‘Anavatanımız’ın bağrından kopup, dağları delmediyse de denizleri borularla aşıp gelen ab-ı hayat, yani hayat suyu ‘yavruvatan’ ahalisinin gırtlağında kaldı!
‘Yavruvatan’ ahalisi sanmıştı ki ‘anavatan’ o suyu, Kıbrıslı Türk soydaşlarının yüzü suyu hürmetine gönderiyordu adaya…
Hiç ‘ana ile yavru’ arasında akçalı işler girer miydi zaten?
Bir ‘ana’, ‘yavrusu’na verdiği sütün, yedirdiği yemeğin, içirdiği suyun, onun için döktüğü alın terinin hesabını tutar mıydı?
‘Yavru’ serpilip büyüse, buluğdan ergenliğe, oradan gençliğe ve nihayetinde yetişkinliğe sıçrasa dahi, dönüp ‘yemek, içmek ve emek’ hesabı keser, faturasını yollar, dönüp tahsilatını da yapar mı hiçbir ‘ana’?
Peki ama ne oldu da böyle oldu?
***
Ab-ı hayat geldi, lakin aylardır şebekeye verilmedi.
Neydi beklenen peki?
‘Yavruvatan’ ahalisi adına, mevcut hükümetin ‘OK’ demesi, suyun veriliş şartlarını kabul etmesi, itiraz etmemesi…
Ama olmadı.
‘Yavruvatan’ ahalisi adına devr-i hükümetin iri ortağı buna biat etmedi, kabul vermedi, şükranlarını sunmadı.
Hal böyle bir halde seyredince, merkez-ül idare-i ‘Anavatan’ buyurdu ki “Ol ab yavruvatangillere verilmeye!..”
Verdiler suyu ovaya, tarlaya…
Sonra da deniz-i deryaya…
***
Bozdular ikdidar-ı vatan-ı yavruyu…
Yenisini düzdüler bilahare ve pek de acele…
Sonra onlar vardı divan-ı Ankara’ya…
Dediler ki “Haşa, biz eder miyiz hiç münazara?”
Kaptılar, geldiler ellerinde bir evrak-ül ab…
Dediler “İşte hendek, işte deve, işte Halep işte arşın”
Belediye-ül yavru-vatanlar derde düştüler, od sardı hepsini birden…
Dediler “Pek müşküldür bu akçeyi bulmamız, varmayız devr-i seneye, tekmilimiz birden batarız!”
Dinlemedi mebus-u İçişleri, dedi “Tiz verin kararı, yoksa size ab mab yok…”
***
Soran olmadı ahaliye ‘vatan-ı yavru’da, “Sen ne dersin, ne korsun ey vatandaş diye…
Var mı paran, yok mu cebinde?
Kim ödeyecek ab-ı hayatın ceremesini?
Bu gidişle ozan edecekler her birimizi…
Kana kana değil, damla damla içilecek artık su da…
Bir hava kaldı şimdilik, yoksa gider mi o da?