Amerika Birleşik Devletleri (ABD) geçtiğimiz günlerde 33 yıldır “Kıbrıs Cumhuriyetine” uyguladığı silah ambargosunu kaldırdığını açıkladı. Bu kararı Kıbrıslı Rumlar memnuniyetle karşılarken, Türkiye ve KKTC’deki yetkililer tepki gösterdiler. Bugün yaşadığımız silah tartışması 1950’lerden beri devam etmekte ve iki toplum arasında büyük gerilim yaratmaktadır. Çeşitli dönemlerde gündeme silahlanma krizleri, Türkiye ve Yunanistan’ı da sorunun içine çekmiş, sorun çözümlenemeyince de çoğu kez ABD arabuluculuk yapmak zorunda kalmıştı. ABD’nin geçmişte silahsızlanma önerisi yaptığı Kıbrıs’taki iki toplumdan birine, bugün silah satma kararı alması ilginç olabilir. Ama iki toplumun sahip olduğu silahların önemli bir kısmının ABD kaynaklı olduğu da hatırlanmalıdır. ABD açısından Kıbrıs Cumhuriyeti kurulurken alınan prensip kararı değişmemiştir. Buna göre, Kıbrıs Batı Dünyası dışından silah almamalıydı. Geçmişte bu kararın dışına çıkılması, ABD ve garantör güçler tarafından engellenmişti. Bu yazı, geçmişte Kıbrıs’ta yaşanan silah krizlerini, ABD’nin 1987’deki Kıbrıs Rumlarına yönelik ambargo kararını ve yakın zamanda bu kararın kaldırılmasının gerekçelerini, tarihsel bir bakış açısıyla sunmayı hedeflemektedir.
1950’li Yıllar ve Cumhuriyetin İlk Dönemi
Yazıda, 1950’li yıllarda Kıbrıs’a yasadışı olarak getirilen silahlar konusu fazla tartışılmayacaktır. O dönem Birleşik Krallık’ın kolonyal güç olarak adayı yönettiği yıllardı ve Kıbrıslı Rumlar, enosisi diplomatik yollarla gerçekleşmeyeceğine inandıklarından güç politikasını tercih ettiler. Bu politika bağlamında Kıbrıslı Rumlar Yunanistan’dan adaya silah getirmeye başlayınca, Kıbrıslı Türkler de, kendi “güvenlik” kaygıları nedeniyle adaya silah getirmeyi hedeflediler. EOKA’nın önce Birleşik Krallık’a karşı başlattığı silahlı mücadele, 1958’de Kıbrıslı Türklerin de devreye girmesiyle iç çatışmaya dönüştü.
EOKA ve TMT’nin silahlı mücadeleleri enosis veya taksimi gerçekleştiremeyince, özellikle ABD’nin teşviki ve Türkiye ile Yunanistan’ın gayretleriyle, (enosis ve taksim arasında bir çözüm olduğuna inanılan) Kıbrıs Cumhuriyeti kuruldu. ABD, yeni dönemde üç garantör ülkeden ikisi olan Türkiye ve Yunanistan’ın Kıbrıs’taki “kendi toplumlarının” güvenlik ihtiyaçlarının karşılamalarını talep etti. Bu politika çerçevesinde, Kıbrıs’ın güvenlik ihtiyacı iki NATO ülkesi olan Türkiye ve Yunanistan tarafından karşılanacak ve Sovyet Blokundan silah alımı yapılmayacaktı. Cumhuriyetin iki toplumlu yapısının bozulduğu 1964’e kadar, bu politika başarıyla devam etti. Ancak 1963 sonunda, Kıbrıs’ta toplumlararası çatışmalar başlayınca durum değişti ve sorunlar yaşanmaya başladı.
1964’te Silah Krizi
Toplumlararası çatışmalar başlayınca, Türkiye ve Yunanistan “kendi” toplumlarını desteklediler. İki toplum Batı kaynaklı silahlarla çatışmayı sürdürürken, durumun farklılaştığı ABD Büyükelçisi Belcher’in 22 Mayıs 1964’te Washington’a gönderdiği mesajla ortaya çıktı. Mesaj, Makarios’un NATO kaynakları dışından silah tedarik etttiğini bildiriyordu. Silahlar Mısır’dan geliyordu, ancak anlaşmanın finansörü Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği (SSCB) idi. Çalışma Bakanı Tasos Papadopulos, Belcher’e Kıbrıslı Türklerin adaya yaptığı silah kaçakçılığının durmaması halinde bu silahlarla harekete geçeceklerini iddia ediyordu. ABD hızla adaya NATO ülkeleri dışından silah ithal edilmesine karşı olduğunu açıkladı. ABD adaya silahların ithaline karşıyken, NATO’a silah ambargosu koymayı düşünmüyordu. 26 Mayıs’ta Dışişleri Bakanı Rusk, böylesi bir konunun tartışılmasını bile istemediğini ABD’nin NATO daimi temsilcisine bildirdi. Bunun nedeni, NATO’nun alacağı bir ambargo kararının Kıbrıslı Rumların adaya silah ithalini engellemeyecek olmasıydı. Makarios, Belcher’e silaha ihtiyaçları olduğunu ve bunları Batıdan alamadıkları için Doğuya yönelmek zorunda kaldıklarını anlattı. O dönemde, “Akdeniz’de bir Küba’nın” yaratılması fikri Washington açısından gerçek bir tehdit olarak algılanıyordu. Kıbrıslı Rumların SSCB’den ithal ettikleri malzeme arasında tanklar, uçaksavarlar, devriye botları, ve SAM füzeleri bulunuyordu. ABD’nin Moskova Büyükelçisi Kohler’e göre, SAM füze anlaşması Kipriyanu’nun Moskova ziyaretinde karara bağlanmıştı. Özellikle füze anlaşması, ABD’li yetkililerde şok etkisi yaratmıştı. Bunun esas nedeni, SAM’ların askeri değeri değil, Büyükelçi Belcher’in 8 Mart’taki raporunda belirttiği gibi yaratacağı psikolojik etkiydi.
Washington’un şiddetli baskısı sonucunda Yunanistan, SAM füzelerini Kıbrıs’a taşıyan gemileri durdurmayı başardı ve silahlar Mısır’a geri götürüldü. Başkan Johnson bu kriz nedeniyle Türkiye’nin adaya askeri müdahalesini, kendi adıyla anılan mektubu İnönü’ye yollayarak engelledi. Ayrıca, Türkiye ve Yunanistan arasındaki olası bir savaşın engellemesi için Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı George Ball’u bölgeye gönderdi. ABD’nin girişimleri Türkiye’nin adaya çıkmasını ve Yunanistan’la savaşmasını engelledi ama özellikle Ankara üzerindeki siyasi sermayesini büyük ölçüde tüketti. ABD’nin gönderdiği Johnson Mektubu, Türkiye’nin SSCB’le yakınlaşmasının nedenlerinden biriydi.
Çek Silah Krizi (1)
Doğu Bloku ülkelerinin Kıbrıs sorununa dahil olmasının engellenmesi, ABD’nin 1950’lerden beri önceliklerinden biriydi. 30 Kasım 1966’da Paris’teki ABD yetkililerinden gelen bir mesaj, Washington’u harekete geçirdi. Bu mesaj, Kıbrıslı Rumların Çekoslovakya’dan aldığı ağır silahların Limasol limanına ulaştığını belirtiyordu.
Türkiye diplomatik bir girişimle Çekoslovakya’nın ikinci nakliye işlemini durdurabildi. Dışişleri Bakanı Çağlayangil, Paris’te bulunan Rusk’a eğer silahlar etkisiz hale getirilmezse Ankara’nın “çok sert önlemler alacağını” söyledi. Rusk, Çağlayangil’in blöf yapmadığı anlamıştı. Türkiye çok kızgındı çünkü Kıbrıslı Rumlar silah alımının yanısıra, Kıbrıslı Türklere karşı Milli Muhafız Ordusunun güçlendirmeye, Kıbrıs Türklerine yönelik ekonomik kısıtlamaya ve onları yerleşim bölgelerinden çıkarmak için askeri baskıya başlamışlardı.
ABD, Kıbrıslı Rumların silah alımından oldukça rahatsızdı çünkü bu gelişme Türkiye-Yunanistan arasında devam eden diyaloğu sona erdirebilirdi. ABD’nin ağır baskısı sonucunda Yunan Hükümeti acil bir şekilde Makarios’tan silahların Kıbrıs’taki Yunan Ordusunun kontrolü altında depolamasını istedi. Bu arada, Türkiye ile yumuşama yaşayan SSCB de Soğuk Savaş koşullarına rağmen Makarios’un bu hareketini eleştirmiş ve sürpriz bir şekilde müttefiki Çekoslovakya’yı, silah sevkiyatından dolayı kınamıştı. Rusk, Yunan-Türk ilişkilerinin bozulmasını engellemek için U Thant’ı silahları BM gözetimi altına almaya zorladı. Rusk bu arada, Kiprianu ile 16 Kasım’da Paris’te buluştu ve Makarios’a bir mesaj iletti: Makarios Batı Dünyasındaki tüm dostlarını kaybediyordu. Kıbrıs’taki ABD yetkilileri de Grivas’ı uyararak Milli Muhafız Ordusunu güçlendirme programını durdurmasını istediler. Türkiye adadaki güç dengesini yeniden kurmak için Kıbrıs’a havadan silah ve mühimmat indireceğini açıklayınca ABD bir kez daha kendini çatışan ve savaşın eşiğine gelen tarafları sakinleştirmeye çalışırken buldu. Makarios 6 Şubat’ta silahların BM gözetimi altına alınmasını kabul edince ABD rahatladı. Makarios silahların Yunan Ordusunun kontrolüne geçmesini istememişti çünkü bir gün bu silahlar kendisine karşı kullanılabilirdi.
Çek Silah Krizi (2)
1971 Kıbrıs’ta Makarios ve Grivas güçlerinin çatışmaya başladığı yıldı. Bu nedenle Ocak 1972’de Makarios, Grivas’a karşı polis gücünü güçlendirmek için Çekoslovakya’dan 4000-5000 adet hafif silah ve top aldı. Atina 6 Şubat’ta, bu silahların komünist unsurların eline geçeceği gerekçesiyle Ulusal Muhafız Ordusunun kontrolüne verilmesini istedi. Makarios buna karşı çıktı. Çünkü hem Grivas’a karşı korunma ihtiyacı olduğunu düşünüyordu, hem de Ulusal Muhafız Ordusunun bu kontrolu yapacağına dair bir inancı yoktu. Makarios, Yunanistan’ın mesajına resmen cevap vermedi ancak Atina’ya gizli bir şekilde, Grivas’ın adadan ayrılacağı güne kadar Çek silahlarını teslim etmeyeceği mesajını verdi.
Türkiye silah konusunu ilk aşamada Yunanlıların bir iç işi olarak gördüğünü açıklamasına rağmen daha sonra ABD, Birleşik Krallık ve BM’ye, “silahların Makarios’un kontrolünden uzaklaştırılması için ciddi adımlar atılması” gerektiğini duyurdu. Çünkü 1966’da depolanan Çek silahları daha sonra Kıbrıslı Türklere karşı kullanılmıştı. ABD krizin çözümü için Sisco’yu özel temsilci olarak bölgeye gönderdi. Sisco arabuluculık çalışmalarını sürdürürken, silah ithalatını “birinci sınıf kriz” olarak değerlendirdi.
Makarios üzerindeki yoğun baskılar sonucunda 10 Mart 1972’de silahların güvenli bir BM kontründe depolanıp denetlenmesini kabul etti.
ABD’nin Kıbrıs Cumhuriyetine Silah Ambargosu
ABD 1987’de Kıbrıs’ta silahlanma yarışını engelleyip görüşmelerin başlamasını sağlamak için Güney Kıbrıs’a silah ambargosu koydu. Aslında ABD’nin silah ambargosu pratikte çok fazla anlam taşımıyordu çünkü Güney Kıbrıs, Yunanistan kanalıyla silah alabiliyordu. Ancak Lefkoşa ihtiyacı olduğunu düşündüğü gelişmiş silahları, Batı Dünyasından alamıyordu. 1996’da Kıbrıs’ta yaşanan sınır olayları ve 1997’de Ege’deki kriz Güney Kıbrıs’ı yeni güvenlik önlemleri almaya sevketti ve Rusya ile S-300 füze sistemleri alım antlaşması imzaladı. S-300 füze sistemlerinin Kıbrıs’a yerleştirilmesine sadece Türkiye değil, ABD de karşı çıktı. Kıbrıs Rum basın organları, ABD Dışişleri Bakanı Albright’ın Cumhurbaşkanı Kliridis’e S-300 konusunu bir kez daha düşünmesini ve gerekirse füze sistemlerini Kıbrıs dışına konuşlandırmasını talep ettiğini öne sürerler. Sonuç olarak, S-300’ler Kıbrıs yerine Girit adasında konuşlandırılıp aktive edilmediler.
Giriş kısmında belirtildiği gibi, ABD’nin “Kıbrıs Cumhuriyetine” yönelik silah ambargosu kararını kaldırması büyük tartışmalara neden oldu. Hem Türkiye hem de KKTC yöneticileri ABD’nin kararını beğenmedi ve taraflı davrandığı için eleştiride bulundular. Soğuk Savaş sonrasında uluslararası sistemde olan değişimlerin, devletlerin davranışlarını da değiştirdiği bilinir. Soğuk Savaş döneminde ittifak çıkarları büyük ölçüde belirleyiciyken, günümüzde devlerler kendi çıkarlarını daha fazla ön planda tutarlar. Örneğin geçmişte Suudi Arabistan, Türkiye ve diğer bazı ülkelerin ABD’nin rakiplerinden silah alması mümkün değilken bugün bunların Rusya’dan gelişmiş silah sistemleri almaları söz konusudur. ABD özellikle, bir NATO üyesi olan Türkiye’nin S-400 silah sistemlerini almasını ve ikinci alım için anlaşmaya varmasını hazmedemedi.
Kıbrıs’a Silah Ambargosunun Kaldırılması
Ambargonun kaldırılmasını tek bir nedene bağlamak doğru değildir. Kongre’nin, Kıbrıs’a yönelik silah ambargosunu kaldırması Türkiye’nin Rusya ile ilişkilerine yönelik bir uyarı olarak görülebilir. Ancak Yunan ve Yahudi lobilerinin aktif çalışmaları da unutulmamalıdır. Türkiye, İsrail’le sıcak ilişkiler içindeyken Yunan lobisini, Yahudi lobisiyle dengeliyordu. Ancak Güney Kıbrıs, Yunanistan ve İsrail Doğu Akdeniz’de birlikte hareket etmeye başlayınca anılan denge bozulmuş oldu. Kongre de zaten bir süreden beri, Kıbrıs’a yönelik silah ambargosunun gereksiz olduğunu düşünüyordu. Ambargonun kaldırılması Güney Lefkoşa’nın İsrail’le enerji ve güvenlik alanında gelişen işbirliğine yönelik bir teşvik de olabilir. Sonuçta İsrail, ABD’nin Birleşik Krallık dışındaki diğer stratejik ortağıdır. ABD havuç-sopa politikasını en iyi uygulayan ülkedir. Bugün Trump, Cumhurbaşkanı Erdoğan’la sıcak ilişkiler içindeyken, ABD Kongresi de Ankara’ya sopa göstermiş olabilir. ABD’nin her zamanki tercihi ise Türkiye’nin geçmişte olduğu gibi ABD, Avrupa ve İsrail’le ilişkilerini canlandırması Yunanistan ile sorunlarını da asgariye indirmesidir. ABD önce Kıbrıs’taki toplumların silah ihtiyacını Ankara ve Atina’nın sağlamasını öngörmüştü. Ancak, Soğuk Savaş sonrasında değişen koşullar nedeniyle, Avrupa Birliği üyesi olan Güney Kıbrıs’la daha doğrudan ilişkiler kurmanın yararına inanmış da olabilir. Türkiye’nin Batı sisteminden kopmayacağına inanan ABD’nin böylesi bir açılımda bulunması mümkündür.