Dr. Okan Dağlı
Tüm dünyada sektör haline gelmiş ve endüstriyel futbol da denen günümüz futbolunu artık klasik bir gözle değerlendirmek mümkün değildir. Futbolun anavatanı sayılan İngiltere’de bundan 150 yıl önce dünyanın ilk futbol federasyonu kurulurken futbol mavilerle kırmızılar arasında oynanan bir oyundu. Her maç öncesi takımlar sahaya çıkmadan önce her iki takıma da formaları dağıtılır ve bir takım mavi, diğer takım ise kırmızı formalar giyerdi.
O günlerden günümüze futbolda çok şeyler değişti. Kuralların değişmesi hala daha İngiltere’deki futbol federasyonlarının (İngiltere, İskoçya, Kuzey İrlanda, Galler’in) çoğunlukta olduğu Uluslararası Futbol Birliği Kurulu IFAB’ın onayına bağlıdır. Kuralları belki de İngilizlerin tutuculuğundan dolayı belki de en zor değişen spor dallarından biri olmasına rağmen, futbol dünyada artık bacasız bir sanayi durumundadır. İşte bu sanayinin de merkezinde olan Avrupa Şampiyonlar Ligi, en büyük ekonomiye ve bütçeye sahip ayrı bir işletme durumundadır.
GETİRİSİ EN FAZLA ORGANİZASYON
Her bir turnuvanın ayrı bir ekonomisi yada bütçesi mevcuttur. Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonası, Afrika Uluslar Kupası, Dünya Kulüpler Futbol Şampiyonası gibi... İşte bu organizasyonların herbiri ayni federasyona –holdinge- (FIFA veya UEFA gibi) bağlı olsa da kendi içinde ayrı ekonomilere sahip ayrı işletmeler gibidir. Bunların en büyük sermayeye sahip olanı ise Avrupa Şampiyonlar Ligi’dir. Bu ligi kazanan sene sonu itibarı ile 100 milyon euro civarında bir paranın da sahibi olmaktadır. Bundan dolayı tüm gözler bu kupanın üzerindedir.
Şampiyonlar Ligi’ni ya da eski adı ile Şampiyon Kulüpler Kupası’nı yaklaşık 40 yıldır bir takım 3 kez arka arkaya kazanamamıştır (En son Bayern Münih 1974/75/76 yıllarında arka arkaya 3 yıl kazanmıştı). En güçlü takımlar bile zaman zaman bu kupada teklemektedir. En büyük sermayeye sahip ve bu kupayı en çok kazanan takımlardan Real Madrid bu kupada 10 yıldır final dahi oynayamamıştır. Son 10 yılda bu kupada en üst turlara çıkan takımlar ise bütçelerini ciddi olarak geliştirmişlerdir.
Bunlara örnek Barselona, Manchester United, Milan, Chelsea ve Bayern Münih’tir. Tam tersine bu kupanın geçmişte gediklisi olan Liverpool, Juventus gibi takımlar bu turnuvaya son yıllarda katılamadıkları veya üst turlara çıkamadıkları için bütçe sıkıntısı yaşamışlar ve dünya sıralamasındaki yerlerini kaybetmişlerdir.
BARCELONA FAVORİ AMA...
Bu hafta Şampiyonlar Ligi’nde knock-out da denilen eleme maçlarının oynandığı son düzlüğe giriyoruz. Favorilerin en başında Barselona yer almaktadır. Müşterek bahisçiler nam-ı diğer bet dünyası, 1. numaralı favori olarak geçen yıl olduğu gibi bu yıl da Barselona’yı göstermektedir. Peki geçen yıl favoriye ne olmuştur? En güçlü takım kupayı niçin kazanamamıştır? Geçen yılkı Şampiyonlar Ligi’ni kazanan Chelsea şansla mı bu kupayı kazanmıştır? Şimdi bu soruların cevaplarını irdeleyip geçen yılki Şampiyonlar Liginden ne dersler çıkardığımızı tartışacağız.
Avrupa’da son 10 yılda bu kupada en çok üst turlara çıkan takımlar ellerindeki kadro, tecrübe ve futbol alt yapısı olarak diğer takımlardan bir seviye daha üst noktaya gelmişlerdir. Geçen yıl yarı finalde buluşan Barselona, Chelsea, Real Madrid ve Bayern Münih de bu özelliklere sahip takımlardır ve aralarına bir başka takımı sokmamışlardır. Manchester United kupadan çok erken elenerek en büyük sürprizi yapmıştır.
Yarı finalde ve finalde seri penaltı atışları belirleyici olurken, Chelsea’nin favori Barselona’yı geçip finale ulaşıp kupayı kazanması sürpriz sayılmıştır.
STATİK ANLAYIŞLARIN YIKILIŞI
Kupayı kazanana kadar her turda büyük bir savaş veren Chelsea’nin, yarı finalde Barselona deplasmanında ilk yarım saatte 10 kişi kalmasına rağmen favoriye boyun eğmemesi ve finalde de kupayı ev sahibi Bayern Münih’in elinden çekip alması bugüne kadar statik anlayışları da futbolda yıkmıştır. Şampiyonlar Ligi’ni favori takımların hegomanyasından kurtarmıştır.
Yarı finallerde kupanın 1 numaralı favorisi Barselona, kendi evinde, 10 kişi kalan kupanın 4 numaralı favorisi Chelsea’ye 2-0 galipken maçı berabere bitirip kupadan elenmiştir. Kupanın 2 numaralı favorisi Real Madrid, yine kendi evinde seri penaltilerle 3 numaralı favori Bayern Münih’e mağlup olmuştur. UEFA ve müşterek bahisçilerin tüm tahminlerine rağmen “bizim şehrimiz, bizim stadımız, bizim kupamız’ sloganıyla final oynayan Bayern Münih, kendi evinde daha iyi olduğu maçta kupayı Chelsea’ye kaybetmiştir. (Kupanın bu yıl da ilk üç favorisi yine sırasıyle ayni takımlardır!)
Sonuç olarak 2012 Şampiyonlar Ligi:
-Göze hoş gelen ve fazla pas yapan takımın değil, kalesini iyi savunup derinlemesine ve hızlı oynayanın,
-Yıldız ve skora etki eden oyunculara sahip olmanın en az takım futbolu oynamak kadar skor üzerinde önemli ve etkili olduğunun,
-Ev sahibi olmanın her şey olmadığını ve deplasmanın da mutlak mağlubiyet olmadığının,
-Bahis dünyasının daha az şans verdiği takımların da kupaya uzanabileceğinin,
-Penalti atışlarının her zamankindan daha fazla sonuç üzerinde etkili olduğunun,
-Sahada 10 kişi kalmanın teslim olma anlamını taşımadığının,
-Futbolda mucizelerin ve sürprizlerin her zaman var olduğunun altını bir kez daha kalın kalemlerle çizmiştir.
Geçen yıla ait kupanın en ilginç yorumunu ise Maradona yapmış ve “Şampiyonlar Ligi’ni en iyi futbol oynayanın değil, en çok isteyen ve arzulayan Chelsea’nin kazandığını” söylemiştir.
2012 Şampiyonlar Ligi, en nihayette de topun hala daha yuvarlak olduğunu bize tekrardan öğretmiştir.