Fayka Arseven KİŞİ
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği (KTTB) Başkanı Dr. Özlem Gürkut, sağlıkta birçok eksiğin bulunduğunu ve sağlık fonunda toplanan 40 milyon TL ile bu sorunların önemli oranda aşılabileceğini ifade etti, Sağlık Bakanlığı’na “neden bu fonun kullanılmadığını” sordu.
45 gündür vaka çıkmadığını ve bunun iyi değerlendirmesi gerektiğini belirten Gürkut, “ama maalesef bir yol haritamız, verimiz yok” dedi.
“Pandemi Hastanesi, gerçekten yap boz tahtasına döndü” yorumunda da bulunan Gürkut, “Süreç içerisinde birçok karar alındı. Her bir kararda da hatalar oldu. Ama şimdi 2’nci dalga yaşanırsa hastalarımızı nerede tedavi edeceğimize dair yine bir karar yoktur. Bir yol haritası çizilmiş değildir” vurgusunda bulundu.
Bu hafta Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Başkanı Özlem Gürkut ile COVİD 19 ile yeni hayatımızı, sağlıktaki sorunları ve toplumsal endişeleri konuştuk.
YENiDÜZEN: 45 gündür pozitif vaka yok. Şuan tehlike var mı? Bu dönemde yeterli test yapılıyor mu?
Özlem GÜRKUT: Sağlık Bakanlığı’nın bir test politikası belirleyip de ona göre test yapıldığını düşünmüyorum. Çünkü her gün alakasız bir gruba, kesime test yapılıyor. Ama normalde belirlenen risk grubuna, olası vakalara, temaslılara test yapılması gibi politikalar belirlenir ve onlara test yapılır.
Öyle bir tarama yok. İkinci tarama yöntemi ise toplumun bağışıklık düzeyini ölçmek için antikor taraması Eliza yöntemi ile yapılabilirdi. Onun için çalıştıklarını biliyorum, umarım yaparlar. Onda da bir örneklem seçilir ve bütün toplumu yansıtacak şekilde yapılır.
Her gün açıklanır ‘200 test, 1000 test yapıldı’ diye ama esas risk grubu taranmalıdır. Sadece 65 yaş üstünden bahsetmiyorum. Örneğin o bölgeden hasta çıkmıştır, sınırlar kapalı ama gemiler gidip gelir, orada çalışanlar var. Dışardadır, teması vardır. Bunlar daha yüksek hastalık riski taşıyor. Ama öyle bir tarama yok.
Testler, bir plan ve politika belirlenmiş ve o hedef doğrultusunda yapılıyor gibi gelmiyor bana. Test sayısında belli bir sayının üzerine çıkma hedefi var hepsi bu. Herkes diyordu ki; ‘az sayıda test yapıyoruz, onun için vaka bulmuyoruz.’ Sanki de maksat belli sayıda test yapmak ama kime yapıldığının önemi yok gibi.
YENİDÜZEN: Açılım yaşadık ama testler 20’lere kadar indi. Bu normal mi?
Özlem GÜRKUT: Kit bittiği için sadece hastanelere başvuran ve olası vaka olarak düşünülerek taranan kişiler kaldı bir tek. Tekrar kit alındı ki, sayılar yükseliyor. Ama bu dönemde hiçbir vaka yokken ve beklenmezken halen daha rastgele test yapmanın anlamı yok zaten. Yapmamız gereken olası vaka tanımını tekrar gözden geçirip, hastane polikliniklerine ya da her türlü kliniğe giden ve ateş, öksürük, kırgınlık gibi hastalık belirtileri gösteren şüpheli herkese istisnasız tanı testi uygulamaktır.
Bakan, geçen gün bir röportajında ‘32 bin test yapıldı bunun yarısı PCR’dır’ dedi. Ama benim bildiğim 5-6 bini PCR’dır, kalanların tümü kart testtir. Bu verileri ve detayları da kimseyle paylaşmadılar. Bizimle de paylaşmadılar, paylaşmalıydılar.
İki Toplumlu Sağlık Teknik Komitesi de talep etmiş ama bir türlü iletilmemiş. İletileceğini duydum, umarım öyle olur. Çünkü ülkemize dair veri oluşturmak, geleceğimizi planlamak açısından çok önemlidir. Bu sadece milletin merağını gidermek için gerekli değildir. Sadece testlerin dökümü değil, tedavi edilen 108 vakanın ayrıntılı dökümleri de gerekir. Kaç yaşındaydılar, hangi bölgedendiler, hangi şikayetlerle geldiler, hangi ilaçlarla düzeldiler, kaçıncı günde ateşleri düştü, ateşi olanlar farklı mıydı, ölen vakaların ortak özelliği neydi diye dökümante etmeliyiz. Kendimize ait yaklaşımlarımızı oluşturmanın ve doğru bir yol haritası çizmenin başka yolu yoktur.
Tam da şimdi vakamızın kalmadığı ve bir nebze rahatladığımız bu dönemde gerçekten de gelecekte yapmamız gerekenler için şimdiden yol haritamızı çizmemiz, hazırlıkları tamamlamamız lazım.
YENiDÜZEN: Uçuşlar açılıyor. Ama kafalar karışık, endişeler var. Kriterler anlaşılmadı.
Özlem GÜRKUT: Salgın nedeni ile Bulaşıcı Hastalıklar Yasası’nın tarif ettiği Üst Kurul, altında da üç komitenin kurulmuş, salgın boyunca çalışıyor ve şimdi de aktif görevde olması gerekirdi. Bu tür kararları yetkilendirilmiş kurullar vermeliydi. Verilere dayalı, ülkemiz şartlarını göz önünde bulunduran, kendimiz için gerçekçi kararlar üretilmesi gerekirdi. Ama bu kurullar yasadaki şekli ile hiçbir zaman oluşturulmadı ve bu salgın süresince biz Kuzey Kıbrıs’ta aslında süreci kimin yönettiğini bilemeden bir anlamda her kafadan bir ses çıkarak yol aldık. Şanslıydık ki en başta, ilk vaka görüldüğü günden itibaren KTTB Bilim Kurulu’nun öneri ve telkinleri, Bakanlar Kurulu’nun kapısında bekleyerek, oluşturduğumuz baskının ve oluşan kamuoyunun da etkisiyle gerçekten Bakanlar Kurulu, önerilerimize kulak verdi ve o anlamda bir adım attı. Devamında bu kararlarını geliştirerek, ihtiyaca uygun hale getirebildi. Yoksa tam da o zamanlar siyasilerde ‘bu kadar sıkı önlem almak ayağımıza kurşun sıkmak anlamına gelir, hastalık yayılır ise o zaman önlem alalım’ yaklaşımı mevcuttu… Ama öyle yapsaydık, yerel bulaşımız olsun da sonra bakarız deseydik onların kontrolü çok sıkıntılı olacaktı. İyi ki onu öngörebilmişiz. Çünkü bizler sonuçta sağlık sistemimizin olanaklarını ve olanaksızlıklarını iyi bilen insanlar olarak öyle bir yayılımda yeterli yoğun bakım yatağımızın, yeterli hasta tedavi edecek yatağımızın, malzememizin, ilacımızın olmadığının farkında olan kişiler olarak ikinci aşamaymış gibi önlem alınması gerektiğine dair bir görüş iletmiştik. İlk alınan Bakanlar Kurulu kararında da bu öneriler ‘Tabipler Birliği’nin tavsiyeleri göz önünde bulundurularak alınmıştır’ denildi. O anlamda şanslı olduk.
Eğer biz boş yatağın olmadığı, yeterli yoğun bakım yatağının olmadığı hastanelerde ve ilaç olmadan yaygın bir hastalık yaşasaydık çok canımız yanabilirdi. Bizim en başta yapılan epidemiyolojik çalışmamızda; ‘hiçbir önlem alınmazsa, okullar tatil edilmezse, iş yerleri kapanmazsa hiçbir kural gelmezse 15 Nisan’a kadar 20 binin üzerinde vaka görülebileceği, eğer yeterli ve etkili önlemler alınırsa da en fazla 189 vakayla bitirebileceğimizi’ öngörülmüştü. Gerçekten de 108 vaka ile süreci tamamladık. Bir kısım sessiz vakayı da tespit etmediğimiz düşünülebilir ama sayı toplamda yüzlerle sınırlıdır bence.
YENiDÜZEN: Her taraf açılırsa ne olacak?
Özlem GÜRKUT: Sıfır vakayı hedeflemek güvenli görülse de gerçekçi olmaz. Bulaşma indeksinin 1’in altına düştüğü ülkelerle kontrollü bir açılmaya gidebilir, bu sürede sürekli olarak kendi poliklinik başvurularımızı monitörize ederek vaka sayısını gün gün takip edebiliriz. Açılma durumunda yeni vakalar görülmesi olasıdır, kaç vakaya bakabilecek kapasitemiz var? Yeterli malzeme ve ilaç stoğumuz var mı? Tanı amacıyla kullanmamız gerekecek yeterli test kitimiz var mı? Bunları bilirsek açabiliriz gibi geliyor bana ama kontrollü ve hastane kapasitelerini aşacak bir artış durumunda yeniden önlem almaya hazır olarak. Ama o zaman biz sokaklardayken şimdiki gibi maskeler atılmış, fiziki mesafe kuralı unutulmuş, 10 Mart öncesi yaşama dönerek, yaşamaya devam edemeyiz. O durumda dünyanın yaptığı gibi aslında bilimsel verilerin bize söylediği, telkin ettiği gibi maskemizi takıp, fiziki mesafeyi sağlayıp el hijyeni ve dezenfeksiyon kurallarına uyarak yaşamak zorundayız. Bu kısa bir süre değil. Çünkü toplumun yüzde 67’sinin hastalığı geçirip iyileşmesiyle veya bulunacak aşı ile bağışık hale gelmesiyle ancak bu hastalık tehlike olmaktan çıkacak. O rakamdan da çok çok uzaktayız. Henüz elimizde toplumu tarayarak ne kadarının bağışık olduğunu gösteren bir sonuç yok ama tespit edilen vakaların 3 katı 5 katı olsa bile yüzde 1’in altında olduğu tahmin edilebilir.
Salgının yaygın olarak yaşandığı ülkelerde bile oran en fazla yüzde 20’lerde . Arkası gelecek salgının. O yüzden “biz steril kalalım ve virüs taşıyanın ülkeye gelmemesini sağlayalım” demek güvenli ama nereye kadar? Aşı bulunana kadar. Acaba o bulunacak aşı biz aşılandıktan sonra ömür boyu koruyabilecek bağışıklığı sağlayacak mı? Bunu bilmiyoruz. Zaten hastalığı geçirenler de ömür boyu bağışık kalacaklar mı yoksa bir süre sonra virüsle yeniden karşılaşıp hasta olacaklar mı, onu da bilmiyoruz. Dünyada bu virüs tanımlanalı 5 ay oldu. O anlamda bir tecrübemiz yok.
Yaşadığımız süreçte hep birlikte öğreneceğiz. O yüzden tüm toplum için aşıyı beklemek ne kadar gerçekçi bilemiyorum. Diğer yandan risk grubu için aşıyı beklemek kesinlikle gerekir. Çünkü onların enfeksiyonu geçirmesi durumunda çok daha ağır bir tablo ile ve ölümle karşılaşması çok daha yüksek olasılık. Bu nedenle her dönemde risk grubu korunmalıdır. Bireyler sorumludur tamam ama esas sorumlu da devlettedir. Çünkü devlet mutlaka çalışan risk grubundaki kişilere farklı olanaklar yaratmalı, tedbirler almalıdır. Ya da yaşlı olduğu için risk altındakilerin evden çıkmamasını sağlamalıdır. Onların ihtiyaçlarını giderecek çözümler üretmelidir.
YENİDÜZEN: Sizce açılım ani mi oldu? Çok mu sokaktayız? Ani açılım sizce doğru muydu? Açılırken nerelerde hatalar yapıldı?
Özlem GÜRKUT: Çok riskli bir açılım gerçekleştirdik ama yaygın hastalık olmaması nedeniyle bu süreci sağ salim atlattık. Ama yöntemsel olarak kısıtlı bir grup insanı dışarıya çıkartıp bir 15-21 gün bekleyip duruma bakıp ikinci grup insanı açmak lazımdı. Peyder pey açmakla beraber, sokağa çıkma yasağını kaldırdığımız için aslında ülkede yaşayan 400-500 bin kişiyi 4 Mayıs itibarıyla sokağa çıkardık. Bu nedenle kademeli bir açılım yaptığımız söylenemez. Evet bir süre cafe, restorantlar kapalı kaldı ama biz hepimiz sokağa çıktık.
İlk açılımda yani 4 Mayıs’ta biz yurt dışından gelişlere nasıl bir prosedür uygulanacağına dair herhangi bir karar görememiştik, ikincisi de risk grubunu korumaya yönelik hiçbir önlem ve karar dile getirilmemişti.
O riskli grubun mutlaka korunması lazım. Bunların hangi kişiler olduğunun doğru tanımlanması lazım. Niye? Çünkü siz insanları yeni bir yaşama davet ettiniz, iş yerlerini açtınız, hem kamusal, hem sosyal yaşamı açtınız. O zaman bu sektörlere gelecek olan risk gruplarını nasıl koruyacağız? Bunları da nasıl tanımlayacağız? Tansiyonu, şekeri olan gelmesin demek çok doğru bir söylem değil. Çünkü hangi tansiyon hastası, hangi şeker hastası? Bunları ayrıntılarıyla tanımlamak gerekir.
Süreç boyunca olduğu gibi organizasyon ve tanımlama eksikliğimiz, veri oluşturma, karar üretme ve netleşme anlamında halen var.
“Yol haritamız yok”
YENiDÜZEN: Pandemi hastanesi hem yılan hikayesine döndü hem de onunla ilgili alınan kararlar yap boz tahtasına benzedi. Siz süreci nasıl yorumluyorsunuz?
Özlem GÜRKUT: Pandemi hastanesi tartışmaları halen devam ediyor. Yılan hikayesine dönen bir konu olarak halen karşımızda… Yap boz tahtasına dönen bir konu ama aslında çok önemli bir konu. Ne olacak?
Süreç içerisinde birçok karar alındı. Bazı kararlarda da hatalar oldu. Ama şimdi 2’nci dalga yaşanırsa hastalarımızı nerede tedavi edeceğimize dair yine bir karar yoktur. Bir yol haritası çizilmiş değildir. ‘3 aylık bir dönem geçirdik, bir tatbikat yaşadık, tecrübe edindik’ gibi bir şey yok. Oluşmuş kararlarımız yok. Yeni bir pandemi hastanesi yapmadığımız gibi mevcut yatak sayımızı da artıramadık. Kaç yatak sayımız varsaydı 1 Mart itibarıyla şu anda da o kadar yatağımız var. Mağusa Devlet Hastanesi’ne bir PCR laboratuvarı açmış olduk. Bir de toplam 65 solunum cihazı varken cihaz alımı ve bağışlarıyla yeni solunum cihazlarımız oldu ama bunlar depoya koyuldu. İhtiyaç olursa kullanılacak. COVİD 19’un ikinci dalga olasılığında bu hastaları nerede tedavi edeceğimizi bilmiyoruz, onları yatıracağımız ek yatağımız yok. Yine biz kalp hastalarına, şeker hastalarına, kanser hastalarına “siz hastaneye gelmeyin, evinizde oturun biz COVİD tedavi ediyoruz” mu diyeceğiz?
Sayın Sağlık Bakanı ve Başbakan, “170- 180 yatak var, covid için ayrılan” dedi ama o öyle değil. Diğer hastaların yatakları bu işe kaydırıldı. Covid 19 öngörüldüğü gibi 3-5 yıl sürecekse o zaman biz diğer hastalarımıza ‘evde bekleyin’ deme lüksüne sahip değiliz. Mutlaka sağlık kapasitemizi her anlamda artırmamız gerekir.
Son dakika toplantılarıyla değil yol haritamız belirlenmiş olarak yol almalıyız. Gece saat 1’lere 2’lere kadar toplantılar vs ile o heyecan ve stres içinde doğru kararlar almak mümkün olmuyor. Ki bu süreçte bunun örneklerini çok yaşadık.
“Risk haritası hazır edilmeli”
KTTB Başkanı Özlem Gürkut “Verilerimizi oluşturmalıyız. Zaten normalde de en ciddi sorunlarımızdan biri verilerimizin olmayışıdır” dedi. Gürkut, “Öyle bir hale geldik ki DPÖ’nün açıkladığı nüfus verilerine bile inanmıyoruz. Önümüzü görmeden el yordamıyla yürümeye çalışıyoruz. Ama salgın için plan yapacaksanız, şimdi ülke ve toplumun risk haritasını mahalle mahalle, köy köy hazır etmeniz ve nerede kaç riskli kişi yaşıyor bilmeniz gerekiyordu” vurgusunda bulundu.
YENİDÜZEN: Güneyle ne kadar işbirliği yapıldı? Bizim herhangi bir rapor sunmadığımız da açıklandı. Bundan sonrası için düşünceleriniz nelerdir?
Özlem GÜRKUT: Kendi ülke raporumuzun mutlaka ve mutlaka hazırlanması gerekir. Verilerimizi oluşturmalıyız. Zaten normalde de en ciddi sorunlarımızdan biri verilerimizin olmayışıdır. Öyle bir hale geldik ki DPÖ’nün açıkladığı nüfus verilerine bile inanmıyoruz. Önümüzü görmeden el yordamıyla yürümeye çalışıyoruz. Ama salgın için plan yapacaksanız, şimdi risk haritasını hazır etmeniz gerekiyordu. 45 gündür vaka görülmeyen dönemde bu verileri oluşturmak için çalışmalıyız.
Ama bu veriler yok, olmayınca güneyle de paylaşılamıyor. Sağlık Bakanlığı çalışıldığını ve sunacaklarını açıkladı. Umarım ki olur. Kaldı ki dünya çapında birçok kuruluş da takip ve veri oluşturmaya yarayan bu tür yazılımlarını birçok ülke ile paylaştı. O yüzden İki Toplumlu Sağlık Komitesi’ne verilsin tabi ki ama ne olduğunu, ne olacağını öngörebilmemiz için de Sağlık Bakanlığının bu verileri oluşturması lazımdır. Ya da bilgileri bizlerle paylaşmalı ve bizlerin veri oluşturma şansımız olmalıdır.
Güney ile direk bir temasımız olmadı. Kıbrıs Tabipler Birliğine cevapsız kalan bir çağrımız oldu. Ama bir adada yaşıyoruz ve bu bir salgın. Sınırı kapayınca tamamdır diyemiyorsunuz. Bu anlamda da Güney ile nasıl işbirliği yapılacağını, nasıl korunacağımızı konuşmak gerekiyor.
YENiDÜZEN: TC’den kaynak aktarılıyor. Sağlık bütçeleri de her zaman yetersiz kalıyor. Bu dönem ne bekliyorsunuz?
Özlem GÜRKUT: Umarım bu kaynak sadece maaş ödemeye gitmez. Çünkü yatırıma dönüştürmezsek her zaman birilerinin para vermesini bekleyeceğiz. Kendi kaynaklarımızı doğru kullanmayı öğrenmeliyiz. Devlet hastanesinde yaşanan yangında da devamında yaşadığımız bu salgın sürecinde de toplumumuzun, bireylerin, kurumların, örgütlerin hepsinin aslında doğru yerde kullanılacağını gördükleri takdirde katkıda bulunmaya, ihtiyacı karşılamaya gönüllü olduklarını gördük. Bu dönemde de birçok kesimden Sağlık Bakanlığı’na katkıda bulunuldu. Covid için bizim oluşturduğumuz fonda çok kısa bir süre içerisinde 1 milyon TL’ye yakın para toplandı. Şeffaf olarak da kimin ne kadar yardımda bulunduğunu açıkladık. PCR testleri ve malzeme alımları gerçekleştirdik. Sağlık Bakanlığı’nın fonlarında da para birikti. Demek istiyorum ki sağlıktaki ihtiyaçlarımızı doğru bir şekilde kullanacağımıza insanlarımızı ikna etmiş olsak katkıda bulunmaya hazırdırlar. Ama devlet olarak müsrifiz. Ekonomik zorluklar yaşıyoruz. Tasarruf edebileceğimiz noktalara bakmalıyız. Harcanan paranın bu ülkenin insanlarının olduğunu unutmamalıyız.
YENİDÜZEN: Sağlıktaki sevklere harcanan para her zaman gündeme getirildi. Bu dönemde ne kadar sevk yapıldı? Bunun maliyeti ne oldu? Ne olması gerekirdi?
Özlem GÜRKUT: Çok güzel bir noktaya değindiniz. Mesela COVİD 19 tanısı koymak için sadece testler yeterli olmuyor. Hastalara başka testler ve görüntülemeler örneğin tomografi çekmek gerekir. Bir tomografi cihazına ciddi ihtiyaç vardı. Bir kanser hastasına da bir COVİD hastasına da aynı cihazda çekim yaptığınızda bulaş riski vardır. Biz o dönemde ne yaptık? Sağlık Bakanlığı, Onkoloji Merkezindeki radyasyon onkolojisinin ışın tedavisi verilecek hastalara planlama yaptığı tomografiyi en azından kanser hastaları için kullanıma açtı. Bunun yerine yeni bir düşük dozlu çekim özelliği de olan tomografi cihazı alabilirdi. Ayaktan tanı merkezine bunu kurabilirlerdi. COVİD 19 şüpheli veya tanılı hastalar o cihaza alınabilirdi. Böylece rutinde kullandığımız tomografi, COVİD dışı hastalara kalabilirdi.
Ancak biz radyasyon onkolojisinin cihazını kullandık ve planlama tomografisinin tüpü bitti. Uçuşlar da yok. Tüp de doldurulamıyor. Çalışmaz hale geldi. Şimdi biz 10 liralık tüpümüzü yenileyemediğimiz için bin liralık hasta sevki yapmak zorunda kaldık. Ne oldu? Bir tomografi alıp kursaydık daha ucuza gelecekti. Aynı şey oldu. Sağlık Bakanı’nın elinde en azından fonda ciddi miktarda para var. Neredeyse bir hastane yapacak kadar para var ve biz bir tomografi almadık. UNDP mi AB mi alsın, kurumlardan mı isteyelim bunu derken radyasyon onkolojisinin cihazını kullanarak geçirdik süreci. Hiçbir şeyimizin yedeği de olmadığı gibi onun da tüpü bitti. Şimdi bekliyoruz uçuşlar açılsın da, teknik eleman karantinasız gelsin de tamir etsin. Demek ki 1 Temmuz’a kadar bütün acil ışın vakalarını sevk etmeye devam edeceğiz. Niye bakanlık 3 aydır bir tomografi cihazı almadı? Bu cihazın alınıp kurulması 1 aylık bir süreç oysa. 3 defa şimdiye kadar kurabilirdik.
Bu ülkede akciğer kanserinin, tedavisi için kullanılan ilaçlar, ilaç bütçesinin önemli kısmını oluşturmaktadır. Çünkü akciğer kanserinde kullandığımız ilaçlar çok çok pahalıdır. Bu tomografilerle akciğer taramaları da yapılabilir. Böyle bir cihazımız olursa COVİD geçtikten sonra bile bu çok çok işimize yarayacak. Biz akciğer kanseri için tarama yaparsak Sağlık Bakanlığı da çok yararlı bir iş yapmış olacak.
Ama halen daha bu konuda bir girişim de görmüyorum. Yazık. Yıllarca yoğun bakımda ‘yatağımız yok’ diye hasta sevkleri yaptık. Her sene sevklere verilen paralarla yeni bir hastane parası ödemeye devam ettik.
2016’da açtığımız Onkoloji Merkezi 19 milyon TL’ye bitmişken aynı dönemde özel bir hastane 70 milyon TL sevk parası ödemiştik.
Bu kadar ciddi bir sağlık sorunu, bir pandemi yaşanırken bu fondaki 40 milyon TL kullanılmayacaksa ne zaman kullanılacak? Fon zaten ülke insanının yasal zorunlukla verdiği bağıştır. Yola çıksa, 40 milyon yetmese, bu toplum yine birlik olur açığımızı kapatır.
Bu toplum bu ülkede olup biteni umursadığını göstermiştir. Yangın günü bunu çok duygulanarak görmüştüm. Herkes bize neye ihtiyacımız olduğunu sormuş, ‘su’ deyince binlerce su gelmişti. Biz halen daha Akdenizliyiz, Kıbrıslıyız. Ne kadar yakınsak da toplum değişti diye gördük ki birbirimizi umursuyoruz. İnsanların duyarlı olduğunu tekrar tekrar gördük.
YENiDÜZEN: Okullar kapandı ancak Eylül’e salgına karşı hazır olması mümkün mü sizce?
Özlem GÜKUT: Eğitimci değilim ama sağlık uzmanı olarak 3 kuralın okullarda da sağlanması gerektiğini söyleyebilirim. Yani mesafe, maske ve dezenfeksiyon ile el hijyeni… Eğitim Bakanı’mıza da söyledim; ‘Eğer eskiden sınıfı, yerleri silip çıkıyorsaydı temizlik çalışanı şimdi her yeri silip dezenfekte etmesi gerekiyor. Buna yönelik yeterli temizlik malzememiz ve bunları uygulayacak yeterli personelimiz var mı? Buna hazır mıyız? ‘
Eylül’e kadar iki katı sınıf yapamayacağımıza göre belki biraz öğretim yılı süresi uzatılarak, bir de sabahçı, öğlenci gibi ikili programa geçilerek çare üretilebilir… Onları eğitimciler planlayacaktır ama bu yılları hepimiz olağanüstü şartlarda geçireceğiz. O nedenle mümkün olduğunca uzaktan eğitimin de yasal ve altyapı hazırlıklarını sağlamalıyız.
“Denetim şart”
Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği Başkanı Dr. Özlem Gürkut, “Uçuşları açarsak ve denetim koymazsak illaki virüs bu ülkeye gelir” diyerek, “Çünkü dünyada virüs bitmedi, bitmeyecek, yine olacak. Yine olduğunda da şanslıysak bizden önce bir yerlerde olur biz de önlem alırız” diye konuştu.
YENiDÜZEN: Dışarıdan turist almaya 1 Temmuz itibarı ile başlanılacağı açıklandı. Ama endişe hakim… Bir yandan sağlık bir yandan ekonomik… Ne yapacağız?
Özlem GÜRKUT: Uçuşları açarsak ve denetim koymazsak illaki virüs bu ülkeye gelir. Çünkü dünyada virüs bitmedi, bitmeyecek, yine olacak. Yine olduğunda da şanslıysak bizden önce bir yerlerde olur biz de önlem alırız. Ama bize de gelebilir, bizden de başlayabilir. Hem prosedür olarak ne yapacağımızı şuan için doğru belirlemeliyiz, hem de dünyada durum değiştikçe, yolcu alacağımız ülkelerde durum değiştikçe revize etmeliyiz. Ama esas olan zaten bu açılma süresi boyunca karşımızdaki kişi virüs taşıyormuş gibi kendimizden toplumu, toplumdan kendimizi korumak için bireysel önlemleri alarak yaşamalıyız. Bu bireysel önlemleri alırsak sosyal ve kamusal yaşamda bu önlemlerle yaşamayı öğrenirsek zaten bireyler olarak yapabileceğimizin maksimumunu yapmış oluruz.
Pandemi karşısında tüm yetkililer, tüm toplum bir olmalıdır. Bu hastalıkla mücadele etmeliyiz. Bunu başarmazsak bu hastalık bir yerden bizi de vurur. Bizler gördüğümüz hataların düzeltilmesi anlamında bazı eleştiriler dile getirmişsek ülkemiz için daha doğru adımlar atılsın diyedir. Yoksa kimseyi yermek, kuru muhalefet yapmak için değildir.
Bu anlamda tüm sağlık örgütlerini de tebrik ediyorum. Bu dönemde hükümette görmediğimiz koordinasyonu örgütler göstermiştir. Ciddi bir görev tanımı ve paylaşımı yapılmıştır ve belki de başarıda bunun da çok büyük bir payı vardır. Ama bizler de Tabipler Birliği olarak süreç boyunca en az yetkililerimiz kadar sorumluluk hissettik. Elimizden gelenin en iyisini yapmaya çalıştık, halen daha bu sorumluluğu hissediyoruz. Çalışmaya ara vermeden devam ediyoruz.