“Biz TMK vasıtasıyla hak sahiplerine mallarını iade edersek uluslararası yükümlülüğün bir boyutunu yerine getirmiş oluruz. Bu konjonktürde yapılabilecek en doğru ve yegane adım budur”
“Yargıtay’ın çizmiş olduğu harita bellidir. O da Türkiye’nin Nisan ayına kadar, AİHM’deki KV Mediterranean Tours Ltd’in davasıyla ilgili bir görüş dosyalamadan önce, TMK’nın 74’deki kayıtlı mal sahiplerine veya onların yasal mirasçılarına mallarını iade etmeye başlamasıdır”
“Türkiye AİHM’deki KV Mediterranean Tours Ltd davasının düşmesini veya benzer davaların önünü almak istiyorsa, süreci Nisan’dan sonraya öteleyemez, resmi bir görüş sunmak zorundadır ve Maraş’ta bir fiili açılım göstermek durumundadır”
“Doğu Akdeniz’de siyasi konjonktür maalesef bizim aleyhimize gelişiyor, Rum Yönetimi tek taraflı bir sürü adım atıyor ve hiçbir konuda tavize yanaşmıyor. Aslında Rum hükümetiyle güçlü bir pazarlık pozisyonu yaratmak için Maraş’ın elden gitmekte olduğu ve Türkleşme yolunun açıldığı kendilerine gösterilmelidir.Bu şimdi atılacak bir adım olabilir”
“Bazı yükümlülükler ve diğer ekonomik belirsizlikler, Maraş Rumlarını zamanla kendi gönül rızalarıyla mallarını elden çıkarmaya itecek. Bu aslında uluslararası hukuka uygun olacak şekilde Maraş’ın Türkleşmesinin önünü açacak”
“Bizim mevzuatımıza göre bir toprağın üzerinde bina varsa, o bina toprak sahibine aittir. Eğer Maraş’taki toprak vakıf malıysa, üstündeki otellerde vakıf malıdır. İlaveten, Maraş’ın iskana açık olan bölümü de bir zamanlar vakıf malıydı. Üzerinde başkalarının yaşadığı bu mallara sahip çıkıldı mı?”
Ödül Aşık ÜLKER
Avukat Murat Metin Hakkı, mevcut konjonktürde yapılabilecek en doğru ve yegane adımın
TMK vasıtasıyla hak sahiplerine Maraş’taki mallarını iade etmek olduğunu söyledi ve bu şekilde uluslararası yükümlülüğün bir boyutunun yerine getirilmiş olacağını belirtti.
Hakkı, “Bize en önemli uluslararası kazanımı sağlayan TMK’nın devamı ve işlerliği Maraş iadelerinin başlaması ve seri şekilde devam etmesiyle teyid edilebilecektir” dedi.
Maraş’taki malıyla ilgili AİHM’de dava açan KV Mediterranean Tours Ltd.’in avukatı da olan Hakkı, Türkiye Barolar Birliği’nin Kapalı Maraş’ta düzenlediği toplantının zamanlamasını söz konusunu davada AİHM’deki sürecin sonuna doğru gelinmekte olmasına bağladı.
Av. Murat Metin Hakkı, “Türkiye AİHM’deki KV Mediterranean Tours Ltd. davasının düşmesini veya benzer davaların önünü almak istiyorsa, süreci Nisan’dan sonraya öteleyemez, resmi bir görüş sunmak zorundadır ve Maraş’ta bir fiili açılım göstermek durumundadır. İkincisi Doğu Akdeniz’de siyasi konjonktür maalesef bizim aleyhimize gelişiyor, Rum Yönetimi tek taraflı bir sürü adım atıyor ve hiçbir konuda tavize yanaşmıyor. Aslında Rum hükümetiyle güçlü bir pazarlık pozisyonu yaratmak için Maraş’ın elden gitmekte olduğu ve Türkleşme yolunun açıldığı kendilerine gösterilmelidir. Bu şimdi atılacak bir adım olabilir” diye konuştu.
Soru: Geçtiğimiz günlerde Türkiye Barolar Birliği Kapalı Maraş’ta bir toplantı düzenledi. Kapalı Maraş’ta hareketliliğe neden olan uluslararası arenada Maraş konusundaki bazı gelişmeler mi?
Av. Hakkı:Temsil ettiğim KV Mediterranean Tours Ltd’in AİHM’de dosyalamış olduğu ve pilot dava olarak seçilen başvuruyla ilgili Mart 2019’dan sonra Türkiye hükümetinin görüş dosyalaması lazımdı. Ancak görüş vermeyi defalarca erteledi ve buna gerekçe olarak görüş yazılmasına olanak sağlayacak verilerin henüz ellerine ulaşmamasını gösterdi. En son 30 Temmuz tarihinde Türkiye hükümeti dostane çözüm amacıyla söz konusu şirkete bir tazminat önerisinde bulundu, TMK nezdindeki süreçte bir gecikme olduğunu kabul etti ve bunu tazmin edebilmek adına 6 bin Euro sembolik tazminat ve ilaveten hukuk ücretleri ve sair masraflar için 3 bin beş yüz Euro önerdi. Ancak bu başvuran tarafından kabul edilmedi. Bunun üstüne Türkiye hükümeti 27 Ocak 2020 tarihinde AİHM’e tek taraflı bir deklerasyon sundu ve “biz 9 bin Euro civarındaki tazminatı ödemeye hazırız. TMK etkin bir iç hukuk yolu olarak devam eder. Dolayısıyla bu başvurunun reddedilmesini istiyoruz” dedi. Bu tek taraflı beyana binaen Şubat ayı sonuna kadar şirketin avukatlarının bir görüş hazırlayıp sunması gerekecek. Özetle Türkiye hükümeti elbette bazı hamleler için zaman kazanmak istiyor ve kanaatimce seçimlerden sonraki dönemde AİHM’e bir görüş dosyalanması gerekecek. Bu arada Rum kamuoyunun, özellikle Maraş göçmenlerinin baskısından dolayı Rum hükümeti de sürece resmen müdahil oldu. Bu dava üç taraflı bir hukuk savaşına döndü.
“Kapalı Maraş’taki toplantının zamanlamasını AİHM’deki sürecin sonuna doğru gelmekte olmamıza bağlıyorum”
AİHM’de izlenecek strateji ne olmalıdır ve bundan sonraki açılım ne olmalıdır sorusuna cevap vermek için Türkiye Barolar Birliği’nin kendisine yakın gördüğü bir katılımcı listesiyle bir beyin fırtınası gerçekleştirmek istediğini gözlemledim ve bu beyin fırtınasıyla Türkiye hükümetinin üst düzey yetkililerine bir takım telkinlerde bulunulmak istendi. Bu, tek yönlü görüşlerin ağırlıklı olduğu bir toplantıydı. Ben bu toplantının zamanlamasını esasen AİHM’deki sürecin sonuna doğru gelmekte olmamıza bağlıyorum.
Kapalı Maraş’ta yapılan bu toplantının çok fazla bir anlam ifade etmeyeceğini düşünüyorum. Çünkü izlenilmesi gereken yol haritası aslında Yargıtay olarak oturum yapan Yüksek Mahkeme’nin 21 Ekim 2019’da benim takip ettiğim meselede verdiği kararda çizildi. O kararla ilgili süreci kısaca özetleyecek olursam, başka bir müvekkilim olan Kapalı Maraş’taki Argo Hotel’in sahibi Ioannis Ioannou ve Oğulları Emlak Şti. Ltd. adına Yargıtay’a bir başvuruda bulunmuştum. O başvurunun amacı Mağusa Kaza Mahkemesi’nin bütün Maraş’ın vakıf malı olduğuna dair verdiği kararın bertaraf edilmesiydi. İlk aşamada bu tek yargıçlı bir heyet tarafından görüşüldü ve başvurumuz reddedildi. İstinafa gittik, orada çok enteresan ve aslında Türkiye’nin AİHM nezdinde önünü açabilecek bir karar çıktı. Bu kararın iki boyutu var. Birincisi müstedi şirketin aleyhine olan boyutudur, ki bu da 2005’te Gazimağusa Kaza Mahkemesi’nin Maraş’ın vakıf malı olduğuyla ilgili ilam kararını bertaraf etmeyi reddetmesidir. İkincisi de, ki esas can alıcı nokta buradadır, mahkeme “TMK her halükarda 1974 tapu kütükleriyle bağlıdır, onun gerisine bakamaz ve herhangi bir sahtekarlık, usulsuzlük olup olmadığı konularına giremez” dedi. Mahkeme “siz her halükarda TMK’ya başvuran bir tüzel kişi olarak hakları olumsuz etkilenen kişi değilsiniz” dedi. Mağusa mahkemesi kararı kağıt üzerinde kaldı ama TMK için bir pranga olmaktan çıktı. Yargıtay’ın çizmiş olduğu harita bellidir. O da Türkiye’nin Nisan ayına kadar, AİHM’deki KV Mediterranean Tours Ltd’in davasıyla ilgili bir görüş dosyalamadan önce, TMK’nın 74’deki kayıtlı mal sahiplerine veya onların yasal mirasçılarına mallarına iade etmeye başlamasıdır. Takas ve tazminat seçenekleri de vardır ama ağırlıklı olarak talep edilen iadedir. Bence bu olası süreci psikolojik yönden etkilemek için de bu toplantı düzenlenmiş olabilir.
Soru: Bu toplantının açılışında yapılan konuşmalarda Maraş’ın KKTC toprağı olduğu, aynı zamanda uluslararası hukuk çerçevesinde hareket edileceği, insan hakları bakımından eski sahiplerinin gelebileceği, yerleşebileceği ve BM’ye ters düşmeyecek şekilde adımlar atılacağı söylendi. Sonuç bildirgesinde de “Bu açılım için de en uygun araç Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) etkin bir iç hukuk yolu olarak kabul ettiği Taşınmaz Mal Komisyonu’dur (TMK). Bu bağlamda, Kapalı Maraş’ın 1974 öncesi sakinlerinin ve hak sahiplerinin menfaatlerini gözetecek şekilde, uluslararası hukuka ve hakkaniyete uygun olarak açılması öngörülmelidir” denildi. Tüm bunları nasıl değerlendiriyorsunuz? Maraş’ta uluslararası hukuka uygun olan en uygun adım ne olur?
Av. Hakkı: Maraş’ın KKTC kontrolünde bir alan olduğu hukuksal olarak doğrudur. Nitekim bu karara bağlanan ve Maraş’la ilgili ilk pilot dava olan Xenides-Arestis davasında da gündeme geldi ve “Türkiye hükümeti buradaki Kıbrıs Türk makamları vasıtasıyla bu bölgeleri etkin ve fiili bir şekilde kontrol etmektedir ve bütün hukuki sorumluluk Türkiye’ye aittir” dendi. Yargıtay kararında da Kapalı Maraş’ın Anayasa’nın 159’uncu maddesi kapsamında olduğu ve TMK’nın yetkisi dahilinde olduğu teyid edildi. O yüzden “Maraş KKTC toprağıdır” iddiasında ben herhangi bir hata görmüyorum. Öte yandan BM Güvenlik Konseyi’nin 550 sayılı kararında “KKTC’nin ilan edilmesi uluslararası hukuka aykırıdır”, “Maraş yasal sakinlerinin dışında kimsenin iskanına açılmamalıdır” ve “ilk önce BM gözetiminde devredilmelidir ve iade BM çerçevesinde yapılmalıdır” denilmektedir. Biz TMK vasıtasıyla hak sahiplerine mallarını iade edersek uluslararası yükümlülüğün bir boyutunu yerine getirmiş oluruz. Bu konjonktürde yapılabilecek en doğru ve yegane adım budur. Onun ötesinde BM Güvenlik Konseyi kararlarında beyan edilen diğer hususları şimdi uygulayamayız. Ben herhangi bir uluslararası makamın, AİHM ve AB dahil, 74 hak sahiplerine ya da onların yasal mirasçılarına bu mallarını iade edilmesine tepki göstereceğini düşünmüyorum.
“TMK’nın işlerliği teyid edilebilecek”
İlaveten yerel ve milli siyasetimiz açısından bunun çok önemli birkaç boyutu olabileceğini düşünüyorum. Bize en önemli uluslararası kazanımı sağlayan TMK’nın devamı ve işlerliği Maraş iadelerinin başlaması ve seri şekilde devam etmesiyle teyid edilebilecektir. Diğer yandan Maraş sakinleri malları kendilerine iade edilince fiili bir çok sıkıntılar yaşayacaktır. Mesela proje onaylatmak için KKTC Şehir Planlama Dairesi’ne başvuracaklar, Kıbrıslı Türk bir mimara projelerini yaptıracaklar, belediyeden ve muhtelif odalardan vize alacaklar, Maraş’ta çalışacak işçiler için Sosyal Sigorta, İhtiyat Sandığı primleri ve belediyeye emlak vergisi ödeme yükümlülükleri doğacak. İstedikleri iş makinelerini kuzeye geçiremeyecekler. Bu yükümlülükler ve diğer ekonomik belirsizlikler, Maraş Rumlarını zamanla kendi gönül rızalarıyla mallarını elden çıkarmaya itecek. Bu aslında uluslararası hukuka uygun olacak şekilde Maraş’ın Türkleşmesinin önünü açacak. İnşaat faaliyetleri ekonomiye motor olacak. Elbette bu bir gecede olabilecek birşey değildir. 40 bin civarında Maraş göçmeni Rum olduğunu doğru kabul edersek, TMK’nın bu başvuruları ele alması ve sonuçlandırması en az 5-6 yıl alacak. Bu süre, Kıbrıslı Türk makamlara bu bölgenin planlaması ve inşa işlerinin nasıl olacağıyla ilgili strateji belirleme ve kademeli olarak uygulamaya koyabilme fırsatı verecektir. Mevzuatımızda da bazı değişiklikler yapılabilirse, özellikle kentsel dönüşüm konusunda uzmanlaşmış Türkiyeli şirketlerin Kıbrıslı Türk şirketlerle konsorsiyum kurmalarının yolları açılabilirse, bu şirketler o bölgede yegane iş yapabilecek şirket olarak ya bu mallarda inşaat karşılığı hak sahibi olacaklar ya da o malları satın alacaklar. Dolayısıyla bu mallar Rum hak sahiplerinin kendi gönül rızalarıyla yavaş yavaş ellerinden çıkacak ve Türkleşecek.
“Hükümetimiz ürkek”
Soru: “Maraş’ın çoğunluğu vakıf malıdır” iddiası ne olacak?
Av. Hakkı: Bu iddialarla hemfikir olmadığımı daha önce de anlattım. Hükümetimiz aslında ürkek, “bu iddianın arkasında durmazsam milliyetçi kesim beni eleştirebilir” diye düşünüyor ama bir yandan da AİHM’de ciddi bir hezimete uğranılması ihtimali ve Türkiye’nin daha büyük sıkıntıya girmesi söz konusu... İki tarafı da tatmin edecek bir formül geliştirebileceklerini düşünüyorlar ama bu kesinlikle mümkün değildir. Yapılabilecek tek şey, hak sahiplerine mallarını TMK aracılığıyla iade etmektir.
Türkiye Cumhurbaşkan Yardımcısı Sayın Oktay’ın konuşmasında bir nokta dikkatimi çekti, Sayın Oktay, “Vakıf malları hiçbir şekilde satılamaz” dedi. Bu genel bir kaide olarak doğrudur ancak bazı araştırmacıların dikkatinden kaçan bir hususun altını çizmek isterim. 1878’de Osmanlılarla İngilizler arasında imzalanan malum anlaşmadan sonra Sultan 2. Abdülhamit, 1 Temmuz 1878’de adanın valisi olan Sadık Paşa’ya, mutasarrıfı olan Ahmet Paşa’ya ve adanın naibi ve müftüsüne hitaben bir ferman tebliğ etti. Bu fermanda ilgili şahısların ve diğer yetkililerin İngiliz yetkilileriyle tam işbirliği içinde olmaları talimatı veriliyordu. İlaveten İngilizler tarafından Osmanlı Hükümeti’ne ödenecek belli bir miktar vardı, onun tahsilatına yardımcı olmak için gerekirse miri ve vakıf arazilerinin serbetçe satılabilmesi konusunda yetki veriliyordu. Kimdir bu Abdülhamit? İslam halifesidir. Peki, halife ne demek? Peygamberin vekili, Allah’ın yeryüzündeki gölgesi demek. Dolayısıyla Türkiye Cumburbaşkanı Yardımcısı Sayın Oktay’ın belirttiği kaide genel teamül olarak doğrudur fakat Sultan 2. Abdülhamit zamanında bu ferman doğrultusunda vakıf mallarının satılabileceğiyle ilgili bir düzenleme yapılmıştı. Bu tarihsel olguyu düzeltmekte fayda görüyorum.
“Maraş’ın iskana açık olan bölümü de bir zamanlar vakıf malıydı. Üzerinde başkalarının yaşadığı bu mallara sahip çıkıldı mı?”
“Maraş vakıf malıdır” konusu belirli zamanlarda gündeme getiriliyor, insanımızın milli hassasiyetleriyle oynanıyor, bu Vakıflar Örgütü’ne de zarar veriyor ve toplumda bazı gerçekçi olmayan beklentiler yaratıyor. Bu konu aslında 1975’ten beri belirli aralıklarla gündeme getiriliyor. Örneğin 1979’da Kiprianu ile imzalanan Doruk Anlaşmaları ile aynı dönemde, geçenlerde hayatını kaybeden, çok dürüst ve saygıdeğer bir hukukçu olan Oktay Feridun’a
Maraş’ın vakıf malı olduğu iddiasını ileri götüren bir dava açması söylendi. Bu dava açıldı, hatta hükümet aleyhine bir ara emri alınarak Maraş konusunun toplumlararası görüşmelerde tartışılmaması sağlandı. Ancak Kiprianu ile yapılan Doruk Anlaşması’nın beşinci maddesi Maraş’ın yasal sakinlerine iadesiyle ilgili çalışmalar yapılmasını öngörüyordu. Aslında bu kendi kendimizle tutarlı olmadığımızı ve “Maraş vakıf malıdır” iddiasına inanmadığımızı gösteriyor. 1979’dan 2004’e, Arestis davası AİHM’in gündemine gelene kadar, 25 yıl boyunca “Maraş vakıf malıdır” edebiyatı gündeme getirilmedi. 1979’dan 2004’e kadar olan süreçte, Türkiye hükümetleriyle istişare halinde, Maraş defalarca Rumlara önerildi. Eğer Maraş vakıf malıysa neden Rumlara defalarca önerildi? Ayrıca Maraş’ın vakıf malı olduğu 1970’lerden itibaren biliniyorsaydı, Maraş bölgesindeki vakıf malları neden yağmalandı? Bizim mevzuatımıza göre bir toprağın üzerinde bina varsa, o bina toprak sahibine aittir. Eğer Maraş’taki toprak vakıf malıysa, üstündeki oteller de vakıf malıdır. İlaveten, Maraş’ın iskana açık olan bölümü de bir zamanlar vakıf malıydı. Üzerinde başkalarının yaşadığı bu mallara sahip çıkıldı mı?
TMK’ya kaynak yaratma...
Soru: Son dönemde TMK’ya kaynak yaratmak amacıyla emlak vergilerine zam yapılması gündemde. Bu konuya tepkiler var. Sizin bu konudaki değerlendirmeniz nedir?
Av. Hakkı: Emlak vergilerinin artırılması konseptinde olumsuz bir yan görmüyorum. Çünkü eğer Kuzey’deki Rum malları Türkleştirilirse bundan öncelikle Rum malını tasarrufunda bulunduranlar fayda sağlayacaktır. Ancak bunun genel olarak ekonomiye de olumlu etkisi olacaktır. Dolayısıyla Rum malında oturmayanlar da ekonomideki hareketlilikten, ülkenin daha yasal zemine oturmasından menfaat sağlayacaktır. Dolayısıyla emlak vergileri konusunu çok eleştirmiyorum ancak eksik buluyorum. Bunun yanında başka önlemlerin de alınması gerektiğini düşünüyorum. Mesela,ek olarak Rum mallarıyla ilgili devir harçlarının biraz artırılması, casino-betting harçlarının artırılması ve şerefiye vergisi olabilir. Şerefiye vergisinden kastedilen, Rum orijinli bir mal TMK aracılığıyla aklanması durumunda kıymeti artacaktır. Türkiye hükümeti “Anadolu insanım zaten malın tazminatını Rum’a ödedi, sen de malının değerindeki artıştan dolayı elini cebine atmalısın” diyor. Türkiye hükümeti bildiğim kadarıyla bu konuda çok ısrarcıdır. Bu konu yasalaşırsa malı tasarrufunda bulunduran kişi, satış ya da devir yapması durumunda, malın değerindeki artış üzerinden %20’lik bir ek vergi ödeyecek.
Öte yandan gerçek eşdeğercilerin de bazı sitemleri olabilir. Örneğin “Limasol’daki çok kıymetli malımdan feragat ettim, devlete temlik ettim. Malımdan feragat etmişken ve mağdurken neden ekstra vergi ödeyeyim?” diyenler olabilir. Bunu aşmanın da bence basit bir yolu vardır. Bu konuda şikayetçi olan kişi Rum tapusundan €20 verip araştırma belgesi alarak, eşdeğer alırken Güney’de bıraktığını beyan ettiği mallarının halen kendisi ya da atası adına olduğunu veya Rum hükümeti tarafından istimlak edildiğini belgelerse şerefiye vergisinden belli oranda muaf olabilir. 1985’ten sonra Kuzey’de Rum mallarına koçan verilirken pek çok yalan beyan yapıldı, bir bırakıp elli alanlar oldu. Yalan beyanda bulunanlar Rum tapusundan mallarını belgeleyemeyeceği için bu vergiyi ödemek durumunda kalacaktır. Bence bu adil bir çözüm olabilir, hem gerçek eşdeğer mağdurlarını tatmin eder, hem de haksız zenginleşme elde eden kişilere bir bedel ödetilebilir.
Soru: Hükümet Maraş’ı açma konusunda kararlı olduğunu ve bunun seçimden sonra olacağını söylüyor...
Av. Hakkı: Ben bu iddianın doğru olabileceğini düşünüyorum. Dediğim gibi, birincisi olayın AİHM boyutu var, Türkiye AİHM’deki KV Mediterranean Tours Ltd davasının düşmesini veya benzer davaların önünü almak istiyorsa, süreci Nisan’dan sonraya öteleyemez, resmi bir görüş sunmak zorundadır ve Maraş’ta bir fiili açılım göstermek durumundadır.
İkincisi Doğu Akdeniz’de siyasi konjonktür maalesef bizim aleyhimize gelişiyor, Rum Yönetimi tek taraflı bir sürü adım atıyor ve hiçbir konuda tavize yanaşmıyor. Aslında Rum hükümetiyle güçlü bir pazarlık pozisyonu yaratmak için Maraş’ın elden gitmekte olduğu ve Türkleşme yolunun açıldığı kendilerine gösterilmelidir. Bu şimdi atılacak bir adım olabilir.
“İleride atılabilecek bir adım, KKTC’nin yerine Kıbrıs Türk Devleti’nin ilan edilmesi”
İleride atılabilecek bir başka adım ise, ki bu Türkiye hükümeti çevrelerinin ve buradaki bazı çevrelerin aklından geçen bir noktadır, KKTC’nin yerine Annan Planı’nda da öngörülen Kıbrıs Türk Devleti’nin ilan edilmesidir. Bu yolla KKTC’yi yok hükmünde sayan, uluslararası hukuka göre geçersiz olduğunu beyan eden BM Güvenlik Konseyi kararlarının bir ölçüde by-pass edilmesiyle Kıbrıslı Türklerin birçok noktada dünya ile resmi ya da gayrı resmi diyaloğunu, ticaretini artırabilmesi gündeme gelebilir. Limasol açıklarındaki gaz yataklarında hisse hakkı iddiası daha güçlenebilir. Ama öncelikle çok büyük bir engel olan Maraş konusunun aşılması ve rayına oturtulması lazım. Sonra KKTC’nin Kıbrıs Türk Devleti’nin ilanı yoluyla Tayvanlaştırılması, uluslararası camiada daha fazla kabul görmesi sağlanabilir. Böyle bir durumda, iki konuda da hedefler tutturulabilirse biz anlaşmak için Rum tarafının peşinde koşan taraf olmaktan çıkacağız, Rumlar bizim peşimizden koşacak. Maraş konusu kısa vadede, diğeri de orta ve uzun vadede ileri götürülürse iyi olur. Kıbrıs Türk Devleti’nin ilan edilmesi durumunda, halkın yaşamında fiilen hiçbir değişiklik olmayacak, sadece dolaylı yönden Kıbrıs Türk Federe Devleti sistemine, ki uluslararası camiada daha fazla kabul gören ve 1960 Kıbrıs Cumhuriyeti’nin kuzeydeki ayrılıkçı olmayan kanadı olarak algılandığı için doğrudan ticaret yapmamıza cevaz veren bir sistemdi, farklı bir isim altında geri dönmüş olacağız.
“Rumlar toplum olarak bizden daha atak”
Soru: Hep Kuzey’deki Rum mallarının konuşulduğu, Güney’deki Türk mallarıyla ilgili birşey yapılmadığı konusunda da zaman zaman şikayetler dile getiriliyor...
Av. Hakkı: Rumlar toplum olarak bizden daha atak ve haklarını çok daha önce aramaya başladılar. Türkiye aleyhine ilk pilot mal-mülk davası olan Loizidu davası 1989’da başlatıldı ve 1996’da sonuçlandı. Emsal teşkil etti ve onu binlerce başvuru takip etti. O dönemki yönetim maalesef Rum tarafının dava edilmesinin, Rum tarafının uluslararası camiada Türkler tarafından tanındığına dair algı oluşturabileceğine hükmetmişti ve açılabilecek davaları teşvik etmedi, hatta açılmaması yönünde telkinde bulundu. Kıbrıslı Türkler olarak biz 2010’dan sonra hakkımızı aramaya başladık. Nezire Adnan Sofi davası Rum Yönetimi aleyhine açılmış ilk pilot davaydı ancak emsal yaratamadan dostane bir şekilde çözüldü.
“Türk mallarıyla ilgili adım atmış olsaydık, köpeksiz köyde değneksiz gezemeyeceklerdi”
Soru: Barutçuzade Ahmet Vasıf Efendi Vakfı’nın Güney Lefkoşa’daki malları konusunda bir dava açtığınız basına yansımıştı. Son durum nedir?
Av. Hakkı: Ben 2009’da Rum Barosu’na 1974’ten sonraki ikinci Türk üye olarak kaydoldum. Baro kayıt ruhsatımı alır almaz yaptığım ilk iş Türk mallarıyla ilgili olarak Rum hükümetini dava etmek oldu. Barutçuzade Ahmet Vasıf Efendi Vakfı’nın mallarıyla ilgili süreç 2010’da başladı ve 2012’de Lefkoşa Kaza Mahkemesi’ndeki bazı davalar sonuçlandı, yaklaşık 2 ay önce de Rum Yüksek Mahkemesi’nde davalar sonuçlandı. Bu vakfın mallarıyla ilgili AİHM’de başvuruyu Mart 2020’de yapıyoruz.
Erken yola çıkan erken yol alır. Rumlar 1989’da yola çıktı, 1996’da ilk neticeyi aldı. Biz ise AİHM’de, doğru düzgün prosedürü takip eden ilk dava olarak 2020’de yola çıkacağız ve netice almamız birkaç yıl alacak. Eğer Türk mallarıyla ilgili daha önce adım atmış olsaydık, sadece Kuzey’deki Rum malları değil, Güney’deki Türk malları da konuşuluyor olacaktı ve Rum tarafı Türk tarafı aleyhine açılan Loizidou, Orams gibi davalarda bu kadar agresif olamayacaklardı. Yani köpeksiz köyde değneksiz gezemeyeceklerdi. AİHM’de bu dava kazanılırsa benzer onlarca dava açılacak ve Rum hükümeti de uzun vadede bizdeki TMK benzeri bir mekanizma kurmaya zorlanabilecektir.
Avukat Murat Metin Hakkı, 1979’da hükümet aleyhine bir ara emri alınarak Maraş konusunun toplumlararası görüşmelerde tartışılmamasının sağlandığını ancak Kiprianu ile yapılan Doruk Anlaşması’nın beşinci maddesinde Maraş’ın yasal sakinlerine iadesiyle ilgili çalışmalar yapılmasının öngörüldüğünü kaydetti.
Av. Hakkı, Sultan 2. Abdülhamit zamanında bir ferman doğrultusunda vakıf mallarının satılabileceğiyle ilgili bir düzenleme yapıldığını belirtti.
Yargıtay olarak oturum yapan Yüksek Mahkeme’nin TMK’nın 1974 tapu kütükleriyle bağlı olduğu, onun gerisine bakamayacağı, herhangi bir sahtekarlık, usulsuzlük olup olmadığı konularına giremeyeceğine dair kararı....