Ulus Irkad
Bölgemiz, hatta dünya, bir savaş ve yokoluşun eşindedir ama bunu durdurmak da elimizdedir...
7 Ekimde Gazze’den başlayan saldırıyla 1300 civarında Yahudi insanın katledilmesinden sonra, İsrail’in Gazze’ye misillemesiyle devam eden saldırılarda, 34 bine yakın, çoğu çocuk ve kadın insanın toplu katliamlarıyla geldiğimiz noktada, gene İsrail’in bir misillemesiyle Şam’da İsrail Elçiliği’ne yapılan roketli bir saldırıda, aralarında İranlı generallerin de olduğu kayıplarla, İran ve İsrail birbirlerine karşı misilleme yapmaya başladı. Bu misillemelerle görülüyor ki çevre ülkeler de zarar görecek. Hele misillemeler bölgeye yayılırsa bu misillemelerden Kıbrıs da payını alacağa benziyor. Fırlatılan füzelerden biri hedefini şaşırırsa, Kuzey veya Güney Kıbrıs’ta bulunan sivil hedefler de zarar görüp kayıplar verebilir.
ÇATIŞMALAR ÖNLENMELİ...
Bölgede Irak, İsrail, Suriye, Kıbrıs ve Türkiye gibi devletlerin derhal bu çatışmaları önlemek için önlemler almaları gerekiyor. Elbette durdan ve oturdan anlamayan bir Netanyahu veya Hamas gibi örgütler de bireysel terörizme başvurmada bir beis görmüyorlar ama bölge ülkeleri bana göre önlemler alıp çatışma isteyen güçlere veya devletlere bu konuda fırsat vermeyebilirler. Öncelikle şunlar ilk elden yapılabilir;
*** Türkiye demokratikleşmeye başlamalı; 2000’li yıllarda gördüğümüz ve Türkiye’de çatışmaların birkaç sene sona erdiği bir sürece benzer bir barış süreci başlatılabilir ve bunun da yansımaları çevreye olumlu yönde etki edebilir. Bu barış görüşmeleri bir şekilde Türkiye’de demokratikleşme çabalarını da başlatabilir.
BARIŞ DİPLOMASİSİ BAŞLATILABİLİR
*** Irak’ta da benzer süreçler olabilir. Irak’ta Kürtler, Türkiye ve Suriye arasında bu sürece benzer ve grupları barış diyaloğuna davet edecek bir ortam yaratılabilir. Diyalog ve barış girişimleri inanın bölgeyi bir yumuşamaya getirebilir. Lübnan’da da Hizbullah ve içteki diğer gruplar arasında temaslar olurken, Yahudi barış grupları ile Lübnan barış grupları ve de belki ters olabilir ama Hizbullah gibi şiddet kullanan gruplarla da hem içteki barış grupları hem de Yahudi barış grupları arasında bir şekilde yumuşamaya da yarayacak görüşmeler ve barış diplomasisi başlatılabilir. Devletler arasında da İran gibi ülkelerle de temaslar olmalıdır.
İRLANDA ÖRNEĞİ ORTADA...
*** İrlanda’da İngiliz Hükümeti’inin IRA ile temasları neticesinde şiddetin sonlandığını hatırlatmak istiyorum (Çevirisini Cengiz Çandar’ın yaptığı “aykırı yayınları”na ait Jonathan Powell’in “Teröristlerle Konuşmak” adlı kitabını herkese öneriyorum).
*** Bölgede Rusya vurucu ve de yayılmacı bir rol üstlenmiş durumda ama ne isterse olsun Türkiye ile Suriye ve de Suriye’nin Kuzey’indeki Rojava ve Kuzey Kürtleri ile Türkiye ve Suriye arasında gene Irak’taki’ne benzer gruplar arasında bir temas veya diyalog bölge barışına hizmet edebilir. Bu arada gene İsrail’deki muhalif gruplarla Batı Şeria ve Gazze Bölgesi’ndeki halk gruplarıyla böyle bir barış süreci bölgeye hizmet edebilir. Yumuşama getirebilir. İsrail’in bölgede Suriye ve Lübnan’la da benzer diyalogları başlatılabilir. Bu gruplar arasına Hizbullahçı gruplar da dahil edilip onlar da barış görüşmelerinde yumuşatılabilir. Lübnan’la İsrail ve de Lübnan’daki gruplar arasında, İsrailli gruplarla da temaslar başlatılabilir. Bölgede bu yoğunluk içinde bir barış alanı yaratılabilir. ABD’nin Rusya ile bölgede olması da Putin ve ABD arasında da bir yumuşamayı getirebilir ve Putin’le Rusya arasında da bu konuda bölgedeki barış grupları görüşürlerken bu gibi gruplara yardımcı olunabilir.
KIBRIS’TA BARIŞ SÜRECİ...
*** Pek tabii Kıbrıs’ta da barış sürecinin her iki tarafta politikacılar arasında olurken gene Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırum tarafında bulunan gruplar arasında da aynen 1990’lı yıllarda başlayan temaslar, barış görüşmeleri, barış eğitimi ve bu eğitimin okullara, öğretmenler arasındaki diyaloglara yayılmasıyla Kıbrıs’a gelecek olan barış rüzgarı bir şekilde bölgeye örnek olup bölgedeki barış süreçlerine de yardımcı olacaktır.
Örnek vereyim; 1990’lı yılların başında Kıbrıslırum meslektaşlarımız veya barışçılarla başlattığımız diyaloglar çerçevesinde, 2000 yılında İsrail ve Batı Şeria bölgelerine Kıbrıslırum arkadaşlarımızla yaptığımız ziyaretlerde bölgede Yahudi yerleşimcilerle Filistinli Arap gruplar arasında çok iyi bir diyaloğun olduğu hatta Filistinli çocukların Yahudi askerlere çiçek verdiklerini de gözlemlemiştik.
Evet bölgede büyük devletlerin de, eğer isterlerse başlatacakları bir barış rüzgarı, Türkiye ve bölge dahil birçok ülkeyi etkileyecek ve genel savaş havasını da barış havasına veya ortamına çevirecektir.
Buna inanıyor musun diye sorarsanız;
Elbette, 2003 yılında bu barış girişimlerinin bizzat denemecisi ve yapımcısı olan kişiler arasındaydım. Bu konuda 1990’lı yıllardan emeği olan ve de barışa katıksız fedakarlıkla katkıları olan bir barışsever olarak buna can-ı gönülden inanıyorum diyorum…
2000 YILINDA, YANİ BUNDAN 24 YIL ÖNCE, İSRAİL VE FİLİSTİN’DEYDİM…
Bundan tam 24 yıl önce, 2000 yılının Temmuz ayı başlarında, hatırladığım kadarıyla, 1 Temmuz-12 Temmuz-2000 tarihleri arasında, önce İsrail’e, daha sonra da Filistin’in işgal edilmiş Bölgesi olan, Batı Şeria’ya gitmiştik. On Kıbrıslıtürk ve On Kıbrıslırum aydındık. Öncelikle “Neva Şalom” veya dilimizde “Barış Enstitüsü” diye bilinen küçük bir köydü gittiğimiz yer. Orada Kıbrıs Sorunu’ndan tutun, Yahudi ve Araplar arasındaki ihtilafı da dinleyecek, dersler alacak ve onların yaşam tecrübelerini öğrenecektik. “Barış Enistitüsü” veya “Neva Şalom” bir tatil köyünü andırırken, bir bilim enstitüsü niteliğindeydi. Aynı zamanda köyde hayat süren, üretim yapan Filistinli ve Yahudi insanların hepsi de, İsrail’in aydın insanlarıydı. Bu insanlar, aynı zamanda, çeşitli üniversitelerde dersler vermekte, İsrail’le Filistin arasında barışın olmasını, iki devletliliği veya gene arzu edilirse, üniter yapıda, Fransa tipi, demokratik cumhuriyet modelini de savunmaktaydılar. İsrail’in Fransız Devriminden mütevellit “Demokratik bir Cumhuriyet” haline gelmesini, tüm farklılıklarıyla birlikte yaşamasını savunuyorlardı. Bu köyde yaşayan aydınlar, oradaki toplumlara örnek bir şekilde birbirleriyle de evlenmekteydiler. Karma aileler durumuna gelmişlerdi ve burada huzur buluyorlardı. Elbette, arada sırada, buradaki (İsrail) siyasi durumdan dolayı tartışıyorlardı ama onları kardeşlik ve barış duyguları bileştirmekteydi. Sorunun statik veya değişmez kalmasının, burada, ileride daha da büyük sorunlara neden olacağını ifade ediyorlardı. Nitekim 23 yıl sonra, bir şekilde, sorun tekrar patlamış, ve şu anda, binlerce insanın acımasızca öldürüldüğü bir aşamaya varmıştı.
O ZAMANLAR OSLO SÜRECİ’NİN OLUMLU ETKİLERİ OLMUŞTU
İntifada, yani Filistin başkaldırmasıyla, Yahudi ve Arap toplumlarının araları bozulmuş, İsrail’in devam eden toprakları istimlak veya gaspetmesi veya el koyması sorunları, karşılıklı kavgalara ve gene öldürmelere kadar varmıştı. Oslo Süreci tarafları yumuşatmış ve “win-win” (kazan-kazan) denilen sürecin başlayarak, İki Devletli bir çözüme yaklaşıldığı mesajı verilmekteydi. Nitekim, Neva Şalom’dan sonra, Ramallah’a geçince, burada İntifada’ya katılanların, İsrail Ordusu’na çocuklarla birlikte çiçekler verdiklerini ve arada yumuşamanın olduğunu gözlemleyecektik. Ramallah’ta kahvehane ve parklardaki asık ve mutsuz insan manzaralarına rağmen, bir umut doğduğu intibasını alıyorduk. Arap arkadaşlarla oturduğumuz bir halk Parkı’nda, gülen yüzlerle, halktan insanlar, oralara gelmiş, FKÖ lideri Yaser Arafat hakkında mizah olayları anlatıyor ve gülüşüyorlardı. Tabi bizler de onlarla birlikte gülmekte ve bu barış umudunu kutlamaktaydık.
NEVA ŞALOM’DA NE YAPMIŞTIK?
Neva Şalom’da Oslo Süreci, grup ve barış eğitimleri üzerinde eğitim yanında, Kıbrıs Sorunu da tartışılmıştı. Daha Kıbrıs’ta bir güneş doğmamıştı ama Oslo Süreci’nin etkisiyle, kısa bir süre sonra, Barikatlar açılacak, bizde de görüşme süreçleri başlayacak ve Kıbrıslırumlar’la Kıbrıslıtürkler arasında bir yakınlaşma ve uzlaşma süreci olacak, referandumlar olacak ama sonuçta gene bölünme devam edecekti. Fakat ne isterse olsun, Kıbrıs veya Filistin sorunlarının uzlaşma ve yakınlaşma olarak birbirlerini etklilediklerine şahit olacaktık. Neva Şalom’da “Biyon” metod ve grup eğitimlerindeki süreçlerle, Arap ve Yahudi gruplar arasındaki samimiyet ve yaklaşımlar, gerçekten bizleri etkileyecekti. Ne isterse olsun, bu grup eğitimlerinin toplumlar üzerinde pozitif veya olumlu etklileri olduğuna şahit olacaktık. Bu arada deneyimlerin paylaşılması ve farklılıkların, aslında birleşme içinde kullanılacağı gerçeği, burada da ortaya çıkmaktaydı. Bir gerçek daha yüzümüze çarpmaktaydı; taraflardan biri, ben kendi açımdan sorunu çözdüm dese bile, gün gelir diğer toplumun uımutsuzluğu veya çözümden umudunu kesmesi, bir bumerang gibi, zafer kazandım diyenin de aleyhine veya tıkanmasına sebep olabilir, demokratik yapılarını kapayabilir, insan haklarını uygulamasını engelleyebilirdi. Negatif barış, veya sadece kendi toplumuna sundun diye zannettiğin sonuçlar, sonuçta gelir, senin de aleyhine olabilirdi.
FKÖ’NÜN BİZLERİ RAMALLAH’A DAVETİ
Hayfa yakınlarında, tam liman karşısındaki bir dağ yamacı üzerindeki Neva Şalom, beni çok etkileyecekti. Buradaki tatil köyü ve yaşam, aynı zamanda köyün uyum ve barış içinde bir gelecek yaşama örnek olması, aslında ekonomik bir faaliyeti veya dış ve iç turizmi de başlatmıştı. Köy, “Kibutz” sistemi ile çalışmakta, burada yaşayanlar üretim yaparak, köy ekonomisi ile enstitü’nün ekonomik yaşamına katkıda bulunmaktaydı. Köy, aslında gelecekte, demokratikleşecek ve kardeşçe yaşayacak bir ülkenin ilk modelinin, nasıl olması gerektiğini göstermişti bizlere. Pek tabi ki, burada yaşayan insanlar, İsrail Devleti içinde yaşayan Arap ve Yahudilerdi. İşgal edilmiş Ramallah’a geçtiğimizde, durumun böyle olmadığı, oradakilerin İsrail baskıları içinde, psikolojik çöküntü ve çatışmacı bir hayat içinde olduklarını gözlemlemiştik. Hatta daha ilk gün, Ramallah’taki atölye çalışmasına gelen FKÖ Temsilcisi, oraya gelip konuşmasını yaparken, İsrail’dekileri homojenleştirerek, bir farklılık görmediğini söylerken, ona yanıt vererek, Demokratik Yahudi aydınlarının, Filistin konusunda olumlu olduklarını, Filistinlilerin yanında olduklarını belirtmiş ve toplumları genelleştirmenin yanlış olduğunu, FKÖ için, Yahudi aydınların ve demokrat çevrelerin dışa açılmaları için bir nefes alma yarattığı şeklinde ona konuşmuş ve bana da hak vermişti. Hatırladığım kadarıyla, 12 Temmuz 2000 tarihinde, uçakla, THY havayollarıyla Tel Aviv Havaalanı’ndan ayrılmıştık. Orada kalış süremiz içinde MOSSAD, yani İsrail Devleti İstihbaratı devamlı bizleri takip etmişti. Hatta bu takiplerinden sonra, bir MOSSAD ajanı yanıma gelerek, esmer tenli olmam ve Filistinlilere benzemem dolayısıyla beni soruşturmuştu. Fakat gene de gerek Yahudi, gerekse Filisin halklarındaki umutların arttığını ve Oslo Süreci’nin çok olumlu yansımaları olduğunu da gözlemliyorduk.
BUGÜNE GELİRKEN
Biz İsrail’i ve Filistin’i terkettikten sonra, ortam gene gerildi. İsrail Ordusu, Yaser Arafat’ın ikametgahına kadar girerek onu esir aldı. Ortalık karıştı. Gazze’de bu süreçten sonra, gerici ve İslamcı Faşist Hammas etkinlik kazandı, çatışmalar ve savaşlar devam etti. Binlerce insan öldürüldü. Savaş ve insan öldürmeyle süren dönem bir çözüme gitmedi. Negatif dediğimiz barışlarla gelen sahte umutlar veya huzurlu görünümü veren sahte mutluluk, her iki tarafın da menfaatine olmadı. Filistin Sorunu’nun, ne isterse olsun çözülmesi, demokratik ve rasyonal akılla olacak çözümlerin ne kadar gerekli olduğu, şiddetin bir çözüm olmadığı, bugün de Hammas’ın anlamsız ve masum insanları öldüren, Netanyahu gibi acımasız ve suistimalci, anti-demokratik, baskıcı politikacıların, ölümden, şiddetten ve çözümsüzlükle sorunların devamından başka bir alternatif getiremeyecekleri belli oldu.
Tüm farklılıklara rağmen, demokratik anlayışın, farklılıklarla birlikte yaşam olduğu, uluslararası hukuk, insan hakları, adalet, eşitlik ve insan sevgisinin ilke olduğu, bir Orta Doğu ve Yahudi-Arap kardeşliğini savunan, gerçek bir barışın, bu bölgeye geleceğine inanarak, bu manasız savaşın bitmesi umuduyla…
Ulus Irkad, Batı Şeria ziyareti esnasında...
Ulus Irkad, Filistin'e ziyaretinde...