“5+BM” Kaç Eder?

AKP, iktidarını milliyetçi bir ittifak ile sürdürmeye çalışması ekonomideki çıkmazdan ve müttefikleri ile olan ilişkilerini rayına oturtmak gibi pragmatik politikalar arasından seçim yapmak istemediği algısına sebebiyet vermektedir

Serkan Tansel
serkantansel22@gmail.com

Birleşmiş Milletler (BM), bir süredir durgun bir dönem yaşayan Kıbrıs Sorunu müzakere sürecinin son durağının 27-29 Nisan 2021 tarihlerinde İsviçre’nin Cenevre kentinde, beklendiği gibi 5+1 (Kıbrıs Türk Toplumu, Kıbrıs Rum Toplumu, Türkiye, Yunanistan ve Büyük Britanya + BM) formatında gayri resmi bir toplantı şeklinde yapılacağını açıkladı. BM Genel Sekreteri António Guterres’in sözcüsü Stephane Dujarric’in de yazılı açıklamada belirttiği gibi toplantının amacı, taraflar arasında ortak bir zemin olup olmadığının ortaya çıkarılması olacaktır. Dolayısıyla ortak zemin arayışının olması, taraflar arasında esasa dair, yani görüşmelerin sürdürüleceği zemine dair ciddi fikir ayrılıklarının olduğunu gösteriyor. Bu mevzu ile ilgili olarak, esas taraflar olan Kıbrıs Türk tarafı ve Kıbrıs Rum tarafının görüşme öncesi sürece dair siyasi görüşleri ne kadar önemli ise; garantör devletler olarak Türkiye, Yunanistan ve Büyük Britanya’nın; konu ile ilgili küresel güçler olarak Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB)’nin ortaya koyacakları yaklaşım önem taşımaktadır.

Sürece müdahil olan tüm tarafların görüşlerinin yanı sıra, 2017 yılındaki Crans Montana ve sonrasında yaşananlar, Berlin toplantısı ve Kuzey Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimleri önümüzdeki gayri resmi toplantının arka planının oluşmasında etken olmuştur.

Bugüne nasıl gelindi? Crans Montana ve Berlin Süreçleri

Crans Montana’da yapılan Kıbrıs Konferansı, Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı ve Kıbrıslı Rum lider Nikos Anastasiadis arasındaki müzakere maratonu için hem bir zirve teşkil etmiş hem de çelişkili bir şekilde büyük bir “hayal kırıklığına” yol açmıştır. Crans Montana öncesi iki lider arasında her konu konuşulmuş; mutabakatlar ve ihtilaflı noktalar resmi olmasa da ortaya konmuştu. Dolayısıyla Crans Montana’daki görüşmeler bir anlamda uzlaşılamayan konuların al-ver şeklinde müzakere edilmesini içeriyordu. Tam da bu noktada BM Genel Sekreteri Guterres her iki tarafla da görüşerek, tarafların kırmızı çizgilerini ortaya koyan, sonradan Anastasiadis tarafından belge tarihi polemik konusu yapılan, “30 Haziran 2017” tarihli 6 maddelik köprü önerileri (Guterres Belgesi) taraflara sunulacaktır.

Guterres’in inisiyatif alan bu tavrına rağmen, Rum lider Anastasiadis bırakın Guterres Belgesini tartışmayı hali hazırda resmi olmasa da varılan önemli uzlaşıları reddetmeye başladı. Anastasiadis, kararlara etkin katılım ve dönüşümlü başkanlık gibi önemli uzlaşıları reddederken, mevcut zeminden uzaklaşarak desentralize federasyon diye başka bir terim ortaya attı. Bununla da kalmayan Kıbrıslı Rum lider, kapalı kapılar ardında Türkiye Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu’na iki devletli çözüm önerisini getirdi. Kapalı kapılar ardında bütün bunlar gerçekleşirken, Kıbrıslı Türk lider Mustafa Akıncı’nın Guterres Belgesi üzerinden stratejik antlaşma imzalama önerisi, yine Anastasiadis tarafından karşılık bulmadı.

Böylece, federasyondan farklı bir model ve iki devletli çözüm söylemi Türk (Türkiye) Hariciyesinin gündeminde ve açıklamalarında daha çok yer almaya başladı. Aslında, Crans Montana Konferansının çökmesi ile birlikte birkaç olumsuz sonuçtan bahsedilebilir. Bunlardan ilki, Türk Hariciyesinin federasyon fikrinden uzaklaşması, diğeri ise Anastasiadis’in konferans sırasında gösterdiği ikircikli tavrın –özellikle siyasi eşitliğe dayalı federasyon konusunda samimiyet testini geçememesi ve müzakere sürecinin zemininden kayması gibi– olmuştur. Bu olumsuz sonuçların dışında, al-ver sürecine zemin olabilecek, üzerinde müzakere yapılabilecek Guterres Belgesinin ortaya çıkması olumlu bir sonuç olarak görülebilir.

Crans Montana’dan sonra tarafların tutumunun netleşmesi için 25 Haziran 2019 tarihinde, Berlin’de gayri resmi konferansta bir araya gelindi. Berlin’deki konferansın ardından BM Genel Sekreteri Guterres’in hazırladığı metinden yaptığı açıklamada, her iki tarafın da iki toplumlu, iki bölgeli federasyon konusunda fikir birliği içinde oldukları teyit edildi. Metin içerisinde 30 Haziran tarihli Guterres Belgesine ve Güvenlik Konseyi kararında (1990 tarihli ve 716 sayılı) yer alan “eşitlik ve tüm organlara etkin katılım” ilkesine de göndermede bulunuldu. Guterres, Güvenlik Konseyi’ne sunduğu 13 Temmuz 2020 tarihli son raporunda, konsensüs konularını not etmiştir. Bir anlamda müzakere süreci fabrika ayarlarına dönmüş oldu. Anastasiadis böylece, Crans Montana’nın perde gerisinde dile getirdiği desentralize federasyon ve iki devletli çözüm gibi seçeneklerden çark etmiş oldu.

Guterres, Brexit ve Kuzey’deki seçimlerin ardından yine 5’li bir konferansta stratejik bir antlaşma imzalamak için taraflara gayri resmi bir davet yapacağını açıkladı.

Kuzeyde Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Türk Tarafında Ray Değişikliği

Müzakere sürecinde ara verilmesi ile birlikte gözler Kuzey Kıbrıs’ta yapılacak olan Cumhurbaşkanlığı seçimine çevrilmişti.  Crans Montana’daki hayal kırıklığından sonra Kıbrıslı Türk Lider Akıncı ile Türk Hariciyesi arasında Kıbrıs Sorunun çözümüne ilişkin ciddi bir fikir ayrılığı ortaya çıkmıştı. Akıncı, Kuzey Kıbrıs’taki Cumhurbaşkanlığı seçimine, önceden savunduğu gibi federasyon tezi ile girerken, Türk Hariciyesi Crans Montana Konferansının bitiminden itibaren gerek Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, gerekse Dış İşleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nun demeçleri ve söylemleri aracılığıyla; önceleri federasyondan farklı bir alternatif, sonraları ise “iki devletli çözüm” tezini savunmaya başladılar. Akıncı’nın yanı sıra Kuzey Kıbrıs’ın ana muhalefetteki sol görüşlü Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP)’nin adayı Tufan Erhürman da federasyon tezini savunarak seçime katılmıştı. Federasyon tezini savunan bu adayların karşısında ise, Türkiye Devleti’nin desteğini de alan ve benzer şekilde iki devletli çözüm tezini savunan hükumetteki sağ-muhafazakâr Ulusal Birlik Partisi (UBP) lideri Ersin Tatar yer alıyordu. Hemen hemen tüm parti liderlerinin hemfikir olduğu şekilde Türkiye Hükumetinin Tatar lehine müdahalesi ile seçimi Ersin Tatar, Mustafa Akıncı’ya karşı %52 - %48 oy oranları ile ikinci turda kazanır.

Böylece Türk Hariciyesi, bir süredir fikir ayrılığına düştüğü Akıncı yerine, iki devletli çözümü savunan yeni Kıbrıslı Türk lider Ersin Tatar ile çalışma “şansını” elde etmiş olur. Bununla birlikte Türk tarafı (Türk Hariciyesi ve Kıbrıs Türk liderliği), Berlin’deki federasyon uzlaşısından farklı olarak iki devletli çözümü savunur duruma gelerek, tabiri caizse ray değişikliğine gider. Hal böyleyken Guterres’in Berlin’de, stratejik antlaşma imzalamak üzere gayri resmi bir konferans için yapacağı çağrı havada kalmış oldu. Artık, Türk tarafındaki ray değişikliği sebebiyle Berlin’de Guterres’in açıklamada belirttiği ortak zemin yoktur. Dolayısıyla BM Genel Sekreterinin, Cenevre’de yapılacak olan konferans için yaptığı davette “ortak zemin olup olmadığının ortaya çıkmasının amaçlanacağı belirtilmiştir.

Pragmatik AKP, Milliyetçi/Muhafazakâr AKP’ye Karşı

Şimdilerde çokça sorulan fakat cevabı net olmayan soru şudur:

Özellikle uluslararası ilişkilerde pragmatik siyaseti ile tanınan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) iktidarı, nasıl olur da federasyon çizgisinden yüz seksen derece dönerek iki devletli çözüm çizgisine dönmüştür? Bu değişikliğin, Anastasiadis’in Crans Montana’daki uzlaşmaz ve ikircikli tavrından dolayı olduğunu söylemek doğru olmaz. Özellikle iç politika açısından bakacak olursak, bir süredir AKP iktidarı liberal kesimlerle bağını koparak, Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) gibi milliyetçi siyasi yapılarla ittifak kurarak kendi iktidarını konsolide etme yoluna gitmeyi tercih etmiştir. Dolayısıyla bu “milli ittifakın” etkileri, Türkiye’deki milliyetçi siyasetin mihenk noktası olan Kıbrıs siyasetinde ve Kıbrıs Sorununda da görülmeye başlandı.

Hem iç politikanın etkisi hem de dış politikadaki bölgesel güç olma hevesiyle AKP, Batıdaki müttefiklerinden uzaklaşmaya başladı. Özellikle Kıbrıs Sorunun çözümsüzlüğü Doğu Akdeniz’de Kıbrıs-Yunanistan-Türkiye ve buna ek olarak AB ekseninde, sıcak temas noktasına kadar gelen egemenlik ve hidrokarbon çatışmasına yol açtı. Kıbrıs Sorununun ötelenmesi Doğu Akdeniz’deki gerilimi azaltmadı. İçteki milliyetçi ve dıştaki şahin politika, kırılgan bir ekonomiye sahip Türkiye’yi küresel ekonominin nimetlerinden uzaklaştırmış oldu.

AKP iktidarının özellikle Joe Biden’ın ABD Başkanı seçilmesinin ardından, ekonominin de zafiyet göstermesi ile birlikte şahin dış politikasını yumuşatmaya başladığı göze çarpmaktadır. Doğu Akdeniz’deki araştırma gemilerinin bölgeden çekilmesi, Yunanistan ile diplomatik görüşmeler yapılması, ABD’nin yeni Dışişleri Bakanı Antony Blinken ile Türkiye Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu arasındaki Çavuşoğlu tarafından “olumlu” olarak nitelenen görüşme ve AB’nin Kıbrıs müzakerelerine katılmasının olumlu karşılanması, Türk Hariciyesinde bir yumuşamanın göstergesi olarak algılanabilir.

AKP, iktidarını milliyetçi bir ittifak ile sürdürmeye çalışması ekonomideki çıkmazdan ve müttefikleri ile olan ilişkilerini rayına oturtmak gibi pragmatik politikalar arasından seçim yapmak istemediği algısına sebebiyet vermektedir. Bu anomali AKP iktidarını, milliyetçi/şahin bir politika ile pragmatik/liberal politika arasında seçim yapmaya zorlayabilir.

AB’den Türkiye’ye “Havuç ve Sopa”

Cenevre Konferansına gidilirken, mart ayındaki AB zirvesinde, uzun zaman sonra AB-Türkiye başlığı altında Kıbrıs Sorunu önemli bir yer aldı. Bildiride bir yandan iş birliği ve diyalog mesajları verilirken diğer yandan ise yaptırım tehdidinin yer aldığı temkinli bir üslup hâkim oldu. Özellikle Doğu Akdeniz’de tansiyonun düşürülmesi, Türkiye ile Yunanistan arasındaki görüşmeler ve BM himayesinde Kıbrıs Sorunu ile ilgili görüşmelerin tekrar başlayacak olması memnuniyetle karşılandığı bildiride belirtildi. Diğer taraftan ise, Türkiye’nin uluslararası hukuka karşı tek taraflı eylemlerine karşın yaptırım tehdidi de bildiride yer aldı. Kıbrıs sorununun çözümüne ilişkin ise BM'nin özellikle 550, 789 ve 1251 sayılı kararları işaret edilerek, başlayacak Kıbrıs görüşmelerine gözlemci olarak katılacak olan AB'nin, müzakerelere destek için aktif rol oynayacağı belirtildi. Türk tarafının, tarafların egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün tanınması ön şartına rağmen AB, BM Güvenlik kararlarını çözümün zemini olarak gördüğünü ifade etmiştir.

Cenevre’den Ne Çıkar?

Türk tarafı, iki devletli çözüm tezi ile tarafların egemen eşitliği ve eşit uluslararası statüsünün tanınması ön şartı ile Cenevre’ye gidiyor. Aksi halde resmi müzakerelerin başlamayacağını savunuyor. Cenevre öncesi Türk tarafının pozisyonu böyle iken, Rum lider Anastasiadis’in “uluslararası camiada çözüm isteyen taraf olarak görülebilmesi için, BM Güvenlik Konseyi kararlarına ve taraflar arasındaki uzlaşılara uygun bir şekilde iki toplumlu, iki bölgeli Federasyon tezini savunması ve dile getirmesi yeterli olacaktır. Anastasiadis, Crans Montana ve Berlin konferanslarındaki konumunun tersine, siyaseten konforlu bir pozisyonda Cenevre’de olacaktır.

Günün sonunda, Cenevre Konferansının sonucu olarak iki ana senaryodan bahsetmek mümkün görünüyor:

  1. Türk tarafı ve Rum tarafının Cenevre öncesi mevcut konumlarını Konferans sürecinde korumaları neticesinde taraflar arasında ortak bir zemin olmadığı ortaya çıkacak ve BM Genel Sekreteri iyi niyet misyonunu sonlandıracaktır. Böylece görüşmeler dondurulmuş olacak, Kıbrıs’taki status quo (sürer durum) devam edecektir.
  2. İki taraftan biri mevcut pozisyonundan çark ederek diğer tarafa yaklaşacak, böylece ilerleme olduğu ve/veya olabileceği var ayılarak, yeni bir toplantı için karar alınacaktır.

Yukarıdaki senaryoların herhangi birinin gerçekleşme ihtimali; Kıbrıs Rum liderliğinden çok, Türk Hariciyesinin “iki devletli çözüm sopasını” daha ne kadar elinde tutmak istediğine bağlı olduğunu söylemek mümkündür.

Dergiler Haberleri