Ekonomik Protokol imzalandı. Onca tartışmadan sonra oldukça sesiz ve ruhsuz olarak bu imzalandı. Çünkü bir an evvel imzalasın da ne isterse olsun mantığı hâkim oldu.
Evet, Türkiye ile bu protokoller önemlidir. Çünkü iç ve dış nedenlerle bu protokoller Kuzey Kıbrıs'ta yaşamın devamı için önemlidir.
Evet, kaynak veren, alan karşısında güçlüdür. Ama alanın de kendi konumunu doğru değerlendirmesi ve stratejik hedefler koyması ile o da bunlar temelinde kaynak verenin gücünü dengeleyecek ağırlık geliştirebilir.
Sonuçta alan ve veren ilişkisi her zaman sorun üretir. Ama eğer her ikisinde de meşru ve dengelemiş demokratik karşılıklı saygı varsa, bu sorun azalır. Bu makalede özelleştirme dışındaki bazı konulara değineceğim. O daha sonra...
TC- KKTC PROTOKOLLERİ...
İşte bu mantıkla, Türkiye- KKTC arasında imzalanan Protokoller olayına baktığımızda karşılıklı saygıya dayalı mantık olduğu söylense de işin özündeki yanlışlar nedeni ile bu Antlaşmalar iki taraf arasında üzücü gerginliklere yol açmaktadır. Çünkü bunu bütünlüklü olarak ele almıyoruz. Neden?
Şimdi, 2016-2019 Ekonomik Protokolü imzalandı.
Peki, bu imzalanmadan evvel, 2009-2013 ve 2013- 2016 arasında imzalanan ekonomik protokollerde ekonomik, demokratik, sosyal olarak ne gibi bir gelişme içinde olduk?
Hangi sorunlar aşıldı? Çözülemeyen ve aksine derinleşen sorunlar nelerdir ve neden? Bunun öncelikle incelenmesi gerekmez mi?
GSYİH ve Kişi Başına Düşen Milli Gelir, 2009- 2016 arasında ne kadar arttı?
Üretken alanlarda sabit sermaye yatırımları ne kadar gelişti?
Türkiye'den verilen kaynaklarla yapılan alt yapı projelerinden Kuzey Kıbrıs’a yol, bina, boru vs kaldı.
Ama bunun yanı sıra, bu ekonomik aktivite, Kuzey Kıbrıs’ta sermaye ve emek gücüne ne kattı? Bu destekle oluşan faaliyetler sonucunda Kuzey Kıbrıs’a bilgi, teknoloji olarak ne eklendi? Ayrıca araç ve ekipman olarak ne katıldı ve ne kaldı?
Bu büyük yatırımlar, KKTC Yurttaşı insanların her alanda ve dalda istihdamına ne kadar katkı yaptı?
Bu ve benzeri sorulara dayalı inceleme gerekmez mi? Şaka yok, altı yılı kapsayan bir dönemden söz ediyorum.
Ha, evet maaşlar ödendi, belli alanlarda yatırım yapıldı. Bu mevcudun sıkıntı içinde dahi olsa sürmesine katkı sağladı.
Ama bunlar yaşamın gelişmesine, ilerlemesine, insan odaklı memnuniyetin artmasına ne kadar katkı sağladı?
Bu altı yıl içinde tek tek yurttaşların ve işletmelerin borçları ne oldu? Bunun çok arttığı bir gerçek. Neden? Üstelik insanların alım gücü bu altı yıl içinde gelişti mi? Aksine düştü. Peki, bunun nedenleri?
Bunları her iki tarafında sağlıklı olarak değerlendirmesi gerekir. Alan ve veren eğer bu ilişkiyi gerçekten Kıbrıs Türk halkının kendi ayakları üzerinde durması amacı ile yürütüyorsa, bunları yapması esas olmalıdır. Ama ne acı, tartışmalar bu zemin üzerinden olmamaktadır.
2016- 2019 PROGRAMI…
Bakın, 2016- 2019 Programında yine bir hedef var. 2018 sonuna kadar KKTC Bütçe Açığının 100 milyon TL'ye düşürülmesi. Ama 2009-2016 arasında imzalanan tüm Protokollerde ayni hedef vardı. 6 yıl sonra yine, Bütçe Açığını Düşürmeyi öncelikli hedef olarak korsanız, burada gerçekten ciddiyetle başka şeyler sorgulamanız gerekir.
Bakın bu gidişle, eğer çok büyük bir değişiklik olmazsa, 2019-2022 Protokolünde da bu hedef olacak demektir bu? Çünkü 6 yıl sonra yine bu?
Bu hedef için, 2016- 2019 Protokolü’nde şu ifade edilmektedir.
"Maaş ve benzeri ödemelerin yerel bütçenin 2011 % 81, 2015 % 79,5 oluşturduğu görülmektedir. Bu harcamaların kamu yatırımlarında kullanılmaması bir yana, tasarruf sızıntıları nedeni ile yurt içi özel tüketime gittiği bile tartışmalıdır."
( Bakın bu "tasarruf sızıntıları" ifadesini de doğrusu çok ağdalı ve alengirli bir ifade olarak gördüm). Burada bu "sızıntı" özellikle maaşlı insanların bankalara dönük artan ve bastıran borçları mı? Yoksa güneyden yapılan alış veriş mi? Yoksa Türkiye'den yapılan alış veriş mi? Yoksa başka bir şey mi? Kardeşim yalnız yazanın anlayacağı bir şey toplumsal olamaz. Bu çok açık. O zaman antlaşmadaki bu ifade nedir?
Bu tespitlerle Protokol, yerel bütçedeki maaş ve maaş nitelikli ödemelerin Bütçe içindeki payının, 2016- 2019 arasında sırasıyla, % 78, %76,5 ve % 75 olmasını hedef olarak koymaktadır.
Buna ulaşmak için 2009'dan beri her protokolde bulan kurallar yine aynen ifade edilmektedir.
Bunlardan biri, Ek Mesai harcamalarının azaltılması hedefidir. Bu 6 yıldır yazılıyor büyük lakırdılar söyleniyor. Yine yazıldı. Onun için 6 yılın incelenmesi gerekir.
İkinci olarak Kamu harcamalarının azaltılması ve hedefe ulaşılması için, kamuda personel istihdamına yönelik kısıtlayıcı tedbir öngörüyor.
Bu şu şekilde ifade ediliyor.
"Kamuda yeni istihdam edilecek personel sayısı ( geçici personel dâhil) her yıl için merkezi idarelerde bir önceki yıl kamudan ayrılan personel sayısını aşmayacaktır"
Evet, bu önemli bir tedbir. Ama buda özel olarak incelenmelidir. Samimiyet bakımından bu incelenmelidir.
AKDE BAĞLILIK
Çünkü genellikle imzalanan bu protokollerle bağlantılı olarak ifade edilen bir husus var.
KKTC tarafı imza atar, ama imzasına sadık kalmaz. Bu şekilde sözü parayı alana kadardır. Ondan sonra bildiğini okur. Bu yüzden Türkiye güvenmez. Bence bu algı tek taraflıdır ve yanıltıcıdır.
Çünkü gerçekte bu sadakatsizlik, iki tarafta da vardır.
Bakın, personel istihdamı ile ilgili 2016- 2019 antlaşmasındaki kural, önceki Protokollerde de vardır. Burada diğerlerinden fark, "iki tarafın birlikte ayrılan personel sayısını tespit edeceği" vurgusudur.
Bu gerçekte onur kırcıdır. Çünkü esas olarak sizin hile yapabileceğiniz tespitine bu dayalıdır.
Ancak ayni kuralın olduğu 2009- 2016 Protokolleri döneminde Türkiye tarafı, UBP Hükümetine, 2012 - 2013 içinde, hem de UBP Kurultayı için, tespit edilen sayının ötesinde 350 kişilik, üstelik ihtiyaç analizine de gerek duymadan, ala keyfi istihdam yapmasına izin verdi. Destek oldu. Bu ise yaşadığımız bir başka gerçektir.
Ayni şey özellikle iç borçlanma içinde geçerlidir.
Yürürlükte olan 2013-2015 Antlaşmasına göre iç borçlanma, kamu harcamaları için yasaklanmıştır. Buna karşın, sırf CTP-UBP Hükümeti düşsün, UBP-DP Hükümeti kurulsun ve kurulurken ise popülarite kazansın diye, iç borç alınmasına imzacı Türkiye, borçlanma için ve kendi desteğinin de buna garanti olarak gösterilmesine izin verdi ve bu yerine getirildi.
AB- SYRİZYA
Yani, Protokollere karşın Türkiye siyasi otoriteleri de siyasi maksatlarla bunlarda yazılı bulunan kuralları çiğnemekten geri kalmadı.
Bunlar yaşandıktan sonra siz, hangi insafla bunların uygulanmamasını yalnızca KKTC Tarafına sorumluluk yükleyerek ifade edebilirsiniz.
Baksanıza Srizya Hükümeti Yunanistan'da kendi siyasi mantığına da ters bir şekilde AB ile yaptığı anlaşmaları yerine getirme kararlılığında yol aldı. Bu yalnızca onun değil, ama kaynak veren AB’nin de kararlılığı ile gelişti.
Bunu açık yazıyorum. Yarın bu Protokollerde yazanlara karşın Türkiye tarafı, gelecekte, bir başka siyasi sonuca ulaşmak için Kuzeydeki Hükümetinin yazılanın tersine adım atmasına ses çıkarmayacağı gibi, teşvik de edebilir. Ya da destek olmaz düşer. Yani imzacıların ikisinde de samimiyet eksikliği var.
Bu yaşanmış örnekler artık kime güven sağlar? Kim ciddiyet ve kararlılıkla bu kurallara uyar?
EN BAŞINDAN İMZALAYANIN SAMİMİYETSİZLİĞİ…
Kamu Yönetimi ile ilgili düzenlemelerde Protokol bir doğruyu öngörüyor. Bu Protokolde şu ifade ediliyor.
KKTC'de Bakanlıklar Kararname ile Kurulduğu için, her Hükümetle Bakanlıklar ve bağlı daireler değişiyor. Bu ise ciddi hafıza kaybına, bilginin aktarılamamasına ve koordinasyon bozukluğuna yol açıyor diyor. Doğru tespit.
Bunun için Bakanlıklar için yasal düzenleme yapılmalı, her hükümet değişiminde Bakanlıklar ve kamu yönetimi darmadağın olmamalıdır diyor.
Üstelik Protokol bir doğru adım daha atıyor ve devletin tüm harcamalarının denetlenebilmesi ve planlama yapılabilmesi için Maliye Bakanlığının altında bütün bunların birleştirilmesini de öngörüyor.
E, bunu öngören bu Protokolü kim imzaladı? Hükümet olmak için tüm Bakanlıkları ve daireleri fonksiyonlarını düşünmeden yeniden paylaşan UBP-DP.
Kamu harcamalarının Maliye Bakanlığı altında birleşmesini öngören düzenlemeye imzalamasına karşın, sırf hükümet olmak için, harcamaların esas unsuru olan Hazine Muhasebe Dairesini Maliye Bakanlığından alıp, başka Bakanlığa bağlayan hükümet bunu imzaladı. Hani samimiyet?
Kuruluşu, kendi imzaladığının tersi olan, şimdi bunu mu uygulayacak?
Üstelik de bunu Mart 2017'ye kadar yasa ile yapacağına da imzası ile garanti verdi. Bak sen.
Meclis çoğunluğu olmayan, "sözde bağımsızlarla" kıl üstünde çoğunluğu olan, Komitelerde dahi çalışamayan bu hükümet, bunu, Mart 2017'e kadar yasallaştıracak mı? Bunu neye göre yapacak?
Şu anda kendi hükümet olma pazarlıkları temelinde çoğu da gerçekçi olmayan Bakanlık düzenlemelerini ve Daire Paylaşımlarını temel alarak mı bunu yapacak? Bu sağlıklı olabilir mi? Muhalefette bunu yiyecek öyle mi?
Diğerlerini de ele almak gerekir. Bunun için çok kapsamlı bir çalışma yapmak lazım, bu çalışma makaleyi aşar. Bunun için kendimce üşenmezsem eğer, çünkü açıkça itiraf edeyim, bu çalışmaların ne sonuçlar doğurduğundan ve ilgi çektiğinden de artık kuşkum var. Bu Protokolü ilerideki zamanda, kendi sayfamdan daha geniş olarak veri bazlı değerlendirmeye de çalışacağım.