Ödül Aşık ÜLKER
2020 Cumhurbaşkanlığı seçimi için adaylığını ilk açıklayan isim Tufan Erhürman, YENİDÜZEN’e konuştu, “Önümüzdeki 5 yılın bir tür seferberlik dönemi olması gerekir” dedi.
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, Cumhurbaşkanlığı makamının Kıbrıs sorununu bir an önce kapsamlı çözüme ulaştırma görevi yanında eş zamanlı olarak güven yaratıcı önlemler, tek yanlı hamleler ve kendi ayakları üzerinde duran ekonomi, demokrasi konularında da çalışması gereğinin önemine vurgu yaptı.
Erhürman, “Bu iş bir kadro meselesidir. O geniş kadronun Cumhurbaşkanlığı’nda faaliyette olması gerekir” diye konuştu.
Cumhurbaşkanlığı adaylığının ilanından sonra yazılı basında ilk röportajını Yenidüzen’e veren Erhürman, şunları söyledi:
“Zaman kaybetmeye devam ettiğimiz müddetçe nesil de kaybetmeye devam ederiz. Geleceği öngörememe, planlayamama sorunu bize hem zaman, hem de nesil kaybettiriyor. O yüzden öngörülebilir koşulları yaratmak yükümlülüğü altındayız. Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makamın bu süreçlerin dışında kalması düşünülemez. Bu, Kıbrıs Türk halkının topluca ortaya koyacağı seferberliktir.”
“Kıbrıs’ı bir an önce kapsamlı çözüme ulaştırma görevi çok ağırlıklı bir görevdir ama o görev devam ederken güven yaratıcı önlemler ve tek yanlı hamleler için çalışan ekipler de olmalıdır. Bu iş bir kadro meselesidir.”
- Soru: CTP’nin üç ayaklı vizyonunda Cumhurbaşkanı’nın rolü nedir?
- Erhürman: Üç ayaklı vizyonun aslında her üç ayağında da Cumhurbaşkanı’nın çok önemli bir rolü, misyonu olduğu kanaatini taşıyoruz. Birinci ayak, Kıbrıs sorununun bir an önce çözümü, ki müzakerecilik bugüne kadar Cumhurbaşkanlığı makamının en önemli misyonu olarak görüldü. Dolayısıyla Kıbrıs sorununun bir an önce çözümü meselesinde elbette Cumhurbaşkanlığı en önemli makam olarak ortaya çıkıyor.
İkinci ayak, Kıbrıs sorununda bir an önce kapsamlı çözüme ulaşamadığımız koşullarda gerek güven yaratıcı önlemlerle, gerekse tek yanlı hamlelerle bizi adım adım çözüme yaklaştıracak, Kıbrıs Türk halkını uluslararası hukukla ve uluslararası toplumla adım adım buluşturacak hamleleri yapma meselesi. Bu da bugüne kadar zaten hep Cumhurbaşkanlığı’nın yetki alanı içerisinde değerlendirildi. TMK’nın kurulması bunlardan biriydi. TMK’yı kuran yasayı elbette meclis çıkardı ama bu konuda uluslararası kuruluşlarla ilişki kuran, yasa taslağını hazırlatma konusunda görev üstlenen hep Cumhurbaşkanlığı oldu.
Cumhurbaşkanlığı makamının içe dönük bir yüzü de var. Turizm, yüksek öğretim veya sporcularımızın uluslararası spor müsabakalarına katılması; kültürümüzü, kimliğimizi, varlığımızı dış dünyayla buluşturabilme gibi konularda Cumhurbaşkanlığı’nın önemli işlevi var çünkü dışa açılan tek siyasi penceremizdir.”
“Cumhurbaşkanlığı makamı bizim dışa açılan tek siyasi penceremiz”
Üçüncü ayak, kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomi, demokrasi ve Kıbrıs Türk halkının kendi kendini, kendi kurumlarının ürettiği kararlar aracılığıyla yönetmesi meselesi... Bugüne kadar bu konuda Cumhurbaşkanlığı makamının çok yetkisi yok gibi değerlendirildi veya müzakerelerin çok yoğun yaşandığı dönemlerde bu işlere çok fazla vakit ayrılamadı. Ama Anayasa’nın genel mantığına baktığımızda aslında burada da Cumhurbaşkanı’na ciddi görevler düştüğünü görürsünüz. Turizm, yüksek öğretim veya sporcularımızın uluslararası spor müsabakalarına katılması, bizim oralarda varlığımızı ortaya koyabilmemiz gibi, kültür sanat faaliyetleri aracılığıyla kendi kültürümüzü, kimliğimizi, varlığımızı dış dünyayla buluşturabilme gibi konularda Cumhurbaşkanlığı makamının çok önemli işlevi var çünkü Cumhurbaşkanlığı makamı bizim dışa açılan tek siyasi penceremizdir. Elbette Dışişleri Bakanlığı’nın İslam Konferansı Örgütü’nde veya başka noktalarda zaman zaman bir takım temasları söz konusu olabilir ama Cumhurbaşkanlığı makamı bizim açımızdan bu konuda çok avantajlı bir makam çünkü BM şemsiyesi altında toplum lideri olarak kabul ediliyor. Dolayısıyla bu konularda dış dünya ile arzu ettiğimiz ölçüde temas kurma şansı olan tek makamımız aslında Cumhurbaşkanlığı makamıdır.
“Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı sembolik bir kurum olarak düzenlenmiş değil”
Cumhurbaşkanlığı makamının içe dönük bir yüzü de var çünkü Anayasa’da Cumhurbaşkanlığı sembolik bir kurum olarak düzenlenmiş değil. Anayasamız klasik parlamenter rejim anayasası değil. Literatürde de, eğer Cumhurbaşkanı doğrudan halk tarafından seçilirse sadece bu bile yarı başkanlığa doğru çok açık bir kaymayı gösterir denilir. Bizde zaten Cumhurbaşkanı halk tarafından seçiliyor, bu yarı başkanlığa doğru bir kaymadır. Uluslararası alanda toplum lideri konumu itibarıyla ortaya çıkan statüsü onu daha da güçlendirir. Anayasada da “yürütme yetki ve görevi Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından kullanılır” diyor. Anayasa Cumhurbaşkanı’na ihtiyaç duyulduğunda bakanlar kuruluna başkanlık etme yetkisi de veriyor. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı özellikle orta ve uzun vadeli projelerin gerektiği konularda bu yetkilerini kullanarak konulara müdahil olabilir ve olmalıdır da. Çünkü ülkede siyasi istikrar sorunu var, hükümetlerin ömrü uzun sürmüyor, bu da uzun vadeli projelerin yapılamaması, yapılırsa da hayata geçirilememesi sonucunu doğuruyor. Ama Cumhurbaşkanlığı makamının istikrarlı 5 yıllık görev süresi var. Bu sürede orta ve uzun vadeli plan ve projelerin yapılmasına Cumhurbaşkanı’nın ciddi şekilde müdahil olması ve öncülük etmesi gerekir. Hiçbir hükümetin Cumhurbaşkanı’na “yürütmede siz yoksunuz” deme yetkisi yoktur.
Bu üç ayağın üçünü de bir arada, eş zamanlı yürütmek çok önemlidir. Hem içeride, hem dışarıda çok fazla zaman kaybettik. Ne içeride, ne dışarıda kaybedecek zamanımız var. O nedenle bunların eş zamanlı yürütülmesi şarttır.
“Yapılabilecek çok fazla iş var”
Kıbrıs sorununu bir an önce kapsamlı çözüme ulaştırma görevi çok ağırlıklı bir görevdir ama o görev devam ederken Cumhurbaşkanlığı’nda güven yaratıcı önlemleri ve tek yanlı hamleleri çalışan ekipler de olmalı, ayrıca kendi ayakları üzerinde duran ekonomi konusunda hem içeride hem dışarda görüşmelere katkıda bulunacak ekipler de olmalı. Bu iş bir kadro meselesidir. O geniş kadronun Cumhurbaşkanlığı’nda faaliyette olması gerekir. Ayrıca diğer kuruluşlarımız, sivil toplum örgütlerimiz ve üniversitelerimiz aracılığıyla, Cumhurbaşkanlığı’nın koordinasyonunda, sürekli diplomasi ve lobi çabasının ortaya konması gerekir. Dolayısıyla yapılabilecek çok fazla iş var. Bunu “bugüne kadarki Cumhurbaşkanları yaptıydı, yapmadıydı” üzerinden eleştiri olarak konuşmuyorum. Bundan sonra ne yapılması gerektiğini anlatmak için konuşuyorum. Çünkü ancak böyle bir vizyon bizi gerçekten bugün içinde bulunduğumuz ve benim “sürmez durum” olarak tanımladığım durumdan çıkarabilecek bir vizyondur, aksi takdirde zaman kaybetmeye devam ederiz. Zaman kaybetmeye devam ettiğimiz müddetçe nesil de kaybetmeye devam ederiz. Geleceği öngörememe, planlayamama sorunu bize hem zaman, hem de nesil kaybettiriyor. O yüzden öngörülebilir koşulları yaratmak yükümlülüğü altındayız. Cumhurbaşkanlığı gibi önemli bir makamın bu süreçlerin dışında kalması düşünülemez. Bu, Kıbrıs Türk halkının topluca ortaya koyacağı seferberliktir. Cumhurbaşkanlığı makamı, yetkileri, toplum liderliği pozisyonu, halk tarafından doğrudan seçilmesi dolayısıyla çok etkili bir görev üstlenebilecek durumdadır. O yüzden ben seçim sürecinde bunları konuşalım istiyorum. Önümüzdeki 5 ayı değil, önümüzdeki 5 yılda neler yapmamız gerektiğini ve neler yapabileceğimizi konuşalım. Bizim önümüzü açacak olan şey aslında bunları konuşmaktır. Seçim süreci içerisindeki kısır tartışmalarla boğulduğumuz takdirde gelecek 5 yılı değil, sadece önümüzdeki 5 ayı konuşmuş oluruz ve maalesef bir kez daha zaman kaybetmekten başka bir sonuca ulaşamayız.
“Önümüzdeki 5 yılın bir tür seferberlik dönemi olması gerekir. Geleceği öngörememe sorunu bize hem zaman, hem de nesil kaybettiriyor.”
- Soru: Kıbrıs sorununda kapsamlı çözüme ulaşılamadığı koşullarda atılabilecek tek yanlı hamlelerden bahsediyorsunuz. Açar mısınız?
- Erhürman: TMK bunun yaşanmış örneğidir, bir tane de yaşanması gereken örneği var. Bu örnekler çoğaltılabilir. 2004 yılında referandum yapıldı ve Annan Planı dönemi, herkese göre, kapsamlı çözüme en çok yaklaşılan dönemdi ama referandumların sonucunda bu gerçekleşmedi. Bu gerçekleşmedi ama bunun arkasından kapsamlı çözüm için çalışmalar devam etti. Böyle olmasına rağmen, referandumlardan bir yıl sonra, 2005 yılında TMK kuruldu. TMK Kıbrıslı Rumlarla müzakere sonucunda kurulmadı, tek yanlı kuruldu. Tek yanlıdan kastım, uluslararası kuruluşları ve uluslararası hukuku dikkate almayan bir tavır değil. Kıbrıs Türk tarafı olarak uluslararası kuruluşlarla istişare ederiz, gerektiğinde müzakere ederiz ve uluslararası hukukun çerçevesi içinde adımlar atarız. Bu bizim çözümün olmadığı koşullarda dahi uluslararası hukukla ve uluslararası toplumla buluşmamızı sağlar ve aslında bizi adım adım da çözüme doğru taşır. Mülkiyet konusunda AİHMnin aldığı kararlar ve bu kararların bundan sonraki çözüm sürecine etkisi TMK’nın kurulması sayesindedir. O yüzdendir ki, bir çözüm olduğunda, bu çözüm sadece eski mal sahiplerinin haklarını korumak üzerinden mülkiyet sorununa çözümler üretmeyecek. Aynı zamanda şu andaki kullanıcıların hakları da AİHM kararlarında tescil edilmiş durumdadır.
Benzer bir tartışma Maraş’ın açılması konusunda yaşanıyor. “Maraş’ı, uluslararası kuruluşları, BM’yi muhatap dahi almadan açarız, BMGK kararları bağlayıcı değil” demekle “Ben halkımı zaten uluslararası hukukun içine taşımak istiyorum, uluslararası toplumla buluşturmak istiyorum. Bunu da uluslararası hukuk içinde ve uluslararası kuruluşlarla istişare ve gerektiğinde müzakere ederek yapacağım” demek farklıdır. Eğer kapsamlı çözüm için müzakere masasında görüşeceksek, Maraş zaten kapsamlı çözümün bir parçasıdır. Tek yanlı hamlelerden kastım, bir an önce çözüme ulaşamadığımız koşullarda Maraş’ı tek yanlı olarak, uluslararası hukuk çerçevesinde, uluslararası kuruluşlarla istişare içerisinde açmaktır. Bunlar güven yaratıcı önlemlerden farklıdır çünkü güven yaratıcı önlemler BM şemsiyesi altında Kıbrıslı Rumlarla iki taraflı karar verdiğiniz şeylerdir. Kapıların açılması, telefon, elektrik konuları gibi... Bunlar da tabii ki olmalıdır, bunlar da çoğaltılmalıdır.Bununla birlikte eğer Maraşın açılması 1990lı yıllarda Gali Güven Artırıcı Önlemler paketinde olduğu gibi örneğin Lefkoşa Uluslararası Havaalanının da açılmasıyla birlikte gündeme gelebilecekse, elbette güven yaratıcı önlem olarak da ele alınabilir ki bu hem doğrudan ticaret hem de direkt uçuş gibi sorunların aşılması ve iki toplum arasındaki ilişkilerin çok önemli bir ivme kazanması gibi son derece önemli sonuçlar doğurur. Barışı inşa çabası da bu süre içerisinde devam etmelidir ve dünyaya bunlar anlatılabilir, bunun için de tek yanlı birçok hamle yapılabilir. Bu süreç içerisinde bütün bunların gerçekleşmesi gerekiyor. Kıbrıs Türk halkı bu süreci çok dinamik yönetmek zorundadır, proaktif olmalıdır. Uluslararası kuruluşların ve etkili ülkelerin ellerindeki ajandalardaKıbrıs Türk halkının adının sürekli olmasını sağlamak gerekir. Uluslararası kuruluşlar veya elçilerle görüştüğümüz zaman bize “eğer siz çözüme uzak bir noktada duruyorsanız, o zaman gündemde değilsiniz. Çünkü BM’nin de, etkili ülkelerin de gündeminde öncelikli olarak sıcak çatışmaların yaşandığı yerler var. Siz önceliklerin içinde değilsiniz. O yüzden, çözüm iradenizi aralıksız şekilde tekrarlayarak ve hatırlatarak kendinizi önceliklerin içinde tutmak zorundasınız” diyorlar. O yüzden Crans Montana’yı, oradaki çözüm çabamızı unutturmamak için çabaladık. Barışı inşa çabamızın devam ettiğinin akıllardan çıkmasına izin vermeden, burada da bir hayatın devam ettiğini anlatmak lazım.
“Kıbrıs Türk halkı üç ayakta da çok proaktif olmak durumunda”
Kapsamlı çözüme ulaşılamadığı durumda, adım adım çözüme, öngörülebilirliğe doğru gidebileceğimizi, kendi halkımızı uluslararası toplumla ve hukukla buluşturacağımız hamlelere de ihtiyacımız olduğunu sürekli anlatmak gerekiyor. Bu, her istediğinizi illa koparıp alacaksınız anlamına gelmeyebilir ama bunu sürekli olarak gündemde tutmak durumundasınız. Önümüzdeki 5 yılın bir tür seferberlik dönemi olması gerekir ve bu seferberlik içinde Kıbrıs Türk halkı üç ayakta da çok proaktif olmak durumundadır.
“Geçitkale Havaalanı’nın kullanımı konusunu, ana muhalefet partisi olarak, basından öğrendik. Cumhurbaşkanlığı makamının da koordinasyonu sağlayan makam olarak ortaya çıkması gerekiyor. Anayasanın 111’inci maddesindeki Cumhuriyet Güvenlik Kurulu da toplanabilirdi.”
“Maraş, İHA-SİHA konusu gibi konular başka konulara benzemiyor”
- Soru: Kıbrıs sorununun devamından dolayı bölgede gerginlik artıyor. İHA-SİHA konusu gündemde, siz bu konuyu nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Erhürman: Geçitkale Havaalanı’nın kullanımı konusunu, anamuhalefet partisi olarak, basından öğrendik. Oysa bunun, herkesin dahil edileceği ortamlarda ele alınıp değerlendirilmesi gerekiyor. Bakanlar Kurulu kararı çıktı ve biz ertesi gün gazetelerden gördük. Cumhurbaşkanlığı makamının da koordinasyonu sağlayan makam olarak ortaya çıkması gerekiyor. Anayasanın 111’inci maddesindeki Cumhuriyet Güvenlik Kurulu da toplanabilirdi. Sayın Cumhurbaşkanı, fiilen de her zaman meclisteki parti başkanlarını çağırıp bilgi veriyor. Maraş, İHA-SİHA konusu gibi konular başka konulara benzemiyor. Bunlar hükümetin cari, günlük işlerinden değil. Memleketin geneliyle, geleceğiyle ilgili çok önemli konular. Dolayısıyla bu gibi konularda en azından meclisteki siyasi partilerin başkanlarıyla görüşüp, istişare sürecinin yaşanması gerekiyor.
İHA-SİHA konusunda parti olarak açıklama yaptık. Geçmişten beri söylüyoruz, Kıbrıs sorununun çözümü sadece Kıbrıs’ta barışın kalıcı hale gelmesi için değil, aslında bölgede barışın ve istikrarın kalıcı hale gelmesi açısından son derece yaşamsaldır. O yüzdendir ki Kıbrıs sorununun kapsamlı çözüme ulaşamadığı her gün, bölgede yaşanacak gelişmeler dolayısıyla hem Kıbrıs’ta, hem Doğu Akdeniz’de ve bölgede barışın bir takım risklerle karşı karşıya kalması söz konusu olabilir. Annan Planı referandumlarını yaparken, hidrokarbonlar meselesinden, enerji sorununun bugün geldiği noktaya geleceğinden bu derece haberdar değildik. Ama bu bölge, potansiyeli olan, sürekli olarak yeni bir takım gelişmelere açık bir bölge. Kıbrıs sorununu çözmediğiniz noktada, bu gelişmelerde birbirinizi dışlayarak birbirinize üstünlük kurmaya çalıştığınız noktada, bir süre sonra, gerginlik karşılıklı ve birbirini tetikleyen hamlelerle artabilir. Nitekim şimdi içinde bulunduğumuz koşullarda da bunu yaşıyoruz.
Geçitkale Havaalanı’nın İHA-SİHA’ya açık hale gelmesi meselesi kendiliğinden olmadı. Onun öncesinde, Güney Kıbrıs Rum Yönetimi bu konuda girişimler başlattı, başka ülkeleri devreye soktu. Bütün dünyaya, “Kimi kesimler burada Kıbrıs sorununun çözümü konusunda yeterince isteklilik göstermiyor ama Kıbrıs sorununun çözümü meselesinin sadece Kıbrıs’taki iki toplum arasındaki ilişkilerle ilgili olduğunu zannediyorsanız, yanılıyorsunuz. Kıbrıs sorunu, bölgede barışın güvence altına alınması, kalıcı hale getirilmesiyle ilgili bir meseledir” diye anlatmamız gerekir. Dolayısıyla elimizi hep birlikte çabuk tutmamız gerektiğini göstermemiz lazım. Ve bunu, sadece somut sorunlar yaşandıktan sonra yapacağımız birkaç basın açıklamasıyla değil, sorunları, olabilecekleri önceden görerek ve uyarılarımızı uluslararası kuruluşlar ve etkili ülkeler nezdinde önceden yaparak sürdürmeliyiz.
2004’ten önce bir çıpa yakalanmıştı, uluslararası toplum “eğer Kıbrıs sorunu çözülmezse Kıbrıs AB üyesi olamaz” noktasında idi ama o dönemde yaşanan konjonktürel gelişmeler ve yapılan bazı hatalar, Kıbrıs sorunu çözülmeden de Güney Kıbrıs’ın bütün Kıbrıs’ı temsilen AB’ye girmesini sağladı. Dolayısıyla çıpa yerinden söküldü... Şimdi de benzer bir çıpa oluşuyor, buna çok dikkat etmek gerekir. Kıbrıs sorunu çözülmeden hidrokarbonların kullanımı çok da kolay ve güvenli olmayacak. Bu çıpayı kullanmak gerekiyor. Bu çıpa bize de, Kıbrıslı Rumlara da, bütün dünyaya da gösteriyor ki, bu bölgenin ortak zenginliklerinden yararlanmanın, hep birlikte kazanmanın yolu bu işi çözmektir. Çözmediğimiz takdirde hep birlikte kaybedeceğiz. Çünkü oradaki varlığın kullanımı verimsiz veya güvenliksiz bir şekilde olabilecek. Dahası hem Kıbrıs’ta, hem bölgede barışı risk altına sokabilecek. Bunu olabildiğince yüksek sesle, bütün dünyayla paylaşmamız gerekiyor. Bu önemli bir çıpa olmaya doğru gidiyor. Bu adanın etrafındaki ve içindeki zenginliklerden en verimli ve en güvenli şekilde yararlanmanın yolu Kıbrıs sorununu çözmekten geçer. Bu sadece Kıbrıslı Türkler için değil, Kıbrıslı Rumlar için de bir zorunluluktur. Aksi takdirde bu adanın etrafındaki ve içindeki zenginliklerden en verimli ve en güvenli şekilde yararlanmak mümkün olmayacağı gibi, bizim dışımızdaki pek çok aktör de buraya sürekli dahil olacak ve adalılar olarak bizim özne olma potansiyelimiz gittikçe aşağıya doğru düşecek. Bunun Kıbrıs Rum toplumu tarafından da fark edilmesi gerekir. O yüzden onlara da, bütün dünyaya da bunu daha fazla anlatmak gerekir.
“Umudum canlıdır”
- Soru: Yıllar içinde Kıbrıs konusunda hayal kırıklıkları yaşadık. Umudu yeşertmek için ne yapacaksınız?
- Erhürman: Benim umudum canlıdır. Son günlerde yaşadığımız gelişmeler bize, hepimize, sadece Kıbrıslı Türklere değil, Kıbrıslı Rumlara ve uluslararası topluma da bu adada çözüm ihtiyacının ne kadar acil olduğunu bir kez daha gösteriyor. Çözüm ihtiyacı acil. Aciliyet dikkate alınmazsa, adanın etrafındaki ve üzerindeki kaynakların ve potansiyelin verimli ve güvenli bir biçimde kullanılması mümkün olmayacak. Hem ülkedeki, hem de bölgedeki barış risk altında olacak. Bir sürü ülkenin uluslararası ilişkisi olumsuz etkilenecek. Bu da hepimize gösteriyor ki, bu sorun bir an önce çözülmelidir. Bir an önce çözülmesinin koşulları var mıdır? Vardır. “Onlarca yıldır federasyon görüşülüyor” deniyor ya, bunun tam da bu dönemde bir avatanaja dönüşmesi söz konusudur. Onlarca yıldır görüşüldüğü için, birçok konuda anlaşma sağlanmıştır. Geriye kalan konularda da hangilerinde anlaşma olmadığı ve hangi noktalarda anlaşma olabileceği bellidir. Bütün mesele proaktif şekilde bütün dünyayı, uluslararası kuruluşları bundan sürekli haberdar etmek, tabiri caizse biraz da rahatsız etmektir. Burada “umudum devam ediyor” diyorum ama bu “diğer iki ayakta birşey yapmamıza gerek yoktur, nasılsa Kıbrıs sorunu çözülüyor” havasına girmemizi gerektirmez. Bunları geçmişte de yaşadık. En olacağını düşündüğümüz noktada olmadı. O yüzden, hem çözüm olsun diye elimizden gelen çabayı göstereceğiz, hem de olmadığı koşullarda yapacaklarımızı yarına ertelemeyeceğiz, bugünden, çözüme adım adım yaklaşma, kendi ayaklarımız üzerinde durma konusunda çalışmaları aralıksız şekilde devam ettireceğiz.
“TC ile doğru zeminde, iyi ilişkiler olmalıdır. Benim için doğru zemin, Kıbrıs Türk halkının kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye, demokrasiye sahip olmasıdır. Doğru zemin bu halkın kendi kendini yönetmesidir. Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler bu zemin üzerinden kurulmalıdır.”
“Bizim için mesele müzakere etmek değildir”
- Soru: Cumhurbaşkanı seçilmeniz durumunda Kıbrıs konusunda atacağınız ilk adım nedir?
- Erhürman: Şu anda geldiğimiz noktada, ilk yapmamız gereken iş beşli konferansın bir an önce toplanmasını sağlamaktır. Bunun için de hem BM ile, hem Güney Kıbrıs’la, hem TC, hem de İngiltere ve Yunanistan’la bir biçimde temasın sağlanması gerekiyor. Kıbrıs konusunun kapsamlı çözümü konusunda yapılması gereken ilk iş, beşli konferansın toplanabilmesi için kolları sıvamak, yani tüm bu unsurların her biriyle yoğun temasa girmektir. Beşli konferansın doğru zeminde toplanması, konferanstan bizi çözüme doğru taşıyacak bir sürecin ortaya çıkmasını sağlamak önemlidir. Bizim için mesele müzakere etmek değildir, mesele bizi bir an önce çözüme taşıyacak bir müzakere sistematiği içerisinde müzakere etmektir. Onun için beşli konferansın toplanması için de, sonuç alıcı bir biçimde toplanması için de, tüm ilgili taraflarla doğru zeminde sürekli ilişki içinde olmak gerekecektir.
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman:
“Doğru zemin bu halkın kendi kendini yönetmesidir
CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanı’nın pek çok farklı konuda aktif olabileceğini söyledi. Türkiye’yle ilişkilerin de “doğru zeminde iyi ilişkiler” olması gerektiğini anlatan Erhürman, “Doğru zemin bu halkın kendi kendini yönetmesidir. Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler bu zemin üzerinden kurulmalıdır” dedi.
Erhürman, “Bu yüzden Cumhurbaşkanlığı’nda kadrolar geniş olmalıdır ki her alanda aynı anda faaliyet içerisinde olunabilsin. Aksi takdirde bir yere çok yoğunlaşıp sonuç çıkmadığı zaman, diğerlerinde de zaman kaybından dolayı bir sürü açık verme noktasına geliyorsunuz, ki yaşadığımız tarih maalesef bunun böyle olduğunu gösterdi” diye konuştu.
Herkesin derdinin Kıbrıs Türk halkının varlığını, kültürünü, kimliğini geleceğe taşımak olduğunu, seçim sürecinde de vizyonların yarıştırılması gerektiğini kaydeden Erhürman, şunları söyledi:
“Artık Sarayönü’nde birbirimize üstünlük sağlama çabasından vazgeçmemiz gerekir. Sarayönü stratejilerinin bizi nereye getirdiği bellidir. Bu anlamsız çaba bize zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramıyor. Elbette farklı fikirlerimiz, vizyonlarımız var ve olmalıdır da, demokrasi böyle bir şeydir. Mesele farklı fikirleri, vizyonları halkla paylaşmak, yarıştırmak ve halkın da hangisinin daha doğru olduğunu anlamasını sağlamaya çalışmaktır.”
- Soru: Cumhurbaşkanı’nın Anayasa’nın 111’inci maddesi gereği güvenlik konusunda yetkili olabileceğine dikkat çekiyorsunuz. Polisin sivile bağlı olmadığı düşünüldüğünde Cumhurbaşkanı bu kurul aracılığıyla güvenlik konusunda etkili olabilir mi?
- Erhürman: Anayasa’nın 111’in maddesi “Cumhuriyet Güvenlik Kurulu, Cumhurbaşkanı’nın başkanlığında, Cumhuriyet Meclisi Başkanı, Başbakan, Savunma, İçişleri ve Dışişleri Bakanları ile Silahlı Kuvvetler Komutanı ve Emniyet Genel Müdüründen kurulur.
Gündemin özelliğine göre, Kurul toplantılarına diğer ilgili bakan ve kişiler, Başbakanın istemi üzerine çağrılıp görüşleri alınabilir. Kurulda sekreterlik görevleri Başbakanlık örgütünce yürütülür” der. Kurulun görevi için de “Devletin ve yurdun güvenlik politikasının saptanması ve uygulanması ile ilgili kararların alınması ve gerekli eşgüdümün sağlanması konusundaki görüşlerini Bakanlar Kurulu’na bildirir. Kurulun, devletin varlığı ve bağımsızlığı, ülkenin bütünlüğü ve bölünmezliği, toplumun huzur ve güvenliğinin korunması hususunda alınmasını zorunlu gördüğü önlemlere ait kararlar, Bakanlar Kurulu’nca öncelikle dikkate alınır” denmektedir. Bu doğrudan karar alacak bir makam değildir ama konuyla ilgili herkes kuruldadır ve orada alınan kararlar Bakanlar Kurulu tarafından öncelikle ele alınması gereken konular olur. Bu çok etkili bir kuruldur. Bu kurulda bir karar alındıktan sonra Bakanlar Kurulu’nun “bunu yapmam” demesi çok kolay değil.
“Cumhurbaşkanlığı’nda kadrolar geniş olmalıdır ki her alanda aynı anda faaliyet içerisinde olunabilsin. Aksi takdirde bir yere çok yoğunlaşıp sonuç çıkmadığı zaman, diğerlerinde de zaman kaybından dolayı bir sürü açık verme noktasına geliyorsunuz, ki yaşadığımız tarih maalesef bunun böyle olduğunu gösterdi”
Güvenlik...
“Cumhurbaşkanlığı’nda kadrolar geniş olmalıdır”
- Soru: Polisin sivile bağlı olmadığı durumda da Cumhurbaşkanı’nın gerektiğinde güvenlik konusuna müdahil olabileceğini mi kastediyorsunuz...
- Erhürman: “Bu madde polisin sivile bağlanmasını gereksiz kılan bir maddedir” demiyorum ama bu madde aracılığıyla konuyla ilgili tüm yetkililerin olacağı kurul son derece etkili kullanılabilir. Her zaman tartışılan iç güvenlikteki zafiyetler konusuna, Anayasa’da öngörülmüş, Cumhurbaşkanı’nın çok aktif bir şekilde müdahil olabileceği bir yapı var. Mevcut Anayasa’ya göre Cumhurbaşkanlığı makamının farklı konularda aktif olabileceği pek çok konu var. Cumhurbaşkanlığı makamı bugüne kadar genelde müzakerecilik makamı olarak görüldü, müzakerelerin yoğun olduğu dönemlerde de elbette mesainin önemli bir kısmı oraya verildi ama önümüzdeki 5 yılda, bu üç ayağın hepsinde, eşzamanlı harekete geçmek gerekiyor. Bu yüzden Cumhurbaşkanlığı’nda kadrolar geniş olmalıdır ki her alanda aynı anda faaliyet içerisinde olunabilsin. Aksi takdirde bir yere çok yoğunlaşıp sonuç çıkmadığı zaman, diğerlerinde de zaman kaybından dolayı bir sürü açık verme noktasına geliyorsunuz, ki yaşadığımız tarih maalesef bunun böyle olduğunu gösterdi.
“Kriterler belli olacak, kriterleri yerine getirenler vatandaş olacak, yerine getirmeyenler de olamayacak. İhtiyaç duyduğumuz budur.”
Yeni vatandaşlıklar...
- Soru: Vatandaşlık konusu hemen hemen her seçimde gündeme gelir. İçişleri Bakanı yasanın hazır olduğunu söyledi ama henüz meclisten geçmedi. Seçime giderken yeni vatandaşlıkların verilmesinin seçim sonucunu etkileyeceğine dair endişeniz var mı?
- Erhürman: Dörtlü hükümet döneminde üzerinde çalışılan bir metin vardı. Yeni hükümetin kurulduğu dönemde de, defalarca, o metin üzerine inşa edilmiş bir yasanın meclise gelmesi durumunda oyumuzun olumlu olacağını tekrarladık.
Vatandaşlık konusu bile aslında bir öngörülebilirlik meselesidir. Vatandaş olmayanların hangi şartlarda vatandaş olabileceklerini, kimin hangi şartları yerine getirirse vatandaş olabileceğini öngörmesi lazım. Bunlar yasada net şekilde yer aldıktan, öngörülebilir hale geldikten sonra, “bir parti vatandaş yapar, diğer parti yapmaz” tartışması ortadan kalkacak. Kriterler belli olacak, kriterleri yerine getirenler vatandaş olacak, yerine getirmeyenler de olamayacak. İhtiyaç duyduğumuz budur. Şu anda yürürlükte olan yasa, o kriterleri ortaya koymuyor, takdir yetkisi alanı bırakıyor. Bu da “hangi hükümet vatandaş yapar, hangi hükümet yapmaz”, “vatandaşlık alanlardan hangisi hakkıyla aldı, hangisi hakkıyla almadı” tartışmalarına neden olur. Dörtlü hükümet dönemindeki çalışmada murat edilen temel şey, bu tartışmaları ortadan kaldırmaktı. O dönemde hükümetin ömrü yetmedi. Bu hükümette de yasa maalesef meclise gelmedi.
- Soru: Seçimin sonucunu etkileyecek vatandaşlıklar yapılması gibi bir endişeniz var mı?
- Erhürman: Seçimin sonucunun kaç oyla belirleneceğini bilemezsiniz. 1, 2, 5, 10 oyla da etkilenebilir. Seçimin sonucu tabii ki etkilenebilir. Ama bence bu konuyu bu düzlemde ele almamak lazım. Benim ele almayı tercih ettiğim düzlem öngörülebilirlik olmamasıdır, belirsizlik ve takdir yetkisi ortadan kalkmalıdır.
“TC ile doğru zeminde, iyi ilişkiler olmalıdır. Benim için doğru zemin, Kıbrıs Türk halkının kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye, demokrasiye sahip olmasıdır. Doğru zemin bu halkın kendi kendini yönetmesidir. Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler bu zemin üzerinden kurulmalıdır.”
Türkiye ile ilişkiler...
“TC ile doğru zeminde, iyi ilişkiler olmalıdır”
- Soru: Türkiye ile ilişkiler konusunda size karşı farklı eleştiriler var, bazen çok yakın olduğunuz, bazen de istenmediğiniz şeklinde... Cumhurbaşkanı Tufan Erhürman’ın Türkiye ile ilişkileri nasıl olur?
- Erhürman: “Türkiye bu hükümeti istemediği için protokol imzalanamadı”, “Türkiye bu hükümeti istemediği için hükümet düştü ve başka hükümet kuruldu” denildi. O dönemde hükümeti kuran arkadaşların arasında “Türkiye’nin istediği hükümeti kurduk” ifadelerini kullananlar da oldu. Diğer yandan, benim TC yetkilileriyle fazlasıyla iyi ilişkiler içerisinde olduğum da söylendi. Bütün bunları bir araya topladığınızda, aslında bizim olması gerekene ilişkin kurduğumuz bir cümleye varırsınız, “TC ile doğru zeminde, iyi ilişkiler olmalıdır”. Mesela imzalanan protokoldeki toplu iş sözleşmesine veya Kıb-Tek’in fonksiyonlarının ayrıştırılmasına ilişkin önerilerin bizim ülkemize uygun olmadığını, hukuken de yapılmaması gereken şeyler olduğunu söyledik. Bu doğru zemindi, bu diplomatik ilişkilerimizi zedelemedi. Biz bunu anlatmaya devam ettik. Fikir ayrılıklarımız oldu mu? Oldu. Olmasaydı bunları kabul ederdik.
“Doğru zemin Kıbrıs’ta federasyonun kurulmasıdır”
Doğru zemin yoksa, ilişkilerinizin çok iyi olmasının ülkeye kattığı çok fazla birşey yok. İlişkileriniz kötüyse, o zaman da zemini doğru oluşturmanız mümkün olmuyor. Benim için doğru zemin, Kıbrıs Türk halkının kendi ayakları üzerinde duran bir ekonomiye, demokrasiye sahip olmasıdır. Doğru zemin bu halkın kendi kendini yönetmesidir. Türkiye Cumhuriyeti ile iyi ilişkiler bu zemin üzerinden kurulmalıdır. Protokoller imzalanırken de bu zeminin oluşması temel hedef olmalıdır. Benim için doğru zemin Kıbrıs’ta federasyonun kurulmasıdır, bunun kurulması için de ucu açık olmayan, sonuç odaklı bir sürecin başlaması... Beşli konferansın bu vizyonla gerçekleşmesidir doğru zemin. Bu doğru zemin üzerinden Türkiye ile iyi ilişkiler içinde olmak istiyorum çünkü o beşli konferansta TC de olacak. Eğer zemin yanlışsa, ilişkilerin iyi olması hiç birşey katmaz. Bu bir diplomasi işidir. Tabii ki TC ile iyi ilişkiler kurulmalıdır, ama bu iyi ilişkiler doğru zeminde inşa edilmelidir.
“Sarayönü stratejilerinin bizi nereye getirdiği belli”
- Soru: Seçim sürecinde “saldırmadan, vizyonlarımızı yarıştıralım” diyorsunuz. Böyle bir siyasi arena var mıdır?
- Erhürman: Biz böyle olması gerektiğini düşünüyoruz, böyle olması için de bize düşeni yerine getireceğiz. Olması gerekenin ne olduğunu da biliyoruz, nasıl davranacağımızı da biliyoruz. Diğer aktörlerin davranışlarına etkimiz olması mümkün değil. Madem ki gelecek 5 yılı konuşuyoruz, madem ki hepimizin derdi Kıbrıs Türk halkının varlığını, kültürünü, kimliğini geleceğe taşımaktır ve Cumhurbaşkanlığı makamına bu misyon açısından çok ciddi önem ve anlam atfediyoruz, buna uygun bir seçim dönemi yaşamamız gerekir. Artık Sarayönü’nde birbirimize üstünlük sağlama çabasından vazgeçmemiz gerekir. Sarayönü stratejilerinin bizi nereye getirdiği belli. Bu anlamsız çaba bize zaman kaybettirmekten başka bir işe yaramıyor. Elbette farklı fikirlerimiz, vizyonlarımız var ve olmalıdır da, demokrasi böyle bir şeydir. Mesele farklı fikirleri, vizyonları halkla paylaşmak, yarıştırmak ve halkın da hangisinin daha doğru olduğunu anlamasını sağlamaya çalışmaktır. Umarım seçim sürecinde bu olgunluğu gösteririz. Biz kendi adımıza bize düşeni yapmak konusunda kararlıyız.