“%52’nin içinde referandumda ‘evet’ diyecek insanlar var”

Prof. Dr. Ahmet Sözen, Cumhurbaşkanlığı seçim  sonuçlarının federasyona desteğin bittiği şekilde yorumlanamayacağını söyledi.

Ödül Aşık ÜLKER

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Cumhurbaşkanlığı seçim son sonuçlarının federasyona desteğin bittiği şekilde yorumlanamayacağını söyledi.

Türkiye’de sonucun federasyondan vazgeçildiği şekilde lanse edilmeye çalışıldığına dikkat çeken Prof. Dr. Sözeni “Bu kesinlikle doğru değil çünkü %48 safları sıklaştırmış, sağlam bir şekilde federasyon diyor. Diğer %52’nin içindeki kesimde de ileride bir referandumda çok rahat evet diyecek insanlar var. 2003 genel seçimlerinde evetçi partiler CTP, BDH, ÇAP’nın oylarını topladığınız zaman %50’nin hemen üstünde bir şey çıkardı ama dört ay sonra referandumda %65 evet çıktı”diye konuştu.

Kıbrıs’ta uzlaşılabilir çözümün federasyon olduğunu vurgulayan Prof. Dr. Sözen, şunları söyledi:

“Türkiye federasyon görüşmelerine oturmaya ve gayriresmi beşliyi daha sonra resmi bir beşli toplantıya dönüştürmeye karar verirse, burada Ersin Tatar da olsa veya ‘federasyon konuşmayacağım’ diyen bir başka aday da olsaydı, bunun dışına çıkamaz. Dolayısıyla oturacak ve bunu konuşacaktır. Türkiye’nin, Dışişleri Bakanı’nın, söylemlerine baktığımızda, ‘artık federasyon mümkün olan bir çözüm değildir’ denmesine rağmen geçmişte de buna benzer şeyler yaşadığımızı hatırladığım için, bu pozisyonunuz olabilir ama siz eğer parametreleri değiştirecekseniz bunu tek başınıza yapamazsınız, diğer tarafın da kabul etmesi lazım.”

“Her zaman seçimlere müdahale edilmiştir”

Soru: Seçim sürecinde müdahaleler çok konuşuldu, konuşulmaktan öteye geçti, görüldü. Seçim sürecinde yaşananlarla ilgili sizin değerlendirmeniz nedir?

Prof. Dr. Sözen: Taa 70li yıllarda, hatta 60larda, Kıbrıs Türk toplumu olarak yaptığımız bütün seçimlerde Türkiye’deki iktidarlar her zaman buradaki seçimlere, değişen boyutlarda ve şekillerde müdahale etmiştir. O yüzden yeni bir şey yok. Ama ne var? Bu seçimlerde müdahale çok daha nobran, açık bir şekilde oldu. Bu da sadece bize özgü değil, özellikle son yıllarda Türk dış politikasına bakıldığında bu nobranlaşmayı, sert, miliyetçi, ötekileştirme dilini ve diplomasiden uzaklaşıp daha bir güç gösterisine dayalı dili görüyoruz. Bunun Kıbrıs meselesiyle çok bağlantılı olduğunu da düşünmüyorum. Çünkü Mustafa Akıncı gittiği bütün müzakerelerde, önemli dönemeçlerde, Cenevre’den Crans Montana’ya kadar hep Türkiye ile koordinasyon içinde işi yürüttü. Burada esas sıkıntı, bunun arkasında yatan Akıncı’nın Erdoğan’la yaşadığı ve kişileştirilen bir problemdir, çatışmadır. Türkiye’deki mevcut rejim, kendisini en ufak şekilde eleştirecek odaklara tahammül gösteremiyor.

Şunu da söylemek isterim, bu kadar kutuplaşma olmasaydı sonuç çok değişik çıkar mıydı? Son 20 yıldır cumhurbaşkanlığı seçimlerini yakından takip etmiş ve bu konuda akademik makaleler de yazmış biri olarak bir şablon olduğunu görüyoruz, 2000- Denktaş, 2005-Talat, 2010-Eroğlu, 2015-Akıncı, 2020-Tatar. Yani sarkaç sağdan sola, soldan sağa, sağdan sola şeklinde gidiyor. Talat’tan sonra seçimi Eroğlu kazandığı zaman ben bunu şöyle yorumlamıştım, Kıbrıs Türk toplumu hem Kıbrıs Rum tarafına hem de başta AB olmak üzere uluslararası topluma bir mesaj verdi, “ben size Denktaş’tan sonra size çözüm yanlısı, federasyonu savunan bir lider verdim, bu liderle bile başaramadınız, bir de bunu deneyin”. Crans Montana  konusunda size “Crans Montana’da bir çöküş olursa, yıkıcı olur” demiştim, gerçekten de yıkıcı oldu.Crans Montana’da hem Kıbrıs Türk tarafının hem de Türkiye’nin yaşadığı bir hüsran var. Hüsran şudur, “ne kadar daha uğraşacağız, 2004’te Kıbrıslı Rumlar ‘hayır’ dedi, diğerinde de herkesin söylediği gibi Crans Montana’da Anastasiades masadan kaçtı”. Sonuca elle tutulacak kadar da yaklaşılmıştı. Yaşanan bıkkınlık ve hayal kırıklıklarından dolayı insanların bir kısmının mesaj vermek istediğini düşünüyorum. Federal çözüme inanan insanların sayısında çok büyük azalma olduğunu düşünmüyorum ama bir miktar vardır.  Boykot edenler veya siyasi spektrumda merkezde olan bazı insanlar bazen solun adayına oy vermiştir ama mesaj vermek için diğer tarafa da kayabilir. Genel seçimlerle, cumhurbaşkanlığı seçimleri farklıdır. Hiçbir parti genel seçimde olduğu oy oranını cumhurbaşkanlığı seçiminde tutturamıyor. Genel seçimlerde insanlar daha çok partiye göre oy verirken, cumhurbaşkanlığı seçimlerinde baş müzakereci seçer. Konuya böyle de bakmak lazım. Bütün müdahalelere, kara propagandaya, kutuplaştırmaya baktığımızda, Akıncı’nın aldığı %48 hiç de azımsanamayacak bir orandır.

“Federal çözüme destek bitmedi”

Soru: Seçimin sonucu ne anlama geliyor? Federasyondan vazgeçildiği anlamına gelir mi?

Prof. Dr. Sözen: Hayır, kesinlikle değil. Türkiye’de böyle lanse etmeye çalışanlar olabilir, bu kesinlikle doğru değil çünkü %48 safları sıklaştırmış, sağlam bir şekilde federasyon diyor. Diğer %52’nin içindeki kesimde de ileride bir referandumda çok rahat evet diyecek insanlar var. 2003 genel seçimlerinde evetçi partiler CTP, BDH, ÇAP’nın oylarını topladığınız zaman %50’nin hemen üstünde bir şey çıkardı ama dört ay sonra referandumda %65 evet çıktı. Ersin Tatar federasyonu savunmuyor ama tamamen de reddedip, “masadan kalktı, bunu konuşmayacağım” demiyor, “alternatifler de konuşulsun” diyor. Bu seçim sonucu kesinlikle federal çözüme desteğin bittiği şeklinde yorumlanamaz.

“Yine federasyona dönülecek”

Soru: Daha önce federasyonu reddedenlerin cumhurbaşkanı seçildikten sonra bunu görüştüğünü de biliyoruz...

Prof. Dr. Sözen: 1997’de AB Lüksemburg Zirvesi’nde AB Kıbrıs Cumhuriyeti’yle üyelik müzakerelerini başlatma kararı alındı. O dönemde Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, “AB bütün dengeleri değiştirmiştir, Kıbrıs çözüm parametrelerini ortadan kaldırmıştır, bu saatten sonra artık biz federasyon görüşmeyiz, görüşürsem ancak ve ancak konferderasyon görüşüm” dedi, iki yıl da diretti ve 1999 Helsinki Zirvesi’nden sonra, Türkiye’nin adaylığı belli olunca Rauf Denktaş da masaya federasyon görüşmeye oturdu. Daha yakın geçmişimizde, Sayın Eroğlu seçim kampanyasında “federasyon görüşmem” şeklinde propaganda yürüttü, sonra 11 Şubat belgesini imzalayan lider oldu ki bu belge çok bariz bir şekilde iki oluşturucu devletin siyasi eşitliğine dayalı, tek egemenliği, tek vatandaşlığı olacak bir federasyonun altına imza attı.

Şu anda anahtar Türkiye’dedir. Beşli gayri resmi toplantı yapılacaksa, ki ben yapılacağını düşünüyorum, orada federasyondan başka bir seçenek çıkacağını düşünmüyorum. Türk tarafı alternatifleri de masaya getirecektir, zaten toplantının gayri resmi olmasının da amacı budur. Rum tarafının bu alternatif çözümlere tevessül edeceğini düşünmüyorum. O yüzden yine federasyona dönülecektir. Türkiye’nin Kıbrıs’a daha geniş çerçevede baktığını düşünüyorum, Kıbrıs’ı Doğu Akdeniz’de müzakere kozu olarak kullanacaktır. Türkiye federasyon görüşmelerine oturmaya ve gayriresmi beşliyi daha sonra resmi bir beşli toplantıya dönüştürmeye karar verirse, burada Ersin Tatar da olsa veya ‘federasyon konuşmayacağım’ diyen bir başka aday da olsaydı, bunun dışına çıkamaz. Dolayısıyla oturacak ve bunu konuşacaktır.

“Uzlaşılabilir çözüm federasyondur”

Türkiye’nin, Dışişleri Bakanı’nın, söylemlerine baktığımızda, “artık federasyon mümkün olan bir çözüm değildir” denmesine rağmen geçmişte de buna benzer şeyler yaşadığımızı hatırladığım için, bu pozisyonunuz olabilir ama siz eğer parametreleri değiştirecekseniz bunu tek başınıza yapamazsınız, diğer tarafın da kabul etmesi lazım. 12-13 yıldır ada çapında kamuoyu araştırmaları yapıyoruz ve hep alternatif çözüm modellerini de halka soruyoruz. Bu araştırmaların hiç birinde federasyonun dışında iki tarafın da kabul edebileceği bir alternatif çıkmıyor. Böyle bir gerçek vardır. Bu araştırmalarda değişmeyen bir şekilde hep aynı şey çıkıyor, Kıbrıslı Türkler’in birinci tercihi iki devlet, ikinci tercihi federasyon. Kıbrıslı Rumlar’ın birinci tercihi üniter devlet, ikinci tercihi federasyon. Üniter devleti Kıbrıslı Türklere, iki devleti de Kıbrıslı Rumlara kabul ettirmek mümkün değil. Böyle bir siyasi atmosfer kesinlikle yoktur. Uzlaşılabilir çözüm olan federasyondur.

“BM parametreleri dışında bir Türk tarafı Anastasiades’in işine gelir”

Soru: Sizce Tatar’ın seçilmesi Rum tarafı için ne anlama gelir?

Prof. Dr. Sözen: Anastasiades’in hala federasyona ciddi bir yönelme ve federal çözümü Kıbrıs Rum tarafına kabul ettirme konusunda ciddi adımlar attığını göremiyorum. Söylemde var ama uygulamada bu yönde bir şey yok. Önümüzdeki aylarda beşli konferans başarılı geçerse bunu yapabilir. Ama bugüne kadar izlediği politikaya baktığınız zaman, “Türkiye dış politikada giderek uluslararası toplumdan özellikle AB ve NATO gibi müttefiklerden uzaklaşıyor. Ben de Türkiye’nin karşısına zaten içinde Yunanistan, İsrail, Mısır olan blok oluşturdum” şeklindedir. O yüzden bugün Kıbrıs’ta federasyonun dışında bir alternatifi yani kabul edilmiş BM parametreleri dışında bir Türk tarafı Anastasiades’in işine gelir, ki uluslararası toplumda “biz federasyon istiyoruz ama Türk tarafı istemiyor” propagandasını yapsın. Bunu bozmanın yegane yolu kendisini federasyon çizgisine çekmektir. Türkiye’nin bugüne kadarki müzakere süreciyle ilgili hüsran ve bıkkınlığını da anlıyorum ama bunun yolu Rum tarafının kabul etmeyeceği alternatifleri ortaya atıp, BM ve uluslararası toplumu kendinizden uzaklaştıracağınız bir çizgi değildir. Doğru çizgi federasyon çizgisidir ama onu yaparken de özellikle Gutteres ve büyük güçlerle doğru koordinasyonu sağlayarak, bu sürecin eskisi gibi değil, artık biz stratrejik anlaşmaya bizi götürecek, onu hedefleyen, ucu kapalı, daha yapılandırılmış bir metod kullanılmalıdır.

Soru: İki lider önümüzdeki günlerde sosyal içerikli bir görüşme yapacak. Bu görüşmeden ne beklemeliyiz?

Prof. Dr. Sözen: Hiçbir şey. Ben Kıbrıs meselesiyle ilgili ders verirken çok fotoğraf kullanırım. Kullandığım fotoğraflardan biri dönemin BM Genel Sekreteri’nin Kıbrıs Özel Danışmanı Downer’in Eroğlu ve Hristofyas ile beraber olduğu bir fotoğraftır. Fotoğrafta Eroğlu ve Hristofyas elele, kahkahalar atıyor. Yine buna benzer bir fotoğraf olabilir ama bu çok fazla birşey ifade etmez.

Soru: Cumhurbaşkanı Tatar ilk ziyaretini Türkiye’ye yapacak. Bu ziyarette ne gibi açıklamalar ön plana çıkabilir?

Prof. Dr. Sözen: “KKTC-Anavatan Türkiye’yle her konuda el ele” şeklinde özetleyebileceğimiz açıklamalar öne çıkacaktır – hem Kıbrıs konusunda, hem Doğu Akdeniz’deki doğal kaynaklar ve hem de KKTC’nin ekonomik gelişimi konusunda…


“Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı çok akıllıca bir hareket olmaz”

Doğu Akdeniz Üniversitesi (DAÜ) Uluslararası İlişkiler ve Siyaset Bilimi Bölüm Başkanı Prof. Dr. Ahmet Sözen, Kıbrıs Türk toplumunun çok güçlü bir şekilde ilhakı reddettiğini söyleyerek, “Bundan sonraki süreçte, Sayın Tatar’ın olduğu bir cumhurbaşkanlığı ve güçlendirilmiş bir UBP, milliyetçi, muhafazakar bir cephenin olduğu ve Türkiye’nin ağırlığının daha çok hissedildiği bir dönemde, özellikle de vatandaşlık verme konusunda çok cömert davranılırsa, 5-10 sene sonra ne olabileceğini bilemiyorum” diye konuştu.

Prof. Dr. Sözen, “Bu tür hareketler emsal yaratır ve zor bir coğrafyada, kendi içinde çok ciddi bir Kürt sorunu yaşayan Türkiye gibi bir ülke için de Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı çok akıllıca bir hareket olmaz diye düşünüyorum” dedi.

Beşli gayriresmi toplantı...

Soru: Beşli gayriresmi toplantıdan sonra ne gibi gelişmeler olabilir?

Prof. Dr. Sözen: Olması gereken, beşli gayriresmi toplantıdan sonra, resmi, Crans Montana türü bir beşli konferanstır. Crans Montana’da iki müzakere masası vardı, birincisinde Kıbrıs’ın iç meseleleri, ikincisinde de birleşik Kıbrıs’ın gelecekteki güvenlik mimarisinin ne olacağı konuşuluyordu. Bence bu defa üçüncü bir masa daha eklenmeli, gayriresmi bir masa da olabilir, burada Kıbrıs’taki iki taraf ve garantör ülkeler olan Türkiye ile Yunanistan olmalı ve orada birleşik Kıbrıs’la Türkiye’nin deniz yetki alanlarının sınırlandırıldığı bir centilmenlik anlaşmasının çıkacağı bir mekanizma olmalı. Yine Crans Montana’daki gibi bir toplantı olacaksa, bunun al-verin olduğu bir yer değil, artık imzaların atıldığı törensel bir konferans olması lazım. Al-verin gayri resmi beşli toplantıyla, törensel toplantı arasındaki süreçte, daha çok kapalı kapılar ardında, Yunanistan ve Türkiye’nin de dahil olacağı bir şekilde yapılması gerekir diye düşünüyorum.

“Kıbrıs Türk toplumu çok güçlü bir şekilde ilhakı reddediyor”

Soru: İlhak konusu zaman zaman gündeme gelir, konuşulur. Seçimden sonra yine bazı çevreler bunu gündeme getirmeye başladı. Seçimde “federasyon mu, ilhak mı oylandı ve ilhak kazandı” gibi bir algı yaratılmaya çalışılıyor. Sizce böyle bir ihtimal var mıdır?

Prof. Dr. Sözen: Bu konu özellikle Türkiye’de çok konuşuluyor. Bu algıyı yaratma çabasını görüyorum, bazı çevreler bunu pompalıyor. Ben bilimsel verilerin ne söylediğine bakıyorum. Bundan 7-8 sene önce hem Kuzey’de hem Güney’de yaptığımız bir kamuoyu araştırmasını hatırlıyorum. Kuzey’de alternatif çözüm modelleri içinde bunu da sormuştuk. O zaman çıkan sonuca baktığımızda, Kıbrıs Türk toplumu %70’in üzerinde, çok güçlü bir şekilde bunu reddediyor. %15 civarında bir kesim bunu savunuyor, geriye kalanlar da kararsız veya bu konuda cevap vermeyenlerdi. Son 7 senede bu resmin belki biraz değişebileceği söz konusu olabilir ama benim düşüncem bugün %60 üstünde bir oranın böyle bir seçeneğe kesin hayır diyeceğidir. Bundan sonraki süreçte, Sayın Tatar’ın olduğu bir cumhurbaşkanlığı ve güçlendirilmiş bir UBP, milliyetçi, muhafazakar bir cephenin olduğu ve Türkiye’nin ağırlığının daha çok hissedildiği bir dönemde, özellikle de vatandaşlık verme konusunda çok cömert davranılırsa, 5-10 sene sonra ne olabileceğini bilemiyorum.

“İlhakın çok ciddi siyasi sonuçları olur”

Soru: Sizce Türkiye’nin böyle bir politikası var mı?

Prof. Dr. Sözen: Var mı hakikaten bilemiyorum. Olursa da bu hiç akıllıca olmaz. Çünkü uluslararası siyasette emsaller önemlidir. Uluslararası sisteme baktığımızda ayrılıkçı hareketler çok hoş karşılanmıyor. Son yıllarda örneklerini gördük, İspanya’da Katalanlar referandum yapmıştı, AB de bunu meşru görmemişti. Kuzey Irak’ta Kürtler yaptı, kabul görmedi. Uluslararası toplumun ayrılıkçı hareketlere ve toprak bütünlüğünü bozma konusunda çok çekinceleri var. Günün sonunda bundan birçok ülke etkilenebilir. Mesela Rusya Ukrayna’da Donbas bölgesini neredeyse kendi kontrolüne aldı, Gürcistan’da Güney Osetya, Abhazya örnekleri var ve en son olarak da Kırım. Türkiye’deki iktidar içinde değil ama daha çok “derin devlet” diyebileceğimiz çevrelerde “Bakın Ruslar Kırım’ı aldı, niye Türkiye de Kuzey Kıbrıs’ı almasın” diye düşünüyor olabilir. Buna yeltenilirse askeri güç olarak Türkiye’nin o gücü vardır, olur ama bunun çok ciddi siyasi sonuçları olur. Yarın, öbür gün sizden daha güçlü bir aktör de gelip, Türkiye’deki buna benzer ayrılıkçı grupları desteklediği zaman, toprak bütünlüğünüze tehdit geldiği zaman bundan hoşnut olacak mısınız? Bu tür hareketler emsal yaratır ve zor bir coğrafyada, kendi içinde çok ciddi bir Kürt sorunu yaşayan Türkiye gibi bir ülke için de Kuzey Kıbrıs’ın ilhakı çok akıllıca bir hareket olmaz diye düşünüyorum.

“En büyük görev Tatar’a düşüyor”

Soru: Toplumdaki kutuplaşmanın yumuşaması için ortam ne kadar müsait?

Prof. Dr. Sözen: Şu anda çok müsait değil, hala seçimin dumanı tütüyor. Deprem metaforunu kullanacak olursak, artçı depremler devam ediyor. Özellikle federasyonu savunan çevrelerde bir melankoli, hayalkırıklığı, içe dönüş devam ediyor. Burada en büyük görev yeni Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’a düşüyor. Tatar bundan sonraki söylemlerinde zafer sarhoşluğu içinde mi davranacak yoksa anayasanın da belirttiği gibi tarafsız, bütün toplumu temsil eden bir Cumhurbaşkanı mı olacak?

İkinci önemli faktör de, Türkiye’deki iktidarın bu konuları ne kadar daha deşeceğidir. Umarım aklıselim galip gelir ve bu kutuplaşmayı, ötekileştirmeyi yumuşatırız, toplumun yararına olan budur. Ama pratikte baktığımız zaman, Cumhurbaşkanı Tatar seçim öncesi olan tutumunu ve söylemini devam ettirirse, kurulacak olan hükümet yine milliyetçi ve muhafazakar ağırlıklı bir hükümet olursa, bu kutuplaşma yumuşamaz, tam tersine daha sonra daha da artar. Özellikle Türkiye’deki gelişmelere de baktığımızda, burada şiddet gösterilerinin artabileceğini bile öngörebiliriz, umarım yanılırım.

Erken seçim olursa...

Soru: Erken seçim olursa...

Prof. Dr. Sözen: Seçimde kutuplaşma artar, bu bütün dünyada böyledir. Özellikle son 5-10 yılda küresel anlamda yükselen popülist siyasetin olduğu yerlerde, popülist liderler daha kutuplaştırıcı, ötekileştirici bir dil kullanıyorlar. Daha sonra bu dili yumuşatmak daha zor oluyor.

Erken seçim olursa bugünkü aritmetikten çok farklı bir artimetik çıkabileceğini düşünmüyorum. Belki biraz daha güçlenmiş bir UBP, biraz daha güçlenmiş anamuhalefette CTP ve aşağıda daha küçülen partiler olacaktır. Son seçimden sonra seçmenin gücün yanında olmak istediğini ve UBP’ye yöneldiğini düşünüyorum, DP, YDP, HP gibi partilerin aslında giderek daha da zayıflayabileceğini öngörüyorum.

“Maraş’ta atılan adımın zamanlaması çok manidar”

Soru: Maraş’ta atılan adım ve zamanlaması konusundaki değerlendirmeniz nedir?

Prof. Dr. Sözen: Maraş konusunda Türkiye’nin bir adım atmasını öngördüğümü daha önce size söylemiştim. TMK Maraş’la ilgili başvuruları ilerletemedi. Çünkü Kapalı Maraş TMK’nın yetki alanında değil ama TMK’da Kapalı Maraş’la ilgili 300 başvuru var ve bunlar TMK’da ilerletilemediği için şimdi AİHM’de açılmaya başlandı. Türkiye ileride AİHM’de kendi aleyhine mülkiyet ihlali davalarından kurtulmak için birşey yapmalıydı. İki alternatifi vardı, ya Kıbrıs meselesini kapsamlı şekilde bir anlaşmayla çözersiniz, orada bir mülkiyet rejimi olur ve Maraş da otomatik çözülür ya da ufukta bir Kıbrıs çözümü mümkün değilse, bir adım atarsınız, o da Maraş’ı askeri bölge statüsünden çıkarıp, TMK’nın yetkisine verirsiniz. İkincisi Türkiye’ye zaman kazandırır ama problemi otomatik çözmez. Çünkü TMK birçok davayı sonuçlandırdı ama kararı hayata geçiremedi çünkü çok büyük bir kaynak sıkıntısı var. Eğer Türkiye Maraş konusunda TMK’ya kaynak aktaracaksa bu etkili bir çözüm yolu olabilir. Aksi takdirde ileride AİHM tekrar bir değerlendirme yapıp davalara etkin çözümler getiremediği için TMK’yı meşru bile bulmayabilir. Maraş’ta şimdi atılan adım bunun başlangıç noktasıdır. Ama zamanlaması çok manidar. Şeker suya düşmemişti, seçimlerden sonra doğru planlamayla bu yapılmalıydı. Son adım çok aceleye geldi ve hazırlık yapılmadan oldu. Ama Rum tarafına bir gözdağı verildi, “elimde bir kaldıraç var, ben bunu yaparım ve sen çok bir şey yapamazsın” ve daha önce dediğim gibi bu daha büyük bir pazarlık için öne sürülmüş bir adımdır. Bu pazarlıkta Doğu Akdeniz’deki deniz yetki alanlarının sınırlandırılması, oradaki kaynakların paylaşımı vardır, Doğu Akdeniz’deki sorunların daha geniş çerçevede çözülmesi vardır ve Kıbrıs da bunun önemli bir parçasıdır.

İlgili Haberler

Röportaj Haberleri