20 Temmuzu Kutlama!

20 Temmuzu Kutlama!

Meltem Hamit
meltemhamit@yahoo.com

“Ulus-devletlerin yüzeysel tarihi aslında yüzeylerin tarihidir: Toprak üzerinde yaşayan, üreten ve üretim aracına dönüştürülerek devlet aklınca ‘doğal kaynaklar’ tablosuna tasnif edilebilen insanların, jeopolitik denge oyunlarının, güç çatışmaların belirdiği, aktığı, dolaştığı bir yüzey.” (Baker, Yüzeydeki Çatlak, Birikim Sayı:77,s.13)

“Yeryüzü coğrafyasının hiçbir parçası, bölünmüş ve parçalanmış bir kent kadar tekinsiz, hazin, kuşku uyandırıcı ve üzüntü verici değildir…” (Baker, Yüzeydeki Çatlak, Birikim Sayı:77, s.12)

“Sınırlar, gezegenin yüzündeki yara izleridir.” (Gogol Bordello grubunun “We Rise Again” adlı parçasından)


Bir şeyi kırk kez tekrar edersen gerçekleşir diye bir inanış vardır bilirsiniz. Bu inanış aslında insanın ikna olan/edilen bir varlık olduğuna da işaret etmektedir. Sahiden de bazı şeyler kırk kez söylenince, yalan bile olsa, ikna edici olabilmekte, “gerçeklik” kazanabilmektedir. Başka bir deyişle, her bir tekrar, bir yönden de bir anlam sabitleme, söz konusu olayın alternatif anlamlara kapatılması, girişimidir. Nitekim “toplumsal gerçeklikler”imizin birçoğunun temelinde de tekrara dayanması- çoğunlukla sorgulanmadan tekrar edile gelmesi- yatmaktadır.

Bir yalanın bile kırk kez dile getirilmesi/tekrar edilmesi onu anlamlı kılıyor ve gerçeğe dönüştürebiliyorsa eğer, bir yanlışla kırk yaşamanın, buna göre eylemenin sonucu ne olur? Peki, coğrafi bir bölünme, kırk yıl sürdürülürse netice ne olur? İnsan ikna olabilen bir varlıktır…

Malum olduğu üzere, 1963-1974 döneminde gerçekleşen toplumlararası sıcak çatışmalar ve 15 Temmuz darbesi ardından Türkiye’nin 20 Temmuz 1974 tarihinde adada gerçekleştirdiği askeri müdahalenin bu yıl kırkıncı senesi. Bu aynı zamanda adanın bölünüşü ile parçalanmış ve dikenli tellerle çerçevelendirilerek takdim edilmiş olan bir uzam ve hakikat algısının da kırkıncı sene-i devriyesi.

Yazının başında alıntı yaptığım Yüzeydeki Çatlak yazısında Ulus Baker, bölünmenin kendi içinde başlı başına bir kötülük olmadığını; ancak bunun “katılaştığı, rutinleştiği, taraflar için sürekli kimlikler oluşturmaya başladığı andan itibaren bir ‘bunalım’, bir ‘sorun’” haline geldiğine değinmektedir (Baker, Yüzeydeki Çatlak, s.15). Farklı bir biçimde söylersek, asıl sorun, söz konusu bölünmenin kanıksanması, normalleşmesi, gittikçe daha da katı bir biçimde gerçeklik kazanması ve kişilerin kendilerini bölünmüş mekanla tanımlayıp anlamlandırmasında yatmaktadır. 

Adanın bölünmesinin kırkıncı yılında dönüp baktığımızda, artık “öbür taraf”a geçişler mümkün olsa da, görünen o ki gözetleme kuleleri, ölü bölgeler ve dikenli tellerle inşa edilmiş sınırlar ve buna göre sunulan parçalı bir gerçeklik algısı, ruhlarımıza ve bedenlerimize gittikçe daha da sirayet etmektedir. Tehlikeli olan ise işte tam da budur.

Kutlama!

Tören, kutlama, şenlik gibi tekrara dayalı ritüeller, belirli bir hakikat modelinin ve ona delalet eden toplumsal düzenin yeniden inşa edilmesini; belirli bir düzenin doğallaştırılmasını ve hatta kutsallaştırılmasını hedefleyen sembolik aktivitelerdir. Şüphesiz ki, 20 Temmuz kutlamaları da bu rutine dayalı ritüellerdendir. Etkililiği tartışmaya açık olmakla birlikte, düzenlenen bu resmi törenler, askeri müdahalenin ardından gelen toplumsal düzenin pekiştirilmesini, bulunduğumuz koşulların anlamının hakim anlatıya uygun bir biçimde sabitlenmesini hedefleyen gövde gösterileridir. “20 Temmuz Mutlu Barış Harekatı” kutlanır, böylelikle mutluluk ve barışın yolu hareketlerde değil, harekatlarda  bulunur. Ada sembolik olarak bir kez daha bölünür ve acılar etnik kimlik üzerinden millileştirilir. Barış ise sıcak çatışma ve savaşın sona ermesine indirgenir.  Bu anlatıda kuzeyde yaşayan yüz binlerce Rum’un da zorla evlerinden ve yerlerinden edilmiş olunduğuna, “öteki”nin acılarına, müdahale sonrası gerçekleşen talan ve ganimet düzenine, askeri vesayete, Arasta’nın, Maraş’ın ve adanın bir bütün olduğuna yer yoktur.

20 Temmuzu kutlamak, milliyetçi söylemin içini doldurduğu biçimde bir “kurtuluş/kurtulma/kurtarılma”, “özgürlük” ve “güvenlik” algısının yanı sıra; ölümü, savaşı, nefreti ve bölünmeyi de kutsamaktadır. Bu kutlama ritüelleri, bir yandan içinde bulunduğumuz garip koşulların  sahiciliğine ikna etmeye, bir yandan da 20 Temmuz’un sözü geçen anlamlarının üzerini örtmeye yeltenmektir. 

Bu topraklar üzerinde yıllarca yeterince acı çekilmiş, nefret döllenmiştir. Eğer adada barış talebinde gerçekten samimi isek, bu  “kutlama” ve benzeri ritüellerden vazgeçmenin zamanı çoktan gelmiştir. Barış inşası çabaları sahici ise, 20 Temmuz kutlamaları ve benzeri resmi/askeri törenlerden vazgeçilmesi bir ilk adım olmalı, bunların iptali gönüllere hitap eden bir önlem olmalıdır. Ya da uluslararası ilişkiler jargonuyla “güven arttırıcı önlem” olarak talep edilmelidir.


Son Not: 20 Temmuz aynı zamanda kızım Şerbet’in- ki kendisi bir kedidir- de doğum günü, bu yıl 3 yaşında oluyor... Bugün illa ki bir şey kutlamak lazımsa, Şerbet’in doğum gününü kutlayabilirsiniz bence. Ben öyle yapıyorum mesela! Savaş ve bölünme değil, kutlanacaksa bu kutlansın; illa bir şey kutsanacaksa, ölüm ve nefret değil, doğum ve sevgi kutsansın. Şerbet, iyi ki doğdun!

Dergiler Haberleri