Ertan İnce
Bugün, belki de dünyanın parmakla gösterilen turizm bölgesi olabilecek bir Mağusa - Maraş, 48 yıldır, ne acıdır ki bir canlı ile bir cesedin birarada yaşadığı bir konumda bugünlere geldi.. Düşünebilirmisiniz; 1974 yılındaki turizm yatırımı olarak yapılan yapılardaki yatak kapasitesi, o yıllarda tüm Türkiyedeki yatak kapasitesi sayısından fazla idi..Ve bu gelişme hızla devam ediyordu... Salaminia Tower Hotel de, 1974 öncesinde, şimdiki Palm Beach otel olarak bilinen ve Maraşın en eski otellerinden olan Constantia Hotel'in hemen yakınında açılmıştı... 48 yıldır, yarım kalmış haliyle Maraş denilen bu cesedin neredeyse sembol anıtı konumunda bugüne geldi... Çünkü bu otel, yıkımın en yakından görünen tanığıydı. Gerçi tel boylarından geçerken, Maraşın hazin manzaralarını görmek mümkünse de, bu otel tüm heybeti ve yarım kalmış haliyle karşımızda dimdik bir anıt gibi duruyor...
Geçtiğimiz yıllarda sözde "Maraş Açılımı" adı altında, birkaç cadde açılınca insanların da bu cesedi daha yakından görme olanağı doğdu. Ben de, az çok hatıralarımın bulunduğu buralarda, empati yaparak, acı ve utanç duyarak, yolda karşılaştığım bazı Maraşlıların önünde başımı öne eğerek dolandım... Bu insanlar 3-5 gün sonra nasıl olmasa geri döneceğiz umuduyla, acele ile evlerini terketmişler ve 48 yıldır evim, yolum, sokağım, ağacım diye diye bu diyardan göçmüşler ve göçmeye de devam ediyorlar... Yıllarca insanların acıları, umutları, özlemleri politikanın ve politikacıların mezesi olmuş ve bunları duyup dinleyerek ömürlerinden bir 48 yıl daha gitmiştir... Hele bir de, bazıları "Hüzün turizmi" yapıyoruz diye bir saçmalıktan bahsetmesin mi?
Bugün oldu bu ceset ne defnedildi, ne de sahibine iade edildi ve hala orada duruyor... Yarısı kalmış, yarısı yok olmuş SALAMİNİA TOWER HOTEL de, bu utancın bir anıtı gibi gözlerimizin önünde durmaya devam ediyor... Ben de 48 yıldır bu otele her baktığımda, onu her gördüğümde o anlar; hızlı bir film şeridi gibi gözlerimin önünden kayıp gitmeye devam ediyor...
22 Temmuz 1974... Çok zor ve sıkıntılı geçen 2 günün ardından, sabahın ilerleyen saatlerinde, takımımızın konuşlandığı suriçi Yenikapı bölgesinde, İrfan Çocuk yurdunun karşısındaki büyük kemerli mahzene gelen takım komutanımız Altan Harmani, gelen emir üzerine, makineli tüfek nişancısı Hüseyin abi (nam-ı diğer Hüseyin D....k) ve yardımcısı olan bana: "Hemen Bayram ağayı alın, doğru MTG'nin soyunma odasının üstüne çıkın... Gerek duyduğunuz müddetçe Pilot kulesini ateş altına alacaksınız" dedi.
Biz hemen toparlanıp mermi kasalarını, silahlarımızı, takım taklavatı toplayıp, Canbulat Stadı’nın içinden koşarak o yıllarda MTG'nin soyunma odası olarak kullanılan yerin üzerindeki küçük burca çıktık. Orası, Canbulat stadının tam orta çizgisinin dengindeki burçtu... "Bayram ağa" dediğimiz de; 1964 yılının Şubat ayında Mağusa limanına bir gemi geliyor, sözde faşist Sampson’un sahibi olduğu "MAHİ" gazetesinin matbaa parçaları adı altında silahlar indirilirken bir anda kasalar, şoförü rahmetli Sadi abi (Sadi Kısaer) olan traktörün trollisinin üstüne devriliyor... Silahlar etrafa saçılınca, Sadi abi gaza basıp trollinin üstündeki kasalarla birlikte Mağusa suriçine giriyor... Bayram ağa dediğimiz makineli silah da bunlar içinde bulunuyordu... Belki silahın markası da pek anlaşılmadığından ve o gün de arife olduğundan dolayı adın Bayram ağa dendi... Mekanizmasında 1941 yazan ve İkinci Dünya Savaşı’ndan kalma Alman patentli bu silah yandan şarjörlü olup, gerçek markası da MG13 diye geçiyor...
Biz MTG soyunma odası üzerindeki burca çıkınca, oranın müdavimleri rahmetli Ayhan Kadirağa (Sütcü Ayhan) ve Dermuş abi (Postacı Durmuş) her zaman olduğu gibi oradaydılar... Başka bir arkadaş Salih Özkayalar (Dörtbuçuk) da oradaydı... Eski ve yeni limanın tam ortasında bulunan Pilot kulesi dediğimiz yer, limanı iki taraflı kontrol eden ve kısmen de olsa Mağusa suriçinin kuzey bölümlerini gözetleyebilecek konumdaydı. Bu kısımlara düşen havan mermilerini genel olarak gözetleme olanağı vardı. Etrafı camla kaplı olduğundan, neredeyse bütün camları mermilerden yok olmuştu. Sadece bir kez, dürbünle bakan bir asker dışında, çatışma boyunca orada başka bir canlı varlık görmedik... Bu arada sürekli olarak Mağusa suriçine düşen havan mermilerinin, çıkan dumandan, nereye düştüğünü tahmin etmeye çalışıyorduk... Saat 12.00 sularında gökyüzünde bir uçak belirdi. Mağusa’nın kuzey kısmından ve yüksekce sayılabilen bir irtifada seyrediyordu... Uçak Karakol tarafından gelip, tam tepemizde, yönü Maraş’a dönük olarak hemen hemen havada durur vaziyette çok yavaş hareket ederken, derinden bir tarama sesi duyduk... Hemen akabinde uçak hareketlenip körfeze yöneldi... Üstünden bir 10-15 saniye geçmişti ki şangır şungur sesler duymaya başladık... Başımızı hemen çevirip stada bakınca, tam da Canbulat stadının santra yuvarlağının içine, uçaktan düşen boş kovanları gördük... Uçak turu atıp, aynı yönden aynı noktaya tepemize geldi... Hepimiz başımızı gökyüzüne dikmiş, ne olacak diye izliyoruz... Bir anda kanatlarından dumanlar savruldu... Hemen başımızı Maraş yönüne çevirince Salaminia Tower Otel'in oralarda, sütun şeklinde ve otelin 2-3 kat yüksekliğinde bir toz bulutu gördük... Olduğumuz mesafe tabii ki uzak da olduğundan önceleri nerenin isabet aldığını anlamaya çalıştık... Az sonra bıçak gibi ortadan ayrılan otelin farkına vardık... Otelin yarısı tam da dilatasyon yerinden itibaren yok olmuştu. (Dilatasyon, inşaatlarda belli uzunluktaki binaların, genileşme ve büzülmeye karşı deforme olmalarını önlemek için bırakılan 3-5 cm.’lik boşluklardır.) Uçak, denize taraf yönelip kuzeye doğru gözden kayboldu...
Ben hemen aşağıya koşturup, doğru santra yuvarlağının içindeki, uçaktan düşen boş kovanlardan birkaç tane toplayıp geldim. Oradaki arkadaşlara da birer tane verdim... Cebimden kalemi çıkararak tarihi ve o anki saati 12.7 mm.’lik boş kovanın üzerine yazdım... Bu boş kovanı suriçindeki evimizin salonunda bir savaş hatırası olarak, biblo olarak uzun yıllar tuttum... Arada üzerindeki yazıyı da tazeledim... Daha sonraları alıp komodinin çekmecesine koydum... 2009 yılında babam da vefat edince, evde toparlama yaparken, o boş kovanı çok aradım ama bir türlü bulamadım... Fakat üstüne yazdığım yazıyı da hiç unutmadım...
22 Temmuz 1974
Saat: 12.20...”