Tufan Erhürman
2012’ye girerken en önemli açıklamayı Cumhurbaşkanı Eroğlu yaptı. Aslında söylediklerinin işaretleri, başta Başaran Düzgün olmak üzere, bazı basın mensuplarının daha önceki yazılarında vardı ama bunların doğrudan doğruya Cumhurbaşkanı tarafından telaffuz edilmesi tarihe not düşmek açısından önemlidir.
Eroğlu’nun, 1 Ocak 2012 tarihinde Kıbrıs gazetesinde yer alan açıklamalarına göre, yeni anayasa ile devlet isminin Kıbrıs Türk Devleti olarak değiştirilmesi mümkündür. Cumhurbaşkanı’na göre, “Kuzey Kıbrıs Türk Devleti veya Kıbrıs Türk Devleti olabilir. Kurulurken de böyle olabilirdi. İslam Konferansı ile de uyum sağlamış olabilir. İslam Konferansı Örgütü’nün yanı sıra Annan Planı ismimizi böyle anmıştı”.
Bu arada Cumhurbaşkanı, “polis, itfaiye ve merkez bankası gibi konularda bazı adımların atılabileceğini belirtirken, Türkiye’deki yetkililerle zaman zaman bu konuları görüştüğünü ve sıcak yaklaşımlar aldığını söyledi”.
Cumhurbaşkanı, ekonomi konusunda da önemli noktalara vurgu yaptı: “Yapılması gereken devletin üzerinden istihdam yükünü alacak özel teşebbüslerin güçlendirilmesi ve buralardaki maaşların devletle uyumlu olmasıdır”.
Ayrıca Cumhurbaşkanı, “önümüzdeki yıl tekrar bir çalışma yaparak bu programa göre ekonomide istikrarın sağlanması ve alınacak tedbirlerin düşünülmesi gerekir” diyerek, önümüzdeki yıl hazırlanacak yeni ekonomik paketi işaret etti.
Kanımca, Cumhurbaşkanı’nın bu açıklamaları dikkate alınarak geleceğe dair planlara ve bir süredir sözü edilen “yeni devlet”e ilişkin satır başları belirlenebilir:
1. TC ve KKTC Yetkilileri 2012’de Çözüm İhtimalini Zayıf Görmektedir
Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının içerisinde müzakere masasındaki uyuşmazlık noktalarına (toprak ve mülkiyet konusundaki bilinen tartışmalar hariç) hiç değinmemiş ve çözümle ilgili alternatif öneriler konusunda hiçbir şey söylememiş olması dikkate alınırsa, TC ve KKTC yetkililerinin 2012’den çözüm beklentilerinin son derece zayıf olduğu aşikârdır. Belli ki herkes, “B Planı”na yoğunlaşmış durumdadır ve 1 Ocak tarihinde Kıbrıs gazetesinde yer alan bu açıklamalar da halkı bu Plan’a ısındırma amaçlıdır.
Bu noktada, bu Plan üzerinde duruluyor olmasının, Sayın Hristofyas’a, “alternatifsiz değiliz” mesajı verme çabası olarak algılanması da mümkündür. Ancak kanımca, Hristofyas’ın çözüm konusundaki isteksizliğine doğru dürüst vurgu yapılmamış olması bu ihtimali zayıflatmaktadır.
2. TC ve KKTC Yetkililerinin “B Planı” Bazı Çevrelerin Sandığının Aksine KKTC’yi Tanıtmak Değildir
Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarında altı çizilmesi gereken bir diğer nokta, bu açıklamaların hiçbir yerinde KKTC’nin tanıtılmasından söz edilmemiş olmasıdır.
Daha önce defalarca vurgulandığı gibi, Birlemiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 541 ve 550 sayılı kararları geri alınmadıkça (ki ABD, Çin, Rusya, Fransa ve İngiltere’den oluşan daimi üyelerin böyle bir girişimde bulunmayacağı uluslararası konjonktürü biraz olsun takip eden herkesin anlayabileceği bir şeydir) KKTC’nin tanınması mümkün değildir. Sayın Cumhurbaşkanı ve TC yetkilileri de bunun herkes tarafından anlaşılmış olduğunu bildiklerinden olsa gerek, iç politikadaki beklentileri karşılamak amacıyla da olsa artık böyle bir ihtimali gündeme getirmemektedirler.
Bu nedenle dümen kırılmış ve Annan Planı’nda yer alan ve İslam Konferansı Örgütü’nün de kabul ettiği “Kıbrıs Türk Devleti”, belki başına “kuzey” de eklenmek suretiyle gündeme getirilmiştir. Belli ki amaç, KKTC ile ilgili 541 ve 550 sayılı Güvenlik Konseyi kararlarının cenderesinden kurtulmaktır. Ancak, bilinmelidir ki başta ABD olmak üzere uluslararası aktörlerden ciddi bir garanti alınmadıysa, içerisinde açıkça gelecekte kurulacak bir federasyonun iki kurucu devletinden biri olduğu vurgulanmayan bir Kıbrıs Türk Devleti’nin Anayasası da, 541 ve 550 benzeri yeni kararların alınmasını engelleyemeyecektir. Çünkü BM Güvenlik Konseyi’nin, doğrudan doğruya KKTC ile ilgili olmayan 1999 tarihli 1251 sayılı kararı hâlâ yürürlüktedir ve bu karara göre, Kıbrıs’ta çözümün temel parametresi federasyondur.
Yok eğer, yeni Kıbrıs Türk Devleti Anayasası’nda, bu devletin ileride kurulacak olan federasyonun iki kurucu devletinden biri olduğu açıkça vurgulanırsa, bu devletin tanınması da talep edilmeyecek (çünkü federe/kurucu devletler federasyondan ayrı bir biçimde tanınamazlar) ve aslında, bir anlamda, KTFD dönemine dönülerek, uluslararası toplumun ayrılıkçılığa yönelik tepkileri yumuşatılmaya çalışılacak demektir. Bu tepkilerin yumuşatılması da, özellikle ekonomik ambargolarda bir hafifleme sağlayabilecektir. Sanırım “B Planı”nın özü de burada yatmaktadır.
3. “B Planı” Kıbrıs Türk Devleti’nin TC’nin Bir Alt Yönetimi Olduğu Yönündeki Uluslararası Kabulün Yeniden Sorgulatılmasını Sağlamaya Yöneliktir
Bilindiği gibi, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin uygulanması bağlamında KKTC’yi TC’nin alt yönetimi olarak kabul etmekte ve bunun doğal sonucu olarak, Kıbrıs’ın kuzeyinde meydana gelen insan hakları ihlallerinden TC’yi sorumlu tutmaktadır. Bunun sebeplerinin başında, TC’nin Kıbrıs’ta çok sayıda asker bulundurması ve bu askerlerin KKTC sathına yayılmış olması gelmektedir. Buradaki ordunun ya da polisin TC’ye bağlı olması, AİHM kararları açısından belirleyici değildir. Ancak, sanırım, müzakere masasının Rum tarafının uzlaşmazlığı tespit edilerek çökmesi hâlinde, Kıbrıs Türk tarafı lehine oluşacak olumlu havadan yararlanılarak, asker, polis ve merkez bankası gibi konularda yapılacak düzenlemelerle bu içtihatın değişmesi sağlanmak istenmektedir.
Kanımca, AİHM’nin Kıbrıs’ın kuzeyinde insan hakları açısından bir vakum (buradaki insan hakları ihlallerinden kimsenin sorumlu olmayacağı bir durum) yaratmama eğilimi çerçevesinde içtihatta böyle bir değişiklik meydana gelmesi ihtimali çok güçlü değildir. Ancak, daha önce de söylediğim gibi, eğer böyle bir değişikliğin gerçekleşmesi arzulanıyorsa, denenebilecek tek yol, askerin buradaki konumunu bir uluslararası anlaşma çerçevesine oturtmak, asker sayısını azaltmak ve polisi, orduyu ve merkez bankasını KKTC makamlarına bağlamaktır.
Bu arada, özellikle ordunun ve polisin KKTC makamlarına bağlanmasının, AKP iktidarının ordunun gücünü zayıflatma planları açısından da işlevsel bir hamle olacağının altını çizmek gerekir.
4. Yeni Bir Devlet Yeni Bir Ekonomik Modeli de Beraberinde Getirecektir
Sözü edilen yeni devletin ekonomik modeli de Sayın Cumhurbaşkanı’nın açıklamalarının satır aralarından anlaşılabilmektedir.
Bu yeni devlette, ekonominin ağırlığı kamuda değil, özel sektörde olacaktır. Bu amaçla, özelleştirmeye ve yabancı sermayeyi teşvik uygulamalarına hız verilecek, devlette çalışanların özlük hakları yeniden düzenlenerek kamuda çalışmanın cazibesi azaltılacaktır. Böylece, bir yandan kamu harcamaları kısılmış, diğer yandan maaşlar ve sosyal haklar özel sektördekilerin seviyesine indirilmiş, ayrıca sendikalar özel sektörde örgütlenemediklerinden, onların da güçleri kırılmış olacaktır. Bunlara ek olarak, polisin, ordunun ve merkez bankasının KKTC makamlarına bağlanması sonucunda zayıflayan vesayet, TC’den gelen güçlü yatırımcıların ülke ekonomisi üzerindeki etkisi aracılığıyla yeniden tahkim edilecektir.
Sonuç
Sayın Cumhurbaşkanı’nın, “Böyle gitmez” başlığıyla Kıbrıs gazetesinde yer alan açıklamaları, Kıbrıs’ın kuzeyinde hüküm süren ve Eroğlu da dâhil olmak üzere Ulusal Birlik Partisi’nin kurulması için çok emek harcadığı düzenin sürdürülebilir olmadığının ilanıdır. Bu düzen, artık, kendisini kuran ve kendisinden müstefid olan sınıfların, katmanların ve iktidar odaklarının dahi ayağına dolanmaktadır. Bu yüzden de, Kıbrıs sorununun çözülmemesi hâlinde, sahipleri tarafından değiştirilecektir.
Eroğlu, açıklamalarında, Anayasa’nın ve Meclis İçtüzüğü’nün değişmesinden de söz etmiştir. Söylenmemiş olsa bile, bugüne kadarki tartışmalardan anlayabildiğimiz kadarıyla, hükümet sistemi (başkanlık sistemine geçiş) ve seçim sistemi değişikliği de planlar içerisinde yer almaktadır.
Demokratlar ve solda duranlar açısından bu projenin kimi kısımları ileri, kimi kısımları geri adım niteliğindedir. Hangilerinin desteklenmesi, hangilerine karşı çıkılması gerektiği gibi konular daha sonraki yazılarda tartışılacaktır. Bu yazı, tartışılması gereken satır başlarını sıralamak ve tartışmalara zemin hazırlamak amaçlıdır. Umarım solda duranlar ve demokratlar, geçmişte birçok kez yapıldığı gibi, çok aktif görünmekle birlikte aslında pasif kalınması anlamını taşıyacak bir “tümüne karşıyız” yaklaşımı yerine, oluşacak dinamizmi olumluya çevirecek projeler üzerinde tartışmaya şimdiden başlarlar.