Müneccimlik yapmak değil niyetim. Ama elimizdeki verilere baktığımızda, 2016 yılının, 2015'ten miras alınan çatışmaların sürmesine dönük ciddi riskleri barındırdığı gibi, ayni zamanda, barışa dönük yeni fırsatları da içinde taşıdığını şimdiden söylemek mümkündür...
2016'nın Ocak ayında Viyana'da BM çerçevesinde Suriye'de çatışmasızlığa dönük sonuç elde etmek için yapılacak görüşmeler önemli bir başlangıç olacak...
Bir sonuç çıkar mı?
İŞİD'in etkisizleştirilmesi için pek çok gelişmenin yaşanacağı açıktır. Ancak Suriye'de barışa dönük tam bir sonuç elde etme belirsizliği, herşeye rağmen devam edecek.
Esad'lı geçiş nasıl olacak? Suriye'nin toprak bütünlüğü nasıl sağlanacak? PYD nasıl konumlanacak? Daha bir sürü bilinmeyen var.
BM kapsamında İran'la yapılan nükleer antlaşmanın bir gereği olarak, 2015'in son haftalarında, geliştirilmiş uranyumun İran'dan çıkması, bölge için ciddi bir gerginlik nedenin daha da azalmasını getirdi.
Üstelik İran'dan çıkan bu geliştirilmiş Uranyumun saklanacağı ve denetimde olacağı yer de Rusya.
Yani ABD tüm çelişkisine karşın IŞİD konusunda işbirliği yaptığı Rusya ile bu önemli sorunun aşılmasında da güvenli bir işbirliği içinde.
Hem çatışıyorlar, hem yarışıyorlar, hem de belli alanlarda işbirliği üretiyorlar.
Bu gelişmenin ardından şimdi, İran'ın üzerindeki ambargoların 2016'da azalması gündeme gelecek. Böylece İran'nın dünya ekonomik ve siyasi yaşamındaki konumu 2016'da farklı bir başka boyutta şekillenecek.
Türkiye ile İsrail'in başlayan yakınlaşması, özellikle Türkiye ile Barzani'nin yakın ilişkisini destekleyen yeni bir gelişmedir. Bu Orta Doğu'daki karmaşık denklemde önemli bir başka yeni süreçtir.
İran'ın ABD ile olan gerginliğinin nükleer antlaşmanın ilerlemesi ile azalması yaşanırken, İran'ın Türkiye ile bölge gelişmelerine dönük yarışı ve İsrail ile var olan gerginliği ise devam etmektedir.
Ayrıca Suudi Arabistan merkezli Sünni ittifakla daha gerilen mezhepsel çelişki de artıyor.
Bunlar yaşanırken, Rusya - Türkiye gerginliği gelişti. Irak'la Türkiye arasında gerilim oluştu.
Barzani'nin Bağımsızlık ilan etme açıklaması geldi. Ayrıca bu gelişmelerin içinde Suudi Arabistan merkezli yeni bölgesel ittifaklar da oluştu...
Bütün bu karmaşa içinde Türkiye - Mısır arasındaki gerilim azalacak mı? Bunlar yaşanırken, İsrail, Mısır, Yunanistan ve " Kıbrıs Cumhuriyeti" arasında gaz konusu dahil oluşan ekonomik ve siyasi işbirlikleri de artarak devam ediyor.
Gerilim üreten bir hayli nokta ile olumlu gelişme, yani çatışma ile barışı pamuk ipliğine bağlı, kapı komşusu haline getiren bir süreç, önümüzdeki yıl yaşanacaktır.
TÜRKİYE, AB ve KIBRIS SORUNU...
Bu gelişmeler yaşanırken, Türkiye ile AB arasında yeni bir fırsat da gelişiyor. Mülteci krizi ve Türkiye'ye dönük vize konusu, 2016 yılında Türkiye ve AB arasındaki ilişkileri etkileyecektir.
Ancak, Türkiye'nin AB sürecinde yolunu açacak en önemli gelişme, elbette ki Kıbrıs sorunu konusundaki çözüm devinimi olacaktır.
Türkiye - AB görüşmelerinde, 17. Başlığın, 2015'in sonunda açılmış olması, bu konuda oluşan olumlu gelişmenin ilk basamağıdır.
Ancak konunun tam anlamı ile ilerlemesi için Kıbrıs sorunu nedeni ile "Kıbrıs Cumhuriyeninin" bloke ettiği 5 başlığın ve Kıbrıs sorunu nedeni ile Konsey tarafından bloke edilen 8 başlığın da açılması gerekiyor.
Bütün bu başlıkların açılması içinde, Kıbrıs sorununda 2016 içinde çözüme dönük gelişmelerin oluşması şarttır.
Dolayısı ile 2016 içinde Kıbrıs sorununun çözümüne dönük oluşacak olan gelişmenin, Türkiye - AB süreçlerine çok olumlu katkı yapacağı açıktır.
Bu nedenle 2016 yılı Kıbrıs sorununun çözüm süreci için önemli fırsatları içinde barındırmaktadır. Olur mu?
Dış dinamikler şimdilik olumlu sinyaller veriyor, ama bunu geliştirecek olan çözüme doğru potansiyel üretmesi gereken iç dinamiklerdir.
Gelişmelerin Kıbrıs sorunun çözümüne ve Türkiye - AB ilişkilerinin gelişmesi yönünde ilerlemesi, yalnız bizim için değil ama Türkiye içinde çok önemli bir yeni fırsattır.
Bu gelişmelerin olumlu olmasının, Türkiye'nin içinde tümümüzü de derin bir üzüntüye sokan çatışma ortamının sona ermesine, demokratik ve barışcı bir ortama geçilmesine dönükte katkı üreteceği çok açıktır.
Başbakan Sayın Ahmet Davutoğlu'nun, CHP Genel Başkanı Sayın Kılıçdaroğlu ile yaptığı görüşme sonrasında CHP'nin AB uyum yasalarının TBMM geçmesi için katkı yapacağını açıklaması çok olumludur.
Bu, aradaki ciddi siyasi bakış farklarına rağmen, AB uyum sürecinin Türkiye'nin önemli demokratik sorunlarının aşılması sürecinde önemli bir kaldıraç olduğuna dair ortak tespit ve istenci gösteren önemli bir işarettir.
Bunun sonuç itibarı ile Kürt sorununun aşılmasına da katkı sağlayacağı açıktır.
Dolayısı ile bölgenin bu karmaşık ortamında, AB- Türkiye ilişkilerinin olumlu olarak gelişmesi ihtimali herkes için yeni bir umut nedenidir.
Bu yüzden Kıbrıs sorununun çözüm dinamiği büyük önem taşımaktadır.
PEKİ BUNUN ÖNEMİNE DENK Mİ?
Hal böyle olduğu içindir ki Kuzey ve Güney Kıbrıs'taki statükocular çok telaşlı ve endişeli bir ruh hali ile 2016'ya girdiler.
Ama durum bu denli açıkken, gerçekten son dönemlerde Türkiye siyasi odaklarının, Ankara'daki politika yapımcılarının Kıbrıs Türk halkına dönük geliştirdikleri yaklaşımları yadırgıyorum...
2016'ya girerken, SU konusunda ortamı geren, bu ısrarcı yaklaşımı ve bunun sonucunda, KKTC Hükümeti ile yapılması beklenen protokol görüşmelerinin dahi, bu tek yanlı bakışla, tıkanması yadırgadığım esas noktadır.
Çünkü, bu davranış, Türkiye'nin bölgedeki bu karmaşık ortamda, AB ile ilgili süreçleri ilerletmesi önceliğinde önemli bir husus olan Kıbrıs sorununda çözüme doğru gitmek anlayışına katkı sağlamaz.
Niyet, AB süreçlerinde ilerleme ise, bu yolda dayanacağı en temel demokratik müttefiki Kıbrıs Türk Toplumu olması gerekir. Ancak, Ankara'daki politika yapımcılarının bunun önemini yeterince değerlendirmedikleri, su konusundaki bu tek yanlı bakışa dayalı uygulamalarla ortaya çıkmaktadır.
Bunun bir nedeni de; yıllar içinde, gerek ekonomik, gerekse siyasi olarak bu adada sahip oldukları konum ve ayrıca, Türkiye'de güç olarak çok etkin bir konuma ulaşmanın verdiği öz güvenle de beslenen bir anlayışla, Ankara'nın politika yapımcıları, Kıbrıs Türk Toplumunu çantada keklik olarak görmeye başladılar...
Yani artık, Kıbrıs Türk toplumunun çözüme dönük gönüllü demokratik desteğini küçümsüyorlar. Bunu önemsememeye başladılar...
Hele, bunca zamandan sonra AK Parti, bunu hiç küçümsememeli.
Çünkü, Kıbrıs Türk halkının gönüllü ve içten desteğinin Türkiye'nin önünü nasıl açtığını, onlar, 2002-2008 arasında bizzat yaşadılar.
Bunun Türkiye'deki vesayet rejiminin değişimine ne kadar önemli katkı sağladığını onlar bizzat gördüler.
2016'da Kıbrıs'ta çözümle bağlantılı AB'ye dair önemli beklentilerin olduğu bu dönemde Türkiye; Kuzey Kıbrıs'ta, CB Sayın Akıncı'nın sürdürdüğü görüşmelerdeki sürece desteğini vermesi önemli.
Ama eğer bu ortam, CTP- UBP koalisyonunun çözüm dinamiğine dönük olumlu gelişmeleri destekleyen, demokratik ortak enerji dayanağına bağlanmazsa, sonuç için etki zorlanır.
Bu gerçeği Ankara'nın politika yapımcıları bunca tecrübe sonrasında hala görmezse ve bunun önemini kavramazsa iş çok zorlaşır...
Çünkü, başta mülkiyet meselesi olmak üzere, bu süreç ilerlediğinde, o zaman, elinde kendine güven duyarak her daim var olduğunu sandığı "kekliğin", hem yerinde olmayacağını, hem de ötemeyeceğini, hayretle görecektir.
"Talat'ın yerine Eroğlu seçilsin bir şey değişmeyecek" diyerek, Eroğlu’na el altından verilen desteğin, 5 senede kendilerine rağmen, çözüm sürecinde nasıl durgunluğa yol açtığını hala görmedilerse, söyleyecek söz bulamam.
Eğer Türkiye bu süreci, yalnızca Kuzeydeki kendi gücü ile Kıbrıs Türk Toplumunun iç dinamiklerinin enerjisinden yoksun sürdürüp, bir noktaya bağlayabileceğini zan ederse aldanır.
O zamanda bu mantıkla, iş kertiğe geldiği zaman, bir parmağını ısırdığında, onunun birden ağrıyacağını o gün görecektir.
Peki Kıbrıs Türk Toplumunun demokratik dinamikleri bu süreçteki gelişmeleri bu yanı ile de iyice okuyor mu? Bence hayır.
Su konusundaki haklı endişe ve yaklaşımlara dönük, ayrıca iç ekonomik ve siyasi sıkıntılara dönük arayışlara baktığımızda, Kıbrıs Türk Toplumunun kendi iç dinamiklerinin de konuyu, bu genişlikte ele almadıklarını görmekteyiz.
Türkiye'den gelen tek yanlı katı yaklaşımlara dönük tepkisel bakış sığlığı içinde, maalesef Kıbrıs Türk demokratik güçleri de olaylara geniş perspektiften bakma yeteneklerini kaybettiler.
Kıbrıs sorununun çözümüne dönük ciddi gelişmelerin oluşmasının muhtemel olduğu 2016'nın daha başında, ne acıdır ki hem Ankara'da, hem de Lefkoşa'da körlükler yaşamaya başladık. Bu kritik aşamada CTP- UBP Koalisyonun varlığı gereksiz yere sorgulamaya girdi.
Kıbrıs sorununun çözüm dinamiğinin son derece hareketlendiği bu dönemde, buna en fazla önem vermesi gereken AK Parti iktidarı ile Kıbrıs Türk Toplumunun barış güçleri, çok başka kısır ve güncel davalar için ilişkilerini zehirlemekle uğraşmaktadırlar.
ÇAVUŞOĞLU'NUN DAVETİ...
Türkiye Dışişleri Bakanı Sayın Mevlüt Çavuşoğlu, AKEL Genel Sekreterini Anakara'ya davet etti.. Çok olumlu ve desteklenmesi gereken bir adımdır.
Ama bu adımı atanlar, KKTC Hükümeti ile hala protokol görüşmelerini erteliyorlar. Eğer bu adımlar, Kıbrıs Türk Toplumunun iç demokratik dinamiklerinin enerjisi ile birleşmezse bilsinler ki bu olumlu adım, bütüne dönük, çok yalnız bir adım olarak kalır...
Çünkü çözüm için ayni zamanda Kıbrıs Türk Toplumunun iradesine ve desteğine dünden daha fazla ihtiyaç vardır.
Evet, Kıbrıs Rum siyasilerinin Ankara'ya davet edilmesi çok olumlu, yeni ve desteklenmesi gereken adımlardır.
Ama SU konusunda oluşan farklılık nedeni ile tek yanlı bakışa dayalı, öfke ile hareket etmek, dinamiğin diğer ayağı olan Kıbrıs Türk Toplumunu göz ardı etmek çok yanlıştır...
İşte bu nedenle eskiden olduğu gibi Türkiye Dışişleri Bakanlığı Kıbrıs ile ilişkilerde daha etkin olmalıdır. Ayrıca AB Bakanlığı da dönemin önemine bağlı olarak bu ilişkilerde etkin olmalıdır
Yani, Türkiye- Kıbrıs Türk Toplumunun ilişkilerini, son dönemlerde içine düşülen, Maliye odaklı ve dar ekonomist bakışlı bürokratik vesayetin esaretinden çıkartmak gerekir.
Bunun için Sayın Çavuşoğlu ve Sayın Volkan Bozkır'a dönemin dinamiğine uygun davranış geliştirmek ve gereksiz yere zehirlenen bu atmosfere oksijen taşımak görevi düşmektedir..
Eğer, Ankara'nın politika yapımcıları, çözüm süreci için Kıbrıs Türk Toplumunun gönüllü desteği yerine onu, çantada keklik gibi görürlerse, bilsinler ki çözümün esas dinamiği olan Kıbrıs Türk Toplumu dinamiğine büyük zarar vereceklerdir...
Çünkü çözüm için atılacak adımlar, Kıbrıs Türk barış güçlerinin gönüllü dinamik desteğine doğrudan dayanmalıdır.
Eğer, Ankara'nın politika yapımcıları, kendilerine duydukları güvenden ötürü, Kıbrıs'ta kendilerine yağ çekenlerin desteğine, sonuç için çok güvenirlerse; yarın iş, kertiğe geldiğinde, kendileri de bu yağcı çevrelerin, Türkiye'nin statükocuları ile birlikte Kıbrıs'ta çözümün önünü tıkamak için nasıl çırpınacaklarını hayretler içinde izleyeceklerdir.
Zaten Türkiye'nin zorlu iç siyasi sürecinden ötürü bazı milliyetçi çevrelerde yeniden Kıbrıscılık aşkının uyandığını da görmekteyiz. Çünkü AB süreci onlar için olumlu bir alan değildir...
İşte bundan ötürü CB Sayın Akıncı ve CTP- UBP koalisyonunun çözüm için ortak hareketi çok önemlidir.
Bu yüzden 2016'da çözüm için, Kıbrıs Türk Toplumunun farklı siyasi duruşu olan, ama bir antlaşma için ortak noktada buluşmayı becerecek, siyasi güçlerinin ağırlığı ve etkinliği 2016'daki hedefleri yakalamak için çok önemlidir.
Bunu; SU konusundaki tek yanlı ve dar ekonomist bakışlarla yıkmanın sıkıntısını, 2016'da, Kıbrıs sorununun çözümünü ve Türkiye - AB süreçlerindeki gelişmeyi ümit edenler yaşatmamalıdır..