25 Kasım Haftasında Gerçekleştirdiğimiz Cinsel Şiddetle Mücadele Atölyemizin Notları:

25 Kasım Haftasında Gerçekleştirdiğimiz Cinsel Şiddetle Mücadele Atölyemizin Notları:

Feminist Atölye (FEMA) 

 

25 Kasım Kadına Yönelik Şiddetle Mücadele haftasın kapsamında düzenlediğimiz Cinsel Şiddet Atölyesi oldukça öğretici ve düşündürücü idi. Türkiye’de faaliyet gösteren Cinsel Şiddetle Mücadele Derneği’nden gelen feminist kız kardeşlerimizin moderatörlüğünde gerçekleşen atölyede, özellikle ceza yasalarında önemli bir yer işgal eden “rıza” kavramı ve erkek egemen hukuk tarafından çoğu zaman görmezden gelinen “rıza inşası” kavramı üzerinde uzun tartışmalar yürüttük. Erkek egemen hukuk sisteminin erkek cinselliğine odaklanıp kadınları ’pasif rıza gösteren’ olarak tanımlaması, kadınlar üzerinden ölçülen namus kavramının sadece yasalarda değil, yargı pratiklerinde de arka planda işleyen bir algı mekanizması olarak kadınlara karşı işlenen cinsel suçlarda nasıl devreye girdiğini analiz ettik . Hukukta “rıza”nın cinsel suçların belirlenmesinde ölçüt olarak kabul edilmesini ancak sadece “bağırma, yardım isteme, fiziksel direnç gösterme” gibi fiillerle sınırlandırılarak, failin ve hayatta kalanın koşullarının yok sayıldığı yanlış kararlar ile sonuçlandığını konuştuk. Cinsel şiddete maruz kalan kadınların çoğu zaman “şiddete davetiye çıkaran kişi” şeklinde yargılanmasına mahal veren ataerkil ahlaki kodlanmalara karşı, kadınların kendilerini nasıl suçlu hissettiklerini, sürekli maruz kalınan şiddet sonucunda ortaya çıkan “öğrenilmiş çaresizlik” psikolojisinin cinsel suçların ifşa olmasını nasıl engellediğini tartışırken, bunlara karşı cinsiyeti, cinsel yönelimi ve cinsiyet ifadesi ne olursa olsun, “rıza” kavramının feminist bakış açısıyla yeniden ele alınması gerektiğini; bu kavramın kişinin kendisini dinlemesi, sınırlarını keşfetmesi ve her zaman kolay olmasa da “HAYIR”  diyebilmesini sağlayıcı bir güçlenme ve özgürleşme süreci olarak feminist pratiğin içinde sürekli işlenmesi gerektiğini tartıştık. Bu bağlamda, özellikle erkek egemen hukuk tarafından görmezden gelinen  ve Kişinin rıza göstermediği herhangi bir cinsel davranıştaki ‘HAYIR’ı, ‘EVET’e çevirmek için kullanılan ve fiziksel zorlama içermeyen bütün yöntemleri” anlatan  “rıza inşası”  kavramı üzerinde durduk. Duygusal manipülasyon (ikna edici yalanlar söyleme, suçlu hissettirme, eksik hissettirme), ısrar (sürekli talep etme, dolaylı baskı yapma), hediyeler, maddi destek ve benzeri yöntemlerle ikna denemeleri, ilişki hakkında yalan söyleyerek veya  duygusal ihtiyaçları kullanarak kaygıyı azaltma yoluyla cinsel ilişkiye zorlama gibi süreçlerin rıza inşasında nasıl işlev gördüğünü tartıştık. Rıza inşasında karşılaşılan manipülasyonların kişilerin seçimlerinin bulanıklaşmasına veya hayatta kalanın maruz bırakıldığı şiddeti çok sonra fark edebilmesine neden olduğunu , “arzu” ve “rıza”nın birbirine karıştırıldığını ve dolayısı ile fiziksel zorlamanın olmadığı cinsel şiddet durumlarında şiddetin görünmez kılınmasına nende olabildiğini konuştuk.

“Rıza” ve “rıza inşası” ile çok bağlantılı bir diğer kavram ise “kadının beyanının esas olması” ile ilgiliydi. Beyanın esaslığı meselesinin nasıl yanlış anlaşıldığı üzerine tartışırken “Beyan esastır demek beyan doğrudur demek değildir; hayatta kalanın beyanının esas alınarak eşitsizliğinin yarattığı koşulların görülmesi, failin cinsel saldırı olmadığını ispatlaması gerektiğini belirten bir söylemdir” meselesini daha çok anlatmamız gerektiğini gördük . Hukukta bütün şüphelerden sanık yararlanır, fakat o şüpheyi oluşturmayacak önlemler almak devletin sorumluluğundadır. Etkin soruşturma ve kovuşturma yapılması ve delillerin toplanması yargının sorumluluğudur. Halka cinsel saldırıdan nasıl korunacaklarına, ne yapmaları ve yapmamaları gerektiğine ilişkin eğitimler vermek devletin sorumluluğundadır.

Kadınların ve lgbti bireylerin maruz kaldığı cinsel şiddet yanında, çocuklara yönelen cinsel istismar suçlarının da ele alındığı atölyemizde, özellikle medya temsillerinde cinsel şiddetin nasıl resmedildiğine baktık. Cinsel şiddet vakalarının medya temsillerinde şiddete maruz bırakılan kişilerin çoğu zaman yalnız, suçlu, utanan/utanç durması gereken kişiler olarak temsil edildiğini, kurban, mağdur, susturulmuş veya çaresiz olarak tarif edildiğini gördük. Bu temsillerin hem cinsel şiddete maruz bırakılan kişileri suskunluk, suçu ifşa etmeye korkma, çaresiz hissetme gibi bir ruh haline sevk edip suçun ifşa olması konusunda engel teşkil edebildiğini, hem de kişileri mağdur olarak göstererek verdiği mücadeleyi görünmez kıldığını tartıştık. Cinsel şiddete “maruz kalan” değil “maruz bırakılan”, “mağdur, kurban (victim)” değil “ hayatta kalan (survivor) olarak tanımlanması gerektiğini ve medya dili ve temsillerinin bu bağlamda dönüştürülmesi gerektiğini konuştuk. Cinsel şiddeti erotik bir şeymiş gibi gösteren, şiddeti estetik bir görünüme sokmaya çalışan veya tecavüz gibi cinsel suçları pornografik bir şekilde sunan medya haberlerini ve görsellerini inceledik. Kadın bedenini düzenli olarak erkek cinselliğinin haz nesnesi olarak kuran fıkra, şaka, espri ve tezahüratların “tecavüz kültürü” olarak da tanımlanan eril şiddet yaklaşımını nasıl normalleştirip doğal bir şeymiş gibi sunduğunu tartıştık.

Ocak ayında bu atölyenin devamı olan çocuk istismarı ve çocuklara yönelen cinsel şiddet atölyesi ile devam edeceğiz.

----------------------------------

Cadı Süpürgesi:

Uzunca bir süreden beri devam eden barış müzakerelerinde ortaya çıkan bazı pürüzlerden dolayı görüşmeleri kesintiye uğratan ve bu kesintiyi nihai bir sonuçmuş gibi sunarken birbirini suçlayıcı, milliyetçiliği besleyici ve erkek bir dil kullanan liderleri süpürmek istiyoruz. 

---------------------------------

Malumat-ı Nisvan:

II. Dünya Savaşı sıralarında insanlık adına utanç verici ve ahlaki çökmüşlüğün belki de en önemli göstergesi olan bir olay yaşandı. Japon ordusu, savaş esnasında “askerlerinin cinsel ihtiyaçlarını karşılaması” gerekçesiyle birçok Koreli kadını seks kölesi haline getirdi. Sayıları 200.000’e yaklaşan bu kadınların oluşturduğu topluluğa ise konfor kadınları anlamına gelen ‘’Comfort Women’’ ismi verildi. Milyonlarca asker, yüz binlerce kadına senelerce tecavüz etti.  “Comfort Women” kavramını trajik hale getiren ise, bu kadınların çok büyük bir kısmının işgal edilen topraklardaki sivil halkın içinden silah zoruyla kaçırılıp tecavüze uğrayan kadınlardan oluşmasıdır. Hayatta kalmayı başarabilmiş kadınlar yıllar sonra anılarını paylaştıklarında insanlığın utanç listesine eklenecek binlerce kaçırılma, tecavüz, cinayet ve işkence hikâyesi ortaya çıktı. Askerlere hizmet verilmesi için oluşturulan evlerin aşırı sağlıksız koşulları ve cinsel yollarla bulaşan hastalıklar nedeniyle birçok kadın hastalanmış, hastalanan kadınlar ya askerlerce bizzat öldürülmüş ya da ölüme terk edildi. Güney Kore üzerindeki Japonya egemenliği, 1945 yılında son buldu fakat o yıla kadarki yaşananların etkisi senelerce sürdü. Güney Kore yakın zamanda bu durumun mağdurlarından özür dilenmesini ve onlara tazminat ödenmesini istese de, 2015’in sonuna kadar Japonya bu yaşananlardan dolayı ne özür dilemeyi ne de mağdurlara para ödemeyi kabul etmedi.  Sadece kabul etmemekle kalmadı, birçok politikacı tarafından olayın normal bir durum olduğu dillendirildi. Japon politikacı Haşimoto, konu hakkında “Mermilerin yağmur ve rüzgâr gibi uçtuğu koşullarda savaşan ve hayatını ortaya koyan askerlerin dinlenmeye ve rahatlamaya ihtiyacı vardı. Bu nedenle konfor kadınları sistemi bir ihtiyaç haline dönüşmüştü. Bu durumu herkes anlayabilir” dedi. Buna rağmen, çoğunluğunu Koreli kadınların oluşturduğu mağdurlar, seslerini daha çok duyurmaya başladı. Ve bu kamuoyu baskıları, yapılan eylemler de meyvesini 2015’in sonlarında verdi ve Japonya  yaşananlardan dolayı özür dilemeyi kabul etmiş gibi görünse de bugün açılan davalar hala kadınların lehine sonuçlandırılmıyor. Kadınlar tek tek ölüp giderken, adalet hala adresini bulamıyor.

Dergiler Haberleri