MESARYA’DAN HATIRALAR…
*** Bir çocuğun savaş güncesi…
Dr. Derviş ÖZER
30 Temmuz
Yine çobanın bağırma ve ağlama sesi ile uyandık ama kimse umursamadı. Sadece bir iki yaşlı bağırarak onu bizden uzaklaştırmaya çalıştılar. Ama o aldırmadı ağlamaya devam etti. Bunun üzerine ellerine aldıkları taşlarla onu kovaladılar ama bağırması ve ağlaması çok uzaklardan duyuluyordu. Kadınlar seslerin duyulmasından ve yerimizin bulunmasından korkuyorlardı. Yaşlılar onu aramaya çıktılar ama bağırmalar kesilince geri geldiler.
31 Temmuz
Kayda değer bir olay olmadı.
1 Ağustos
Sabah bugünkü menü yine magarına tenceresi kapağında süt. Ve öğle bir önceki günden kalan soğuk, tuzsuz golifa. Akşam, odun ateşinde pişirilmiş Abohor usulü tuzsuz golifa. Bu Abohor usulü odun ateşinde pişen golifa yaşlıların dişine göreydi ama yinede yerlerken söyleniyorlardı. Hemen hemen hepsi de tuzsuz olmasını boş vermişler, yalnızca çok pişmiş, az pişmiş, biraz daha pişmesi gerekirdi diye yorumlar yapıyorlardı. Ha bir de aralarında ben pişirsem daha iyi olurdu diyenler de vardı. Ama yine de her gün yapılan Abohor usulü odunda pişmiş golifa idi altı üstü yediğimiz. Çatal bıçak yoktu. Çobanın çakısı vardı ama kimseye vermiyordu. Zaten çakılık bir işimiz yoktu. Hani helal olandan bir kuzu kesilse de eti parçalamak için kullanılsa, gerek olurdu ama hiç kimse bir koyun veya kuzu kesilmesi için girişimde bulunmamıştı. Gelen kuzular da helal değil diye kesilmemişti.
2 Ağustos
İçimizdeki birkaç adam Topuz’un kuyuya kadar gidip koyunların sulanması için kullanılan kuyudan bir su tenekesi alıp gelmişler. Şimdi artık bir de su tenekemiz vardı ve yemekler artık hem magarına tenceresinde hem de su tenekesinde pişiyordu.
3 Ağustos
Çocukların güneşten korunması için kullanılan ikinci battaniyeye sahibi tarafından el konuldu. Diğeri tepenin üzerinde taşlarla beraber ay yıldız yapılmış şekilde duruyordu. Günler geçtikçe herkes kışı düşünür olmuştu. Balalardan yapılmış odalarda kalınmayacağı aşikârdı ve artık bu iş uzadıkça sığınılacak yeni yerler aranması gerekiyordu. Bu işin epeyce de uzayacağı dinlenilen radyo haberlerinden anlaşılıyordu.
4 Ağustos
Günde bir kere dinlenen arabanın radyosu açıktı ve karısının adını tekrar ederek ağlayan çoban dayı radyonun sesinin duyulmasına engel oluyordu. Bunun dışında bir de ağustos böcekleri çıkmıştı ve durmaksızın ötüyorlardı. Bazılarına romantik gelebilir ama inanın o zaman bize işkence gibi geliyordu. Radyoyu dinleme işini üstlenen eski mücahit sinirden köpürüyordu ve eline geçirdiği taşı Yaradana sığınıp fırlattı. Ve günlerdir beklenen kavga başlamıştı. Bu taş çobanın başına gelmiş ve başı keçinin kıçı gibi açılmıştı. Oluk gibi kan akıyordu. Tuzu saklayan çobanımız da yerden atmaya taş arıyor ve küfürler yağdırıyordu. Yaşlıların araya girmesiyle suç, ağustos böceklerinin üzerine atıldı ve o gün haberler dinlenilip yorumlanamadı. Zaten kayda değer haberler değildi. Her zaman Ecevit, Sisko, Cunta, Samson, Makarios deyip duruyordu ama bizim durumumuzu bilen ve gören yoktu. Tuzu ve katmeri saklayan çoban dayının anlına bez bastılar ve sardılar. Kanama durmuştu. Ama birçoğumuzun da onun kafasının yarılması hoşumuza gitmişti. Öcümüz alınmıştı.
Ne garip değil mi dağların arasında düşmandan kaçmış on sekiz kişi yaşama mücadelesi verirken, birbirimizin kafasını patlatıyorduk.
5 Ağustos
Artık komünde gruplaşmalar başlamıştı ve gizli gizli bir araya gelip mırıldanmalar artıyordu. Daha önce banyo yaptıkları için afaroz edilen aile, artık ayrı ayrı yatıyorlardı. Çok büyük bir karı koca kavgasının arkasından, yatakları ayırmışlardı. Mücahidin karısı kendine saman balalarından ayrı bir oda yapmıştı çocuklarını da almış ve orada yatıyordu. Bu da onlara beddua yağdıran yaşlıların işine gelmişti. Kıs kıs gülüyorlardı. Ateşin içinde, ölümün kıyısında çekememezlik devam ediyordu.
6 Ağustos
Ağustos böceklerinin ötmesinden ve tuzsuz geçen bir öğle ve akşam yemeğinden başka kayda değer bir şey olmadı ama hepimiz gittikçe eriyorduk. Çok kilo kaybetmiştik ve artık tuvalete bile çıkamaz olmuştuk. Hacetimizi yaparken elimizde sıkacağımız tutunacak bir dal parçası bile yoktu.
7 Ağustos
Ellerimizi çok daha iyi ve çabuk kullanmayı öğrenmiştik, eğer ellerimizle tencereden hızlı bir şekilde golifayı alamazsak aç kalıyorduk.
Yine günler aynı geçiyordu ama tükeniyorduk. Samandan yaptığımız evlere sığışmaz olmuştuk ve komşularımızla yer kavgası yapıyorduk. Bir de üzerine yattığımız samanların bizi üfürmesinden saatlerce kaşınıyorduk. Yaşlılar orada kalan erkeklere laf atıp köye gitmeleri için bastırıyorlardı ama buna kimse aldırmıyordu. Herkes halinden memnun gibi görünüp tuzsuz Abohor usulü odun ateşinde pişmiş golifaya talim ediyordu.
8 Ağustos
Sürünün içinden bir koyun seçildi ve adam başı on şilin ücreti olduğu söylendi. Kesilecek ve pişirilecek olan bu goca koyunun etinin haram olmaması için parasının verilmesi istendi. Parası olanlar, parasını verdi. Olmayanlar, ya olanlardan aldı ya da veresiye yazdırdı., Goca goyun kesildi ve hepimiz aç kurtlar gibi ateşin başında koyunun pişmesini bekledik ve saatler sonra pişen et çıkarıldı, bıçakla kesilip dağıtıldı. Biz sündüre sündüre yedik. Ne kadar kaynatılsa da pişmedi. Belki de biz acele ettik. Çünkü haftalardan sonra karnımıza bir lokma et girecekti. Yaşlılar ve dişsiz olanlar yiyemedi. Onlar da tencerenin dibinde olan suya buğday doldurup et suyuna buğday yediler. Yaşlıların gözlerine biraz olsun fer gelmişti. Yaşlılar etin suyunu saklamak istemişlerdi ama saklayacak ne kapları ne de dolapları vardı, bitirene kadar tencere kapağına doldurup içtiler.
DEVAM EDECEK