*** Bir Kıbrıslırum “kayıp” şahsa ait gözlükleri 40 yıl sonra eşine iade ettik…
Güneşli bir gün bugün ve hepimiz yapacağımız şey nedeniyle heyecanlıyız… Son birkaç haftadan beridir bu görüşme için hazırlanıyoruz ve hepimiz de her şeyin yolunda gitmesini umuyoruz… Çünkü kalbimizin derinliklerinde biliyoruz ki bu oldukça duygusal bir gün olacak… Bugün Cumartesi, 1 Şubat 2014…
Bir Kıbrıslıtürk arkadaşımız, Mesarya’dan “kayıplar”ın öykülerini kaleme alan bir arkadaşımız, kadın doğum hekimliği yapmakta olduğu Ankara’dan bugün Kıbrıs’a geliyor, sırf bu amaç için… Okurlarım Dr. Derviş Özer’in dokunaklı öykülerini bu sayfada yayımladığımızı hatırlayacaktır – Dr. Derviş Özer, 1974’te henüz on yaşında bir çocuktu, savaşın şokunu ve travmalarını yaşamak zorunda kaldığı zaman henüz küçük bir çocuktu… Abohor’dan göçmen olup başka bir köye gittiklerinde, sığındıkları evin üstüne bomba düşmüştü ve bunun sonucunda annesi bir elinin bazı parmaklarını kaybetmişti. Küçük Derviş daha o gün, henüz on yaşında bir çocukken, annesine yardım edebilmek için doktor olmaya karar vermişti… Annesine verdiği bu sözü tutacak ve gerçekten de on yaşındaki bu küçük Abohorlu büyüyüp doktor olacaktı… Annesi Maraş’da, Dr. Hacıgagu’ya gönderilmişti o savaş günlerinde ve Dr. Hacıgagu ona o kadar iyi bakacaktı ki Derviş’in annesi bu doktora sonsuza dek müteşekkir kalacaktı… Derviş’i, Dr. Hacıgagu’nun kızlarından birisiyle temasa geçirmiştim çünkü Derviş, Dr. Hacıgagu’nun bir heykelini yapmak istiyordu – annesine çok iyi bakan, onu iyileştiren bu doktorun heykelini bir dostluk sembolü olarak Yeşil Hat üzerine bir yere yerleştirmeyi planlıyor, böylece her iki toplum da savaş sırasında dostluk öykülerini öğrenebilsin diye… Derviş aynı zamanda efsanevi “Anemo Hoca”nın da bir heykelini yapmak istiyor ve iki heykeli yan yana yerleştirmek istiyor Yeşil Hat’ta… Çünkü aslen Görneçli (Kornokipos) olan “Anemo Hoca” yani “Rüzgar Hoca”, savaş sırasında pek çok Kıbrıslırum’un hayatını kurtarmıştı… Ahmet Musa yani “Anemo Hoca” hayatta değil ama Dr. Derviş Özer onun heykelini yaptığında, bir yerde ölümsüzleşecek…
Aslında her şey küçük Derviş’in tanıklıklarına, yetişkinlerden kahvelerde kendi aralarında konuşurken duyduğu hikayelerle başlıyor – küçük Derviş büyüdükçe bu öykülerin izlerini sürüyor, detayları soruyor, araştırma yapıyor, gidiyor ve başkalarıyla da konuşarak Abohor’da ve tüm Mesarya’da neler yaşanmış olduğunu öğreniyor…
Bir gün beni arıyor ve buluşuyoruz – bölgeden bildiklerini benimle paylaşıyor… Telefonda konuşmaya devam ediyoruz ya da Kıbrıs’a kısacık ziyaretlerinde buluşup konuşuyoruz… Dr. Derviş Özer ve ailesi benim bu bölgede neler yaşanmış olduğunu anlamama yardımcı oluyor… Bana bazı olası gömü yerleri de gösteriyorlar ve bunların öykülerini anlatıyorlar… Derviş Özer’e bunları çocukluğundan öyküler olarak yazmasını öneriyorum ve bunları bu sayfalarda yayımlamaya başlıyoruz, Dr. Derviş Özer çok mutlu oluyor ve bu da onun daha fazla öykü yazmasına teşvik oluyor. Bu öykülerin bir kısmını çeviriyorum ve Abohor’dan 10 yaşındaki bu çocuğun, savaş travmalarını yaşamış bu çocuğun öykülerini POLİTİS gazetesinde de yayımlıyoruz… Biliyorum ki o yazdıkça, bu travmaların zehiri bir yerde sözcüklerle akıp gidecek ve kendini daha iyi hissedecek. Sonuçta ona artık öykülerini bir kitaba dönüştürmek gerektiğini söylüyorum ve geçtiğimiz aylarda Khora Yayınları arasından “Ona Selam Söyle” başlıklı “kayıplar”la ve savaşla ilgili öykü kitabı yayımlanıyor… Bunlar o kadar insancıl biçimde kaleme alınmış öyküler ki…
Bu öyküler arasında bir de “gözlük” hikayesi var – Derviş bunu küçük bir çocukken duymuş ve araştırmış, “gözlük”lerin peşini bırakmamış…
1974 yılında top sakallı bir Kıbrıslırum Abohor’a giderek Birleşmiş Milletler askerlerinin bulunduğu bir eve sığınmış – bu evde iki ya da üç Birleşmiş Milletler askeri varmış – evin duvarında “U.N.” yazıyormuş yani “United Nations” yani “Birleşmiş Milletler…
20 Temmuz 1974 tarihinde Kıbrıslırum askerlerin saldırısına maruz kalan Abohor (Ebicho – Cihangir) köyün Kıbrıslıtürkler tarafından boşaltılmasına neden olmuş. Abohorlular köyden kaçmışlar ve ancak 14 Ağustos 1974 akşamı köye dönmüşler. Köyün içerisinde Birleşmiş Milletler askerlerine sığınmış olan bir veya iki asker bulunduğunu duymuşlar ve gidip BM binasını sarmışlar, BM’nin bu bir ya da iki Kıbrıslırum’u kendilerine vermelerini talep etmişler…
Burada epeyi bir itiş kakış olurken, bir Kıbrıslıtürk şöförün sürmekte olduğu bir cip içerisinde bazı Türk askerleri buraya gelip ne yaptıklarını sormuş – sonra da Türk subaylarından birisi kapıyı tekmeleyerek top sakallı, gözlüklü Kıbrıslırum askeri Birleşmiş Milletler askerlerinin elinden almış. Birisi bu gözlüklü, top sakallı Kıbrıslırum’un yüzüne bir yumruk atınca gözlükleri yere düşmüş… Cipteki askerler onu alıp gitmişler, geride bir tek gözlükleri kalmış… Devam edecek