Kıbrıs Rum tarih anlatısında 21 Aralık Turkoantarsia, yani “Türk İsyanı” olarak anılır. Fakat bu iddia dayanaktan yoksundur. Aşağıda, konuya açıklık getirmeye çalışalım.
16 Ağustos 1960 tarihinde kurulan Kıbrıs Cumhuriyeti’nin yaşaması aslında bir mucizeydi. Fakat Kıbrıs Rum ve Türk liderliklerinin tutumu bu mucizenin gerçekleşmesine fırsat tanımayacaktı.
Kıbrıs Türk liderliğinin gönlünün Taksimden yana olduğu biliniyor. “Ayrı cemaat statüsünü” ayrılıkçı bir saplantı haline getirdiği de bir vakıadır. Fakat şu da bir gerçektir ki, Kıbrıs Rum liderliği Kıbrıs Cumhuriyeti’ni “büyük bir tarihi haksızlık” olarak görüyor ve anlaşmaları yıkmak için gizli planlar hazırlıyordu. Nihai hedef olarak Taksimi benimseyenler, Kıbrıs Rum tarafının bu revizyonist tutumundan yararlanmayı umuyordu.
Kıbrıs devleti kuruluşundan kısa bir süre sonra önemli sorunlarla karşı karşıya gelmişse de, devletin işleyişinde ortaya çıkan görüş ayrılıkları aslında hiç de öyle aşılamayacak sorunlar değildi. Ne var ki, siyasi elitlerin Enosis ve Taksim hedeflerinden vazgeçmemeleri bu sorunların çözümünü imkânsız kılıyordu.
Özellikle Kıbrıs Rum toplumunun Zürih-Londra düzenini “haksızlık” olarak görmesi işbirliği ortamının gelişmesini imkânsızlaştırıyordu. Makarios ayrı belediyeler konusunda anayasayı uygulamaktan kaçınıyor, kamu hizmetinde %70-%30 oranının hayata geçirilmesini sürüncemede bırakıyordu. En önemlisi, iki taraf da Kıbrıs ordusunun kurulması konusunda zorluk çıkarıyordu. Kendi yasa dışı yeraltı örgütlerini silahlandırmaya devam eden yönetici elitler, Kıbrıs devletinin şiddet araçlarını tekelleştirmesini istemiyorlardı.
Ankara ve Atina hükümetlerinin Kıbrıs’ta tarafları daha yapıcı davranmaya davet etmeleri hiçbir işe yaramıyordu. Makarios, sıklıkla anayasayı görmezden geleceğini söylüyordu. Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni ziyaret etmesine itiraz eden Dr. Fazıl Küçük’e şöyle diyordu: “Eğer anayasada bağlantısızlık politikasını yasaklayan bir madde varsa, o zaman anayasanın o maddesi değişmelidir. Çünkü Kıbrıs halkının çıkarları her şeyden daha önemlidir.”
Bu türden açıklamalar sıklıkla yapılıyordu. En küçük bir anlaşmazlık karşısında derhal anayasanın değiştirilmesinden söz ediliyordu.
Aslında bu tavır, AKRİTAS planında belirlenen yol haritasına dayanıyordu. Anayasanın “çalışmadığı” ve “mutlaka değiştirilmesi gerektiği genel bir kanı” haline getirilmeliydi ki, Enosis ile sonlanması hedeflenen sürecin anayasayı değiştirmekle başlaması “meşru” bir adım olarak görülebilsindi.
Açıkçası, Kıbrıs Rum liderliği Zürih-Londra antlaşmalarıyla kurulan statüyü değiştirmeye kilitlenmişti.
Makarios sonunda Zürih-Londra düzenini yıkmak için ilk adımı attı ve 30 Kasım 1963 tarihinde Türk tarafına 13 maddelik anayasa değişiklik önerisini sundu. Önerilerin içeriğine baktığımız zaman, söylendiği gibi “sınırlı” bir değişiklik girişimi olmadığı, yeni bir statü hedeflendiği açıkça görülür. Devletin “iki-toplumlu” yapısı sayısal çoğunluğun siyasal olarak egemen olacağı bir değişikliğe tabi tutulmak isteniyordu.
Anayasa değişikliği girişiminin Kıbrıs Rum liderliğinin Enosise ulaşmak için hazırladığı dört aşamalı stratejinin ilk adımını oluşturduğuna hiçbir kuşku yok. Nitekim 7 Aralık 1963 tarihinde Yunan Milli Savunma Bakanı D. Papanikolapulos Yunan Dışişleri Bakanı’na gönderdiği “Çok Gizli” mektupta şöyle diyordu: “Yunan hükümetinin planla ilgili karşıt görüşlerine rağmen Makarios Planı 30 Kasım 1963 tarihinde Makarios’un Dr. Küçük’e 13 maddelik anayasa değişikliği önerisiyle uygulamaya başlanmıştır.”
Burada sözü edilen “Makarios Planı”, “Akritas Planından” başka bir şey değildi.
Makarios’un anayasa değişiklik önerisine Türkiye’den kesin bir “hayır” yanıtı geldi. 6 Aralık’ta yapılan ilk açıklamanın ardından 16 Aralık günü Türk hükümetinin görüşleri ayrıntılı olarak Makarios’a bildirildi. Türkiye, Kıbrıs Rum tarafının Zürih-Londra antlaşmalarının imzalandığı günden beri antlaşmaları uygulamaktan kaçındığını, anayasanın hayata geçirilmesini bilinçli olarak engellediğini ve Enosis yönünde faaliyet yürüttüğünü belirttikten sonra, “Kıbrıslı Türklerin Anayasal güvencelerinin kaldırılmasını istemek, tecavüzlere karşı yegâne korunma kalkanını elinden bırakmasını istemektir” diyordu.
Bu gelişmeden sonra gerginlik iyice tırmandı. Kıbrıs’ta görev yapan İngiliz subaylardan General Peter Young iki toplum arasında çatışmaların başlayacağına kesin gözüyle bakıyor ve bunun an meselesi olduğunu düşünüyordu. İngiliz General, “bir kıvılcım yeter” diyordu.
Yunan Genelkurmay Başkanlığı da hazırladığı Kıbrıs raporunda “Makarios Planının” uygulamaya konulmaya başlandığına ve 30 Kasım 1963 tarihinden sonra Kıbrıs’ta gerginlik yaşanıp çatışmaların meydana geleceğine işaret ediliyordu. Raporda şu tespit de yapılıyordu: “Olaylar ya iki toplum tarafından hazırlanan planlar çerçevesinde tahrik edilecek, ya tesadüfî bir olay sonucu ortaya çıkacak, ya da bir toplumun diğer topluma saldırmasıyla başlayacaktır.”
Gerçekten de 21 Aralık 1963 tarihinde sabahın erken saatlerinde Lefkoşa’da Rum polisleri ile Türkler arasında kimlik kontrolü yüzünden kavga çıkınca, “kıvılcım” çakılmış oldu...
Kıbrıs Rum tarafının çatışmalar başlar başlamaz “Türk İsyanından” söz etmeye başlaması AKRİTAS planının bir parçasıydı. Kıbrıslı Türklerin Kıbrıs Cumhuriyeti’ne karşı “isyan ettiklerini” ve amaçlarının Türkiye’nin adaya müdahalesini sağlayıp Taksimi gerçekleştirmek olduğu ileri sürülüyordu. Bu durumda, devlet, çaresiz, “yasal güçlerini kullanarak isyancılara karşı savaşmak zorunda kalmış” oluyordu.
Oysa gerçek şudur ki, Kıbrıs Rum tarafı AKRİTAS planında belirlenen ilkeler çerçevesinde hareket ediyordu. Ortada “Türk İsyanı” filan yoktu. Durum bunun tam tersiydi. Kıbrıs Rum liderliği 1960-Düzenine karşı “isyan” etmişti. Nitekim Yunanistan başbakanı Yorgos Papandreu Noel arifesinde huzuruna çağırdığı Kıbrıs’ın Atina büyükelçisi Nikos Kranidiotis’e öfkeyle şöyle diyordu: “Sizi, Kıbrıs’ta olup bitenlerden ötürü Yunan hükümetinin duyduğu rahatsızlığı bildirmek için davet ettim. Elimizdeki bilgiler, adanın bir isyan yaşadığını, durumun kaotik ve çok tehlikeli olduğunu gösteriyor. Anladığım kadarıyla Kıbrıs halkı antlaşmalara karşı isyan etmiştir”.
Yorgos Papandreu doğru söylüyordu. “Kıbrıs halkı” değil ama Kıbrıs Rum liderliği Zürih-Londra antlaşmalarına karşı isyan etmişti ve antlaşmaları geçersiz kılmak için şiddeti bir araç olarak görüyordu.
Kıbrıs Türk tarafına gelince. Kıbrıs Türk liderliği, özellikle Rauf Denktaş ve TMT, olası bir topyekûn çatışmayı adanın temelli olarak bölünmesi için bir fırsat olarak görüyordu...