol sarhoş edebilir ama kasları da gevşetir. Bunlar aslında benzer şeyler. "Kaslarını gevşetme ihtiyacı olan insanlar kimlerdir?" Cevap: Genellikle bedenleriyle çalışan insanlardır. Bu da şu soruyu getiriyor: Acaba bu insanlar sırf cahil oldukları için değil, bedenleriyle çalıştıkları için mi alkol alıyorlar? "Eğitim düzeyi düşük" olan insanların bedenleriyle çalışma ihtimalinin çok daha yüksek olduğunu düşünürsek…
O yüzden birkaç istatistik daha tutulmalı. Mesela acaba kafa işi yapan insanlardaki alkolizm çeşitleri nelerdir? Ya da hem kafa hem beden işi yapanlarda alkolizm oranı nedir? Belki de daha istisnai durumları ele alıp ilk önce onların yaşadıklarına bakmalı: Kafa işi yapacak kafası varken beden işine koşulan insanlar…
Bir de profesör gibi olanlar var ki onların iyi niyetliliklerine kafam basmıyor.
Ola ki bu alkolik işçiler biraz da bu profesörleri gördükleri için dertleniyor, dertlendikçe içiyor, içtikçe profesörlerin dilinde istatistik oluyor. Kısır çözgü. Ne olacak bu memleketin herhangi (1) hali?
İstatistik için (hani) ünlü bir yorum vardır: Bir adam (lafın gelişi) günde 2 tavuk yer, diğeri (adam) hiç tavuk yemez. İstatistik böyle yorumlanınca sanki bu iki adam günde birer tavuk yiyorlarmış gibi bir iddia ortaya çıkıyor, ya da ortada tavuk yok yandan geç! MFÖ'nün şarkısındaki gibi bağırıyorum: Profesör çaldığın tavuğu öyle yemeee!
"İdare edip gidiyoruz be kardeş / Birbirimizi seviyoruz."
"Hop, aile var!"
Kötüniyetli Çılgın Profesör Tanrının Varolmadığını İspatlamaya Çalışıyor (Öyle Değil Akıllım!)
Konu nasıl buralara geliyor, bir profesör nasıl oluyor da bu tip şeylerle uğraşıyor, henüz anlaşılamadı.
Bize Tanrı'nın yokluğunu (veya varolmadığını) ispatlamak için uğraşıyor, bunun için de Akdeniz gibi herkesi her daim her konuda ters köşeye yatırma potansiyeli çok yüksek olan bir kültürel coğrafyayı kullanıyor. Sevmediği birileri "var" demiş herhalde, o da varolmadığını söyleyecek.
İspat noktası oldukça karmaşık… Üstelik kıl-tüy konuları olduğu için pek de çekici sayılmaz. Efendim Tanrı olsa imiş, varolup da o kadar da iyi bir tasarımcı olsa imiş Akdeniz coğrafyasındaki insanları bu kadar kıllı yaratmaz imiş. Havanın bu kadar sıcak olduğu bir coğrafyada değil vücutta kıl, saç bile yapmaz imiş. "Gördüğü kadarıyla bayanlar bile" epeyce kıllı imiş.
Ben Tanrı'yla biraz eğleştim. Bana dedi ki, "Söyle onlara ben o kadar da varolmayan birşey değilim!" (italikler benimdir). Aynı profesör belki başka bir konferansta gene Tanrı'nın varolmadığını ispatlamak amacıyla hayat için suyun kaçınılmaz olduğunu, hayatın sudan doğduğunu anlatmıştır, ancak iki konu bir araya gelmemiştir. Yani tamam, ılıman iklimdir ve buna rağmen insanları çokça kıllıdır filan ama bu herhalde suya da ihtiyaç olduğu için böyledir. Benim ayaklarım (söylemesi ayıp) biraz kıllıdır -o kadar da ayıp değilmiş-, denizden çıktığımda damlacıklar kıllara asılı kalıyor, uzun süre serinleyebiliyorum. Gerçi bu pek hoşuma gitmez, deniz tuzludur ve ayaklarımı yakar. Ağaçları suvaracağımızda soğuk ve yumuşak kuyu suyunun ayaklarımda asılı kalması yazda pek güzel olur. Bizim kılsız küçük yeğenler bile bu suyla yıkanınca tam da kalıplaşmış söyleyişte olduğu gibi "sevinçten çığlık atarlar."
Akdeniz sadece deniz de değil... Sıcaksa dağa çık, ya da ağacı sulayıp altına otur (ki bunu ne kadar yazarsak yazalım azdır). Soğuksa dağdan aşağıya in. Boşuna değil tüflü-killi tepelikler. Isınmak istiyorsan rüzgârın önüne set çekmek gerek, ona "Dur, yolcu!" diyerek sadece güneşi alacaksın, gece yüksek izolasyonlu mağaralarda ateş yakıp ısınacaksın (ki ateşi bulmuştuk zaten, sorun olmaz).
Kendimi aniden Tanrı'nın varolduğunu ispatlamaya çalışan bir dalaveracı po’isyonunda buldum. O niyette değildim. Profesöre kıllık olsun diye de yazıyor değilim.
Bir kişiyi eleştirecekseniz isim verirsiniz. Bir kişinin şahsında toplumda pekçok kişiye ve bir olguya değinecekseniz o başka. Burda yaptığım bu. Genellikle yapılan ise şu: Geneli eleştirmeye çalışıyor gibi yapıp birine laf yetiştirmeye çalışmak. Onlar hep kişisel yazmadıklarını iddia etme eğilimindedirler. Toplumdaki po’isyonları gereği böyle demek zorundadırlar. Hep de en kişisel takılanlar kendileridir. Bu profesörler gibi davranırlar. Amaç başka. Görünmek, görüntü vermek pek emek istemiyor demek… İyiniyet önyargının kara bulutlarını dağıtamaz. Kötü niyet Tanrı'yı zorla deliğinden çıkarır.