“2025 yılı hedefimiz karbon nötr bir kampüs olmak”

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serkan Abbasoğlu, yenilenebilir enerjiyi YENİDÜZEN ile konuştu.

Aygün Bahar ÖKMEN

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serkan Abbasoğlu, yenilenebilir enerjiyi YENİDÜZEN ile konuştu.

Ülkenin ilk büyük ve özel güneş enerjisi kurulumunun UKÜ’de yapıldığına dikkat çeken Abbasoğlu, Sürdürülebilir Enerji Araştırma Merkezi (SERC) çatısı altında yapılan çalışmalara dikkat çekti. “Araştırma merkezi olarak birçok kurulumu, belki de 20 megawatt’a yakın kurulumun koordinatörlüğünü, danışmanlığını, proje yönetimini yaptık” ifadelerine yer verdi. “MÜDEK tarafından dört akreditasyonumuz var” şeklinde konuşan Abbasoğlu, “MÜDEK akreditasyonu, öğrencilerimizin Avrupa veya Amerika’da alacakları eğitimlerde, eğitim hayatlarına orada devam etmeleri veya orada çalışmaya başlamaları durumunda diplomalarının geçerliliği açısından çok kıymetlidir” ifadelerini kullandı.

 

Soru: Öncelikle yenilenebilir enerjinin ne olduğundan biraz bahsedelim.

Uluslararası Kıbrıs Üniversitesi (UKÜ) Mühendislik Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Serkan Abbasoğlu:

“Sürdürülebilirlik, dünkü yaşamımızı yarın yaşayabilmemizdir aslında”

Yenilenebilir enerji, aslında isminden de anlaşılabileceği gibi kaynağı tükenmeyen enerji türüdür. Bizlerin şu anda gündelik hayatında kullanmakta olduğu enerji kaynakları genelde fosil yakıtlardır. Fosil yakıtlar, petrol gibi, benzin, diesel gibi veya santrallerimizde kullanarak elektrik ürettiğimiz biraz daha bunların kirlisi diyebileceğimiz fuel oil gibi, kömür gibi veya bizde olmayan doğalgaz gibi yakıtlardır. Bunlar, yerin altında, uzun yıllar yüksek basınç ve sıcaklıkta kaldıkları için o basınç ve sıcaklığın etkisi ile fosil yakıt halini alıyorlar. Fosil yakıtlar bitkilerin fosillerinden oluşur, aslında doğaldır yani. Hatta bazen fosil yakıt taşıyan tankerlerden sızıntı olduğunda onu yiyerek temizlemesi için bakteriler kullanılır. Doğanın dengesini bozmadığımız sürece bu yakıtlardan faydalanmak çok sorun değildir. Bu yakıtlar da aslında bizlere doğanın sunmuş olduğu doğal yakıtlardır ancak biz bunları bir miktar işliyoruz ve işledikten sonra da daha kullanılabilir hale getirerek bunlardan faydalanıyoruz. En kötüsünden plastik üretiyoruz. Daha inceltip sıvı haline getirdiğimiz veya gazından da kullanılabilir formatlarda ulaşımda, güç üretmede veya ısınma ve soğumada faydalanıyoruz. Ancak fosil yakıtların pek çok dezavantajı bulunuyor. Öncelikli dezavantaj, bunların tükenmekte olan yakıtlar olması. Biz bunları doğadan elde ediyoruz ama doğa bize bunları hazır sunmuyor. Kuyular kazmamız, madenler kazmamız, kaya kazmamız gerekiyor. Ancak bizim tüketim hızımız, doğanın bize sunuş hızından çok daha fazla. Dolayısı ile bu yakıtlar tükenmeye başladı. Teknolojinin gelişmesi ile daha derin kazılar yapabilmeye başladık. Veya kayaları kazabilmeye başladık. Dolayısı ile farklı kaynaklar buluyoruz ama hala tüketim hızımız doğanın sunuş hızından daha fazla. Dolayısı ile fosil yakıtlar tükenmeye başladı.

İkincisi, fosil yakıtlar tükenmeye başladıkça maliyetleri de artmaya başladı. Üçüncüsü ve aslında bizim için en önemlisi, bu yakıtlar çevreye zarar veriyor. Çevreye verilen bu zarar, artık insanların, hayvanların, bitkilerin yaşamını etkileyecek hale geldi. Çok basit bir örnek verecek olursak, fuel oil no 6 dediğimiz bir yakıt kullanılıyor Teknecik’te. Teknecik ve etrafındaki bölgeler burada yakılan yakıtın etkisi altında kalıyor. Bu yakıtı yakarak enerjiyi elektriğe ve farklı formlara çeviriyoruz ancak Teknecik ve etrafındaki bölgeler de bunun etkisi altıda kalıyor. Her gün oradan geçenler baca gazını net bir şekilde görebiliyor. Bu artık ölçülebilir bir sorun durumuna geldi. Bunun gibi çeşitli örnekler verilebilir.

Yenilenebilir enerji bu üç sebepten dolayı yani; fosil yakıtların tükenmesi, tükendikleri için maliyetlerinin artması ve dengesiz olması, ve çevreye verdikleri zararlar nedeni ile yeni kaynaklara ihtiyaç duyulmasından ortaya çıkan bir kavram oldu.

Bu sürecin nasıl işlediğine kısaca bakacak olursak, endüstri devriminden sonra insanlar buhar makinasının icadı ile önce kömürü kullanmaya başladılar. Özellikle trenlerde ve diğer endüstriyel alanlarda... Kömürle ilgili sorunlar yaşanmaya başladı. Örneğin Londra sisi diye bir gerçek var ki Londra’da bir gecede birçok insan o sisin inmesi ile hayatını kaybetmiş. Benim eğitim için İstanbul’a gittiğim yıllarda İstanbul’da da böyle bir sorun vardı. O dönemde İstanbul’da kömür kullanımı yoğun şekilde devam ediyordu. Kömürün yoğun kullanımının son birkaç yılıydı o yıllar. Akabinde doğalgaza geçildi. Ancak o dönem İstanbul’da kmür kullanımıyla ilgili ciddi bir problem vardı. Sis çöküyordu ve nefes almakta bile güçlük çekiyorduk. Dolayısı ile Dünya genelinde kömürden yavaş yavaş vazgeçilmeye başlandı. Akabinde 1970’e kadar petrol kullanıldı ancak 1970’lerin başında da petrol krizi çıktı. Petrol krizinin ardından da üçüncü alternatif olan doğalgaza geçildi. Doğalgaz çevreye etki açısından en temiz fosil yakıt olmakla birlikte yine de çevreye ciddi etkileri bulunmaktadır. O da birçok emisyon içerir. Yani kötünün iyisidir.

Bu sıkıntılardan sonra insanlık olarak yeni bir kaynak aramaya başladık. Yenilenebilir enerji karşımıza çıkan bu kaynak oldu. Alternatif enerji veya yeşil enerji de deniliyor. Nedir bunlar? Özellikle bizim adamız özelinde baktığımızda güneş ve rüzgar. Bunlar dışında dalga enerjisi veya okyanus enerjisi denilen, çok yoğun kullanılmayan bir başka enerji türü var. Jeotermal enerji mevcut. Bunlara benzer enerji kaynaklarına yenilenebilir enerji kaynakları diyoruz. Bunlar, özellikle güneşin ışığı ve ısısından kaynaklı enerji türleridir ve güneş orada olduğu sürece bu enerji kaynağı tükenmeyeceği için ‘yenilenebilir’ tabiri kullanılmaktadır.

Çünkü sürdürülebilir bir yapı yaratmamız lazım. Sürdürülebilirlik çok önemlidir. Sürdürülebilirlik, dünkü yaşamımızı yarın yaşayabilmemizdir aslında. Mümkünse ondan biraz daha iyi yaşayabilmemizdir.  Bunu doğa için de konuşabiliriz. Doğamızı, insanlığı acaba yarına taşıyabilecek miyiz? Kendi konforumuzu yarına taşıyabilecek ve daha iyileştirebilecek miyiz? Sürdürülebilirlikteki hedef budur.

Soru: Ülkemizde yenilenebilir enerjinin kullanımına değinsek peki, ne zamandır tanışıyoruz yenilenebilir enerji ile? Yenilenebilir enerji alanında ülkemizde ne gibi faaliyetler mevcut?

Abbasoğlu: Bizim adamız özeline gelindiğinde, 1960’ların başında veya belki biraz daha öncesinde İsrail kaynaklı olduğu söylenen termosifonları kullanarak (literatürde bu şekilde geçiyor) güneş enerjisini kullanmaya başlamışız. Suyumuzu güneş enerjisi ile ısıtmaya başlamışız. Dolayısı ile biz güneş enerjisi ile çok eskiden tanışmışız. Yakın zamana kadar da Avustralya’dan sonra veya zaman zaman Avustralya’nın önüne geçerek dünyanın su ısıtmada güneş enerjisini en çok kullanan ülkesi olmuşuz. Ancak yüksek binalar buna pek müsade etmiyor. Çünkü çok sayıda daire var. Çatıda bunu çözmek mümkün olmayabiliyor veya tasarımsal, estetik kaygılar ile kullanılmayabiliyor. Bu nedenle dikey mimarı arttıkça kullanımı azaldı. Yine de dünyada ilk üçteyiz.

“2010 yılında AB müktesebatına uygun bir Enerji Verimliliği Yasası hazırladık, yasa neden hala geçmedi?”

2008 yılında yenilenebilir enerji ve enerji verimliliği bu alanda çalışanlar için oldukça önemli konulardı. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren bu konuda Dünya genelinde daha yoğun çalışılmaya başlandı. Fosil yakıtların tükenmesi, maliyetlerin artması pek çok savaşın da perde arkası sebebidir biliyorsunuz. Dolayısı ile enerji önemli bir konu. Enerjinin üretimini ve tüketimini verimli yapmak bu dönemde önem kazandı.Buna biz enerji verimliliği diyoruz. Bir de alternatif kaynak bulmak önem kazandı. Biz aslında Kuzey Kıbrıs olarak iki alanda da 2006’dan sonra çalışmaya başladık. Ancak çalışmalarımız siyasi süreçsizlikler, devamlı değişen Bakan ve Bakanlıklar’dan, oturmuş bir sistemin olmamasından dolayı verimli gitmedi. Enerjinin bağlı olduğu Bakanlıklar bile değişiyor zaman zaman biliyorsunuz. Bazen Tarım ve Doğal Kaynaklar’a gidiyor, bazen Ekonomi’ye gidiyor... Ben 2008’den itibaren Sunat Atun ile birlikte Bakanlık’ta çalışmaya başladım. Bugüne kadar da, 16 yıl oldu, Arıklı hariç her Bakan ile çalıştım. Özellikle 2008-2015 arasında adada uzman yoktu. Sayılı uzmandan biri de ben olduğum için ben ve bir iki arkadaşım her Bakan ile çalışma fırsatı bulduk. 2008’de enerji verimliliği çalışmaya başladık. Bu çok doğru bir adımdı çünkü enerji tüketimini azaltmadan ne kadar kaynak bulursanız bulun tükenecektir. Dolayısı ile önce tüketimin azaltılması gerekir. 2008’den 2010’a kadar bu konuda çalıştık. Enerji Verimliliği Ajansı kurulmuştu, ben de üyelerinden biriydim. Bir yasa da hazırladık. Türkiye’de Enerji Verimliliği Kanunu 2007’de geçmişti. Biz 2010’da hazırdık ve AB müktesebatına uygun bir yasa hazırlığı yapmıştık. Bugün oldu, bu yasa hala geçmedi. Nedenini de bilemiyorum... Özellikle Özdil Nami ve Olgun Amcaoğlu çok ciddi çalıştılar bu konuda. İkisi de bu yasanın geçmesi için çok uğraştı, neden engel olunuyor çözemedim. Bu ülkenin faydasına olan bir şeydir. Bir tek bizim ülkemizin değil yani bütün ülkeler bunu yaptı. Zaman zaman eleştirilen, geri kalmış, küçük ülkeler bile bu yasaları geçirmiş durumda. Biz neden yapamadık, bunu bilemiyorum.

“Bu ülkede üniversiteler ve yenilenebilir enerji konusunda çok güzel şeyler yapıldı ancak şu anda gelinen noktada kendi yarattığımız bu güzel işi baltalama durumundayız”

2011 yılında Yenilenebilir Enerji Yasası hazırlandı. Yasa olması gerektiği gibiydi. Çok az içeriği olan, genelde tüzüklere atıfta bulunan bir yasaydı. Akabinde, 2012’de Yenilenebilir Enerji Kurulu kuruldu. Ben de ilk üyelerinden biriydim. Orada altı kişiydik. İki tane YÖDAK’tan görevlendirme vardı. Biri bendim biri de ODTÜ’den Murat Fahrioğlu idi. Biz akademik taraftık. İki oda temsilcisi vardı. Makine Mühendisleri ve Elektrik Mühendisleri Odası’ndan. İki de siyası atama vardı. Biri Maliye Müdürü, bir de ilgili bakanlıktan görevlendirme vardı. Bir de Doğal Başkan vardı. Enerji’nin bağlı olduğu Bakanlıktan. Dolayısı ile yedi kişilik bir takım vardı ortada. Altı yıl bu konuyu çalıştık biz. O dönemde tüzüğümüzü de tecrübelerimize göre üç defa yenilememiz gerekti. Bu yenileme sırasında siyasi kaygıların etkisi olmuş mudur? Olmuştur ama bizi doğru yoldan ötleyecek bir çalışma olmadı. 2014 yılında tüzüğü geçirerek sürece başlayabildik. Yine de Yenilenebilir Enerji Yasası ile beraber, özellikle güneş alanında ciddi bir adım atıldı Kıbrıs’ın kuzeyinde.

Bence bu ülkede iki konuda çok güzel şeyler yapıldı. Ancak daha sonra tam tersine döndü. Birincisi üniversiteler, ikincisi de yenilenebilir enerjidir. Şu an gelinen noktada kendi yarattığımız bu güzel işi baltalama durumundayız.

Konuya dönecek olursak, ada özeline baktığımızda iki yenilenebilir enerji kaynağımız bulunuyor. Biri güneş, diğeri rüzgar. Şunu gördük ki rüzgar bizim için evet bir kaynak, orada bir değer var ama rüzgarda süreklilik sorunu var. Sürdürülebilir bir yapısı var ama anlık durabiliyor. Şebeke burada önemli oluyor. Şebeke’ye bir gücün aniden girmesi veya çıkması büyük sorun yaratıyor. Bizde genelde çıkma oluyor kesiyoruz biliyorsunuz. Rüzgarda böyle bir risk de vardı. Bir de belli bölgelerde rüzgar olabiliyor, güneş gibi değil. Örneğin Kıbrıs’ın kuzeyi özelinde baktığımızda Beş Parmak Dağları’nda belli noktalarda rüzgar hızı gerçekten çok iyi rakamlara ulaşabiliyor. Birçok yatırımcı da geldi bu konuda, Türkiye’den de uluslararası firmalardan da. Ama bu noktada da lojistik sorunu ortaya çıkıyor. Beş Parmak Dağları’nda lojistik sorunu var. Çünkü rüzgar tribünlerinin her bir kanatçığı 50 metre civarında, dolayısı ile tırlarla bile zor oluyor. Helikopter ile gitmek gerekebilir. Doğaya verilecek bir miktar hasar söz konusu olacak. Sadrazamköy ve Karpaz da potansiyel bölgeler ancak oralarda da farklı sorunları var. Ayrıca rüzgar, insanların konutlarından çok kolay ulaşabilecekleri bir kaynak değil rüzgar. Küçük bir tribünle büyük bir enerji üretmek mümkün değil. Biz UKÜ’de bugüne kadar üç tane rüzgar tribünü kurduk, bir tanesinin de şiddetli bir rüzgarın olduğu dönemde devreden çıkma hızını aştı ve direği kırıldı. Dolayısı ile gördük ki zaman zaman çok verimli olsa da değerleri çok iyi değil. Güneyde de AB desteği ile iki tane çok büyük rüzgar santrali kuruldu. Avrupa’nın verimliliğinin ortalamasının yarısı kadar verimlilikleri. Yani aslında o yatırımı yapmaya değmiyor. Çaresizseniz veya ikinci, üçüncü bir kaynak ihtiyacınız varsa tamamlayıcı bir kaynak olabilir. Bu nedenle rüzgar, bir enerji kaynağı olarak ikinci plana itildi. Güneşe ağırlık verdik ve güneşi anlatmaya başladık. Bir iki tane firmamız vardı. Firmalarımızı arttırdık. Yatırımcılar arttı. İnsanların talebi arttı. Birileri kurup da verimini aldıkça insanlar da güneş paneli kurmaya başladı.

“Öztüketim yöntemini ivedilikle geri getirmemiz ve enerji depolama ile ilgili ciddi bir çalışma yapmamız gerekmektedir”

Biz bu arada tüzükleri, mevzuatı yenileyip işi kolaylaştırmaya çalıştık. Ama tabi burada her zamanki hastalığımız meydana çıktı, kontrol. Biz bu konuda sunum yaptık. Her bir mahalle özelinde kurulumların belli bir oranın aşmaması gerekiyor. Biz KIBTEK’ten gelen temsilciye de bunu anlattık. Bu oran belli teknik gerekçelerle aşılabilir, belli şeyler yerine getirilerek bu oran aşılabilir ancak eğer bu gereklilikler yerine getirilmezse, belli bir oran geçildiği zaman, özellikle bizim gibi çalışan insanların gün içerisinde evde olmadığı saatlerde güneş panellerinden çok üretim olduğu zaman şebekeye giren enerji tükenemiyor. Çünkü kişinin evindeki güneş paneli yalnızca kişinin evini beslemiyor, şebekeyi de besliyor. Bu enerji tükenemediğinde bir noktadan sonra zarar vermeye başlıyor. Kablo patladı diyorlar, trafo patladı diyorlar... KIBTEK’ten arkadaşlarla konuştuğumuzda her zaman söyledikleri bir şey var, ‘altyapımız yetersiz’ diyorlar. Altyapının güçlendirilmesi lazım. Bazı yerlerde tadilat ve tamiratlar yapılması lazım. Evet, bu konuda bir sorunumuz var ancak bu sorunu çözsek bile bahsi geçen diğer sorun giderilemeyecek. Bu sorunu çözecek olan,

2018’e kadar da ciddi kurulumlar yapıldı ve kurulumlar yapılmaya devam ediliyor. Şu anda güneş enerjisi olan 15 bin konuta yaklaşmışızdır diye düşünüyorum. Büyük kurulumlar da yapıldı. Böylece adada hem konutlarda hem de ticari işletme diyebileceğimiz veya kamusal büyük alanlarda kurulumlar başladı. Ciddi bir rakama geldik ancak şu anda kontrollü gidişi sağlayamadığımız için bir bloklanma durumu söz konusu. Kontrollü bir gidiş olsaydı bu süreç yine bir noktada duracaktı. Bunun çözümü var ama çözüm noktasında birilerinin bir şekilde sorumluluk alması gerekiyor. Burada atılması gereken iki tane adım var. KIBTEK’in ticari işletmelerle ilgili şöyle bir yasası vardı, diyordu ki; ‘Sadece ürettiğiniz enerjiyi tükeceksiniz, şebekeye vermeyeceksiniz. Şebekeye verirseniz size ödeme yapmam, mahsuplaşmam’. Öztüketim yöntemini ivedilikle geri getirmemiz gerekmektedir ki güneş enerjisini ticari işletmeler için açabilelim. Bunu defalarca hem basına hem ilgili yetkililere ifade de ettim ancak bu konuda bir adım atılmadı. İkincisi de depolamadır. Güneş enerjisinde çok güzel adımlar atıldı ancak şu anda sistem bloke oldu. KIBTEK izin veremiyor çünkü şebekesi zarar görmeye başladı. Bu nedenle depolama ile ilgili ciddi bir çalışma yapılması gerekmektedir. Enerjinin depolanması, şebekeye aniden enerji girmesi veya şebekeden aniden enerji çıkması sorununu da önlüyor. Bu depolama ülke bazında da yapılabilir, ev bazında da yapılabilir.

“2017 yılında yapılan yasa neden hala geçmedi?”

Enerji deyince hep elektriği konuştuk ama bazen Bakanlıklarımız da hatalar yapıyor bu konuda. Enerji dendiği zaman yalnızca elektrik mühendisine danışılıyor ancak elektrik mühendisi işin sadece elektrik kısmını biliyor. Bizim adamıza gelen yakıtların %50-55’i elektriğe dönüştürülüyor. Geriye kalan enerji, benzin, lpg vb. farklı alanlarda kullanılıyor ve orada da ciddi bir enerji tüketimi var. Bunun da kontrol altına alınması lazım. Tamam bazı adımlar atılıyor ama yetersiz ve planlama yok. Dolayısı ile bu noktada şunu sorabiliriz; ‘Hem siyasi süreklilik sorunumuz var, hem devamlı gelişen ve çok önemli bir alan var enerji diye. Enerji yönetimi ayrı bir politikadır. Her ülke için böyledir. Bakanlıklar altında çeşitli yapılanmalar vardır. Bazılarında da özerk yapılar vardır bunları hem yöneten, hem planlamalarını yapan hem de kontrol eden. Neden enerji kurulu, enerji üsk kurulu, enerji birimi, 2017 yılında yapılan yasayı hala geçirmedi. Neden uzmanların bu konuda karar üretmesi ve siyasilere göndermesi için bir ihtiyacın varlığı tespit edilmesine rağmen herhangi bir adım atılmıyor?’ Uygulamada sorunları olabilir ama BTHK buna güzel bir örnektir. Konsept olarak doğru bir konsepttir. Bizim bir üst akla ihtiyacımız olduğu nettir. Birilerinin sadece enerjiyi düşünüp orta ve uzun vadeli planlamalar yapması, politikalar üretmesi, ilgili siyasi erke görüş vermesi, yeri geldiğinde yasal mevzuatta değişiklikler yapması, kontrol mekanizmaları oluşturması gerekiyor. Artık bu, olmazsa olmaz. Kıbrıs’ın güneyinde de benzer bir yapı var, Türkiye’de de benzer bir yapı var, dolayısı ile bunun bir an evvel yapılması lazım. Öyleyse neden yapılmıyor?

Her yerde söylediğim bir başka şey ise adadaki enerji sorununu KIBTEK’in çözmesini beklemek KIBTEK’e yapılan en büyük haksızlıktır. KIBTEK’in böyle bir yapılanması da yoktur, görevi de yoktur. Zaten isminden de anlaşılacağı üzere KIBTEK, elektrik kurumudur. Dolayısı ile enerji planlamasını birilerinin yapması gerekmektedir.

“Bu adanın en büyük sorunu kontrolü devamlı olarak elimizden kaçıryor olmamızdır”

Enterkonekte yapalım sorun çözülsün... O kadar kolay değil bu, yapamıyoruz işte. Ki siyasi kanadın inanılmaz bir isteği var bu konuda. Gerek Türkiye’de gerek Kıbrıs’ta. Ona rağmen olamıyor bazı şeyler. Çünkü başka siyasi engeller var karşımızda. Bir şeylerin olabilmesi için, birilerinin elini taşın altına koyması gerekiyor. Bizim bir an önce olabildiğince özerk bir üst kurul yaratmamız gerekmektedir. Bazı noktalarda yetkilendirilmiş bir üst kurul olması lazım. Ve politik olarak siyasilere de yol haritası çizecek bir kurul olması lazım. Bu kaçınılmazdır.

Aynı zamanda ivedilikte kontrol mekanizması yaratılmalıdır. Örneğin şu anda siz üç güneş paneli alıp koyuyorsunuz, KIBTEK gelip kontrol ediyor ve gidiyor. Onlar gittikten sonra siz dördüncü paneli koyuyorsunuz. KIBTEK bunu bilmez ve bunu kontrol edecek bir yapısı da yoktur. Biz uzun zaman KIBTEK ile bunu istişare ettik. Lütfen ayrı bir enerji birimi kurun diye konuştuk. Neden yapılmadığının gerekçesini bilemiyorum. Bazı yasaların da ivedilikle geçmesi lazım. Geçmesi de yeterli değildir, uygulama ve denetleme şarttır. Bu adanın en büyük sorunu kontrolü devamlı olarak elimizden kaçıryor olmamızdır. Yasal mevzuatlarımıza baktığınızda Türkiye’den bile iyidir. Ancak arkasına baktığınızda kontrol ve denetim çok kötü durumdadır.

“Ulaşımda enerjiyi konuşmanın zamanı geldi de geçiyor, ortada Elektrikli Araçlar Yasası yok”

Elektrikli araçlarla birlikte ulaşımda da enerjiyi konuşmanın zamanı geldi de geçiyor. Bizim alanımızdaki bir diğer yasa, Elektrikli Araçlar Yasası. Şu anda belki de 3000’e yakın elektrikli araba var ülkemizde, belki de daha fazla oldu. Ortada yasa yok. Elektrik bizim en büyük sorunumuz, kaynağımız yok ama biz elektrikli araba alıp geliyoruz bu ülkeye. Elektrikli arabayı güneş enerjisi ile dolduracaksanız sıkıntı yok. Hiçbir yükü yok. Öyle değil ama. Herkes gece evinde şebekeye bağlıyor bu araçları. Bu araçlar ciddi bir sorun yaratacak bize ileride.

Norveç, bu konuda liderdir. Geçtiğimiz yıl Norveç’te satılan araçların %85’i elektrikli araç olarak kayda geçmiştir. Ancak şebeke sorunu yaşamaya başladılar. Ki Norveç, AB’nin enterkonektesine bağlıdır. Onların olduğu bölgede, Baltık tarafında birçok enterkonekte bağlantıları var. Enterkonekte bağlantı nedir? Örneğin ülkemizdeki evleri kablolar ile birbirine bağladık, bir noktada elektrik üretilerek evlere bir kablo ile dağıtılıyor. Biz Türkiye ile ülkemiz arasına da bir kablo çektik. Türkiye’de enerji üretimi fazlası olduğu zamanlarda biz onu bu taraftan alabiliyoruz ya da tam tersi. İşte enterkonekte budur. Bu bizim için çok kıymetli ve olması gereken de bir adımdır. AB’nin 2020 hedefleri vardı, 2030 ve 2050 hedeflerini koydu ve 2050 hedefi karbon nötr kıta olmaktır. Bu hedefler içerisinde enterkonekte de vardır. 2010’da %10’du enterkonekte hedefi, yani enerjinin %10’unu enterkonekteden paylaşmaktı. 2030 için %15 hedefi var. Bu, Afrika’da bile var. Düşünün, Nijerya Türkiye’nin iki katı büyüklüğündedir ancak elektrik üretimi Türkiye’nin 10’da 1’i kadardır. Enerjileri olmamasına rağmen olan enerjilerini paylaşıyorlar.

Soru: UKÜ’de bu alanda çokça çalışma yapıldığını görüyoruz. Bize biraz UKÜ’de yenilenebilir enerji alanında yapılan çalışmalardan bahseder misiniz?

2009 yılında biz burada ilk güneş panellerini kurduk ve UKÜ’de deneyler yapmaya başladık. Son derece iddialı söyleyebilirim ki buradaki ekip bence bölgenin en iyi güneş enerjisi ekiplerinden biridir. Genişleyen bir ekimiz oldu, kimseyi kaybetmedik bugüne kadar. 2009’da başladık, 2011’e kadar performans analizi ve uluslararası dergilerde yayınlar yaptık bu konuyla ilgili.

Adanın ilk özel güneş enerjisi kurulumunu burada, UKÜ’de yaptık. Daha önce AB’nin Serhatköy’de yaptığı büyük bir kurulum var ancak özel olarak yapılan ilk büyük kurulum buradadır. Bu noktada Mütevelli Heyeti Başkanımız Mete Bey’in de vizyonuna atıfta bulunmak gerekir. O dönemde kurulumların rakamları da çok yüksek olmasına karşın Mete Bey’in buna inanması ve yatırımı yapması bizim için çok önemliydi. O kurulum süresinceki yol haritasını da bir rehber, guideline olarak yayımladık. Bizim alanımızdaki en önemli üç dört dergiden biri olan Solar Enerji’de yayımlama şansımız oldu. Devamında da verilerimizi etki faktörü 10 olan bir dergide yayımlama şansımız oldu. Bu veriler çok keymetliydi çünkü dünya çapında çok veri yoktu.

Biz ayrıca UKÜ’de hem çatıya kurulum yaptık hem araziye kurulum yaptık, iki tane otopark yaptık, dolayısı ile çok farklı türleri herhangi bir mühendisin, öğrencinin gözlemleme şansı var. Daha önce adada otopark örneği yoktu mesela. Daha sonra ODTÜ’ye kurulum yapıldı. Onun da başlangıç sürecinde danışmanlık yapma şansımız oldu. Yani ilk iki kurulumda çok aktif çalıştık biz.

Ayrıca Sürdürülebilir Enerji Araştırma Merkezi’miz (SERC) bulunuyor. Bu çalışmaları da hep onun çatısı altında yaptık. Araştırma merkezi olarak birçok kurulumu, belki de 20 megawatt’a yakın kurulumun koordinatörlüğünü, danışmanlığını, proje yönetimini yaptık.

2009 yılında Enerji Sistemleri Mühendisliği Bölümü’nü kurduk. 2011 yılında Sürdürülebilir Enerji Araştırma Merkezi’ni ve paralelinde Master ve Doktora programlarımızı kurduk. Çevre Mühendisliği’ni de aynı çerçevede kurduk.  ‘Enerji’yi ve ‘Çevre’yi Mükemmelliyet Merkezi olarak seçtik. Bu çalışmalarımız 2009’da başladı ve özellikle Sürdürülebilir Enerji Araştırma Merkezi’nin altında başta güneş olmak üzere, bir miktar da enerji verimliliği olmak üzere birçok çalışma yaptık. Özellikle fotovoltaik alanında bir eğitim almaya gittik. Eğitimci eğitimi alarak burada sertifika programlarımızı açtık. Almanların Güneş Enerjisi Derneği ile beraber sertifika verdik iki kez. Kendi öğrencilerimize sertifika verdik. Birçok doktora ve master öğrencisi mezun ettik. Yayınlar yaptık. Hem akademik olarak hem de uygulama olarak 2015’e kadar kendimizi geliştirdik. 2015’te burada ilk kurulumu yaptık. Bu tabi bizim kampüsümüzün sürdürülebilirlik hedefi ile ilgili de ilk büyük adım oldu. O güne kadar da Mütevelli Heyeti’nin vizyonu çerçevesinde biz hep çevreci olmaya gayret ediyorduk. Mükemmelliyet Merkezi fikrini ortaya atan da yine o dönemki Rektörlüğümüz ve Mütevelli Heyetimizdi. 2009’dan beri bu adımlarla yürüdük. Enerjide bu adımı attıktan sonra farklı bir platforma geçtik.  Üniversitemiz enerjinin yaklaşık %35’ini güneş enerjisinden karşılayan bir kampüs haline geldi.

“Hedefimiz 2025 yılında karbon nötr bir kampüs olmak”

Böylece sürdürülebilirlikle ilgili denetime girmeye karar verdik. 2018 yılında kendimizi uluslararası bir kuruluş olan Green Matrix tarafından denetime sokmaya başladık. Kampüsleri 6 başlıkta denetler Green Matrix, bunlardan biri de enerji ve çevredir. Atıkların değerlendirilmesi, su, bu alandaki eğitimler, ulaşım, altyapı diğer değerlendirme başlıklarıdır. İlk yıl 700 küsur üniversite arasından 375. olarak başladık bu yolculuğa. Geçen yıl itibari ile 1200 üniversite arasında 69. sıraya geldik dünyada. Türkiye’de değerlendirmeye giren 82 kampüs var biz 2. sıradayız.  Adadaki açık ara 1. kampüsüz. Denetime girdiğimiz ilk yıl güneydeki üniversiteler 1. ve 2. gelmişti, biz 3. sırada idik. İkinci yıl biz ikinci olduk. Üçüncü yıl biz birinci olduk. Burada sürdürülebilirlikle ilgili birçok güzel iş yapıyoruz. Enerji bunlardan yalnızca biri. Öğrencilerimizle pek çok iş yapıyoruz burada. Atık topluyoruz, bu atıkları öğrencilerimizin işlettiği atölyemizde değerlendiriyoruz. Ahşaptan plaket yapımı gibi, kağıttan kalem yapımı gibi... Gönyeli Belediyesi ile bir protokolümüz var. Onların atık kağıtlarını da alıyoruz. Bunlar ile onlara kalem yapıyoruz. Ulaşımla ilgili pek çok adım attık. Şu anda araç paylaşımı üzerine çalışıyoruz. Dolayısı ile bir anda enerjinin sürdürülebilirliğinden kampüsün sürdürülebilirliğine bir adım attık. Üniversitemiz 2009’da koyduğu vizyonun meyvelerini almaya başladı. Mütevelli Heyetimiz bu konuda çok doğru adımlar attı. Bize bir ekip kurdu. Bir Sürdürülebilir Enerji Araştırma Merkezi’miz var, organizasyonunda Sürdürülebilir Kampüs Ofisi’miz var, Sürdürülebilir Çevre Araştırma Merkezi’miz var, Sürdürülebilir Kampüs İçin Öğrenciler Kulübü’müz var...  Sürdürülebilir Kampüs İçin Öğrenciler Kulübü’müzde öğrencilerimiz aktif olarak çalışıyor. Devamlı olarak etkinlik düzenliyorlar. İki tane işletmemiz var öğrencilerimizin işlettiği. Kendi bölgesel bitkilerini yetiştiriyorlar, kendi arkadaşlarına yemekler yapıyorlar, yemekleri kendileri servis ediyorlar, bu iki noktanın işletmesini de kendileri yapıyorlar. Böylece işletmede sürdürülebilirliği de öğreniyorlar. Atık parçalardan heykeller yapan çok yetenekli bir öğrencimiz var. Buradaki at heykelini o yaptı mesela. Hayranlık uyandırıcı. Sembolümüz olan tilkiyi yaptı etık parçalardan. Enerji ve çevre ile başlayan bu adım kampüse yayıldı diyebiliriz. Hedefimiz 2025 yılında karbon nötr bir kampüs olmak. Enerjimizin tümünü yeşil enerjiden karşılayacağız. Bunun Avrupa'da benzer örnekleri var ancak onlar şebekelerden yeşil enerji satın alıyorlar. Avrupa’da yeşil enerji adı altında enerjiyi biraz daha yüksel maliyetle satıyor ve oradan alınan aradaki farkı yeşil enerji projelerini fonlamak için kullanıyorlar. Biz kaynağın tamamen karbon nötr olmasını başaracağız biyogaz projemiz bittiğinde. İzinlerini almış ve bir Alman firması ile anlaşmış durumdayız. 2025’i bitirmeden bu proje hayata geçirilirse belki de dünyadaki ilk örnek olacağız tamamı ile karbon nötr olma açısından.

Sürdürülebilir Araştırma Merkezi olarak iki önemli proje yürütüyoruz. Daha doğrusu Sürdürülebilir Araştırma Merkezi olarak başladık ama o isim altında yürütemiyoruz. BM’nin iki tane projesi var. Bir tanesi Haspolat’taki Atık Arıtma Tesisi’nin güneş enerjisi ile desteklenmesi. Onu bitirdik ve ihaleye çıktı o. İkincisi de ara bölgede yapılan güneş enerjisi santrali. Kıbrıslı Rum uzmanlar ve biz çalışıyoruz. Başta bunu üniversite olarak yapacaktık. Bunu hak ediyorduk diye de düşünüyorum ancak ne yazık ki siyasi gerekçelerden dolayı Rumlar buna engel oldular ve biz kişisel olarak Kuzey Kıbrıs’ı temsil ediyoruz şu anda. Cumhurbaşkanlığı adına danışman olarak çalışıyoruz. Eğer o proje başarılırsa çok güzel bir örnek olacak depolama adına. İki toplum için ortak enerji kaynağı oluşturulacak orada. Peak saatlerde destek alacağımız bir kaynağımız olmuş olacak.

“5’er yıllık akredite olduk”

Sanıyorum ki UKÜ’nün Mühendislik Fakültesi şu anda adadaki en büyük Mühendislik Fakültesi. Burada 35 tane programımız var. 16 tanesi Lisans, geriye kalanlar Master ve Doktora programları. Ciddi bir akademik kadromuz var. 3000’i aşkın öğrencimiz var. Çok ciddi akreditasyonlarımız var MÜDEK tarafından. Dört akredite programımız var. 5’er yıllık akredite olduk. İnşaat Mühendisliği ve Endüstri Mühendisliği bölümlerimiz ilk kez 5’er yıllık akredite aldı. MÜDEK çok önemlidir çünkü hem Washington Accord üyesidir hem de Avrupa Üniversiteleri Mühendislik Fakülteleri Akreditasyon Programı etiketini verme yetkisine sahiptir. Yani bizim öğrencilerimiz hem Avrupa’da hem de Amerika’da alacakları eğitimlerde, eğitim hayatlarına orada devam etme veya orada çalışma durumlarında diplomalarının geçerliliği açısından MÜDEK akreditasyonu çok kıymetlidir. Şimdi Makine Mühendisliği için çalışıyoruz. Diğer bölümlerin de değerlendirmesi yapılıyor şu anda. Geçen yıl itibari ile fakülte olarak Avrupa Birliği Mühendislik Eğitimi Topluluğu üyesi olduk. Teknofest’te bu yıl Elektrik ve Elektronik Mühendisliği Bölümü’nden bir robot takımımız finale kaldı.  Uluslararası alanda tanınırlığımızı arttırıyoruz. Biliyorsunuz en büyük sıkıntımız izolasyonlar burada.

Bu yıl Mezunlar Seminer Serisi yaparak uluslararası alanlarda çalışan mezunlarımızı öğrencilerimizle buluşturduk. Fransa’dan, Amerika’dan, İngiltere’den, Avrupa’nın çeşitli ülkelerinden şu anda iyi pozisyonlarda çalışan mezunları var artık UKÜ’nün. Bu buluşma hem motivasyon açısından hem de eski mezunlarımızın üniversitelerine olan bağlılıklarnı güçlendirmek açısından çok güzel bir buluşma oldu. Çocuklarımıza yurt dışı yolları açık.

Röportaj Haberleri