MESARYA’DAN HATIRALAR…
*** Bir çocuğun savaş güncesi…
Dr. Derviş ÖZER
22 Temmuz
Yaşlı bir nenenin köyden kaçarken sırtına attığı kırmızı battaniyeyi (bu battaniyeyi kurşun yağmurundan korunmak için sırtına atmıştı) tepenin üzerine serdik ve üzerine taşlarla ay yıldız çizdik. Bu bizi uçakların bombalarından koruyacaktı. Ve ayrıca bizi görüp kurtarabilirlerdi. Karısıyla ve çocukları ile köyden kaçan bir mücahit elindeki piyadesini Rumlar bulmasın diye gömdü. Memeleri sütten patlamak üzere olan koyunlar sağıldı. Tabii yine magarına tenceresine ve biz tencerenin kapağından biraz süt içtik.
23 Temmuz
Sabah kahvaltısını gene sütle yaptık. Magarına tenceresi ve kapağı çok işimize yaramıştı. Sütü tencerenin kapağından sırayla içiyorduk. Sıcak çok fazlaydı ve var olan altı tane zeytinin gölgesini kapmak için uğraşıyorduk. Gündüzleri zeytinlerin altında var olan gölgeyi ağacın etrafında güneşle dönerek geçiriyorduk. Zaten açlıktan fazla uzağa gidecek kadar bir gücümüz de yoktu.
24 Temmuz
Buğday demedi getirmek için gittiğimiz yolu değiştirdik. Az ileride bir traktör ve bir araba bulduk. Bunlar Beyköylüler’in arabası ve traktörü idi. Bu traktörün hikâyesi köyde savaştan sonra yıllarca anlatılıp gülündü.
Savaştan sonra köyü terk eden mücahitlerin, Büyük Belen Tepesi’nde toplandığını ve gece yarısı terk edilen köyümüze tekrar saldırı yapılması planlanmış. Gece yarısı olunca Büyük Belen Tepesi’nden inilerek, köye saldırılacak ve zaten köydeki sokaklar, yollar ve evler bilindiği için gerilla savaşı ile köy Rumlar’dan alınacak ve ölene kadar verilmeyecekmiş. Tabii gecenin ilerleyen saatlerinde, Büyük Belen Tepesi’nde taarruz için beklerlerken, uzaktan tepeye doğru tank ve zırhlı araç sesleri gelmeye başlamış. Aslında gelen Beyköylüler’in sahibi olduğu ve savaştan kaçırmaya çalıştıkları traktör ve arabanın sesiymiş. İşte bu sesler tank taarruzu zannedildiği için Büyük Belen Tepesi terk edilmiş ve taarruz tamamen iptal edilerek, önce Kalavaç’a ve oranın da düşmesi üzerine Çatoz’a çekilinmiş.
Arabanın çalışan radyosundan haberleri dinleyebiliyorduk. Bayrak Radyosu’na göre savaşı kazanmıştık. Rum radyosuna göre Türk askeri denize dökülmek üzereydi. Her gün onlarca uçak düşüyordu. Çatoz alındı, alınmak üzereydi.
Günlük işlerimize radyo dinlemek de eklenmişti. Ama radyoyu en çok yaşlı mücahit dinliyordu. Ve arada bir bizim sesimizin çok çıktığını söyleyerek bize bağırıyordu…
25 Temmuz
Bugün Perşembe olmalıydı…
İki tane kuzu meleyerek bizim yanımıza geldi ve diğer koyunların arasına karıştı. Hepimiz sevinmiştik. Biraz olsun et yiyebilecektik. Oturuldu ve kuzuların kesilmesi için konuşuldu. Kuzular bizim değildi ve kesilemezdi. Onlar helal mal değildi ve kesilmesi, yenilmesi olmazdı. Kuruldan böyle karar çıktı ama kuzuların diğer koyunların arasında karışması ve otlatılması normaldi. Yine o gün buğday demetleri ufalandı ve tencereye konulup sade suda haşlandı. Ama gün geçtikçe yenecek halden uzaklaşılıyordu. Çünkü tuz yoktu. Tek bir tutam tuz yoktu ve biz tuzsuz yiyemiyorduk. İçtiğimiz su ter olup dakikasına çıkıyordu ve terlemekten çişimiz bile gelmiyordu.
Arada uçaklar başımızın üstünden geçiyordu ama bomba sesleri duymuyorduk. Artık saklanacak gücümüzde yoktu.
26 Temmuz
Bize kuzuları “Haramdır” diye kestirmeyen çoban dayının tuz olduğu halde bize vermediğini öğrendik. İşemeye gittiğinde dağarcığının içine sakladığı tuzu çıkarıp gizli gizli yalarmış. İstedik ama kendine göre olduğu için bize vermedi. Annemin “Bari çocuklara bir tutam ver” demesine bile aldırmadı.
27 Temmuz
İçimizdeki yaşlılardan birisi, bizimle kalan bir karı kocayla kavga etti. “Sizi asla affetmeyeceğim” diye bağırıyordu yaşlı adam. Ama neden affetmeyeceğini pek anlamamıştım. Sadece kadınlar utanıp yüzlerini döndüler. Elimizde yiyecek yoktu ve onlar da bu yiyeceği çalmamışlardı. Tuz da yoktu ellerinde ve bizden gizli tuz da yemiyorlardı. Kaçıp gelen kesilmesi haram olan iki kuzuyu da kesmemişlerdi ama anladığım kadarıyla bu kavgaya veya bağırmaya sebep olan şey bu karı kocanın banyo yapmasıydı. Tek suçları bu idi ve kendilerini bu konuda savunmadılar bile. Ben de bu olayın bu kadar büyütülmesini yıllarca anlamamıştım.
28 Temmuz
Zannedersem 28 Temmuz’du. İki kişi daha bize katıldı. Esir olarak tutulan iki mücahit Rumlar’ın elinden kaçıp bize kadar gelmişlerdi ve onlardan durumun ne kadar kötü olduğunu öğrendik. Her şey çok kötüydü ve biz bir daha köyü göremeyecektik.
29 Temmuz
Sabah çoban dayımızın uzun uzun ağlaması ile uyandık. Dağarcığının içine saklamış olduğu tuzun dışında, kurumuş katmeri de vardı ve o katmeri ıslatıp yerken karısının ince ve güzel elleri ile bu katmeri yaptığını ve onu çok özlediğini söyleyerek ağlıyordu. İşte o sabah ağıt sesine uyandık ve çoban dayının yanına gidip niye ağladığını gördük ama bize yine tuz ve katmer vermedi. Bizi görünce gözündeki yaşları sildi ve elindeki kurumuş katmeri peşkire sararak sakladı. Ama uluması, karısının adını sayıklayarak ağlaması karısının katmer yapan ellerine methiyeler düzmesi günlerce devam etti. Zaten tuzu ve katmeri gizli yediği için ona öfkeli olanlar homurdanmaya başlamışlardı.
DEVAM EDECEK