Renk renk puantiyelerle süslenmiş kara elbisesi ile sahneye çıktığı ilk günden; parlak sahne lambacıklarını seyircinin gözüne tutarak sahnede devleşmeyi seçen acemi mibir sihirbaz varmış, memleketin birinde…
“Demokrasi, özgürlük” bizim işimiz; diye başından çıkarıp fırlattığı şapkadan, çıka çıka ölü bir güvercinle, şahin kılığında bir karga çıkmış…
“ Alın size muhasır medeniyet” diye salladığı sihirli değneğin ucundan başörtüsü ve kara çarşaf’tan başka bir şey çıkmamış…
“Bakın şimdi elimdeki bu parayı bir sallayacam, 6 sıfır birden düşecek üstünden, siz de ekonomi de hafifleyecek; uçuşa geçecek” diye çıkmış sahneye; ne uçan kurtulmuş, ne kaçan…
Sonra, “bu sihirli değnekle bir dokunacam; milyon tane sorun sıfıra inecek” hokkabazlığını denemiş; gökten sorun yağmaya başlamış…
“Şimdii, elimde gördüğünüz bu falçatayla terörün kökünü kazıyacam” demiş, hıyar soyarken falçatanın sapı elinde kalmış…
“One minute’de, yedi düveli dize getirecem” demiş; tırnağını bile oynatmamış seyirci..
“ Ben, eyyyy dediğimde, burnunuza (altına edenlerin) mok kokusu gelecek” deyip her haykırdığında salonu osuruk kokusu sarmış…
Ne yapsa seyirci memnun olmamış; öfkesini taş yapıp bağrına basmış ilk zamanlar…
“Şimdi bakın şu çan’a bir dokunacam kaya’dan beş tepe yapacam” demiş; değneğin ucundan yalnızca şatafat ve görgüsüzlük akmış…
“Bakın şu ormanlara bir dokunacam, gökten bereket yağacak” demiş, beton ve taş yağmış…
“Musa peygamberimiz asasıyla denizi ikiye yarıp; geçiş yolu yapmıştı ya, o da bir şey mi? Ben bu sihirli değneği bir sokacam; karayı ikiye bölüp deniz yapacam…
Sonra oradan çıkarıp ak bir kuyuya sokacam gökyüzünden nur yağacak…
Oradan çıkarıp bir…..ze sokacam…”
Seyircide yine tıs yok..
Allem etmiş, galem etmiş; ne yaptıysa (salonun yarısını dolduran) seyirciyi memnun edememiş…
Homurdanmalar arttıkça olmadık el hareketleriyle yeni illizyonlar denemiş bizim acemi Sihirabaz; yine de gözlerini bağlayamamış seyircinin…
“Şimdi iyi bakın, şu asamın bir darbesiyle şu can çekişen eşeği ayağa kaldıracağım” demiş; en yakınındakileri bile bir gülme tutmuş ki sormayın.
Çok kızmış bizim Sihirbaz; ne kadar Gülen varsa, hepsini atmış işten; yanına yeni yamaklar almış.
Yeni illizyonlar da kısa sürede yitirmiş etkisini…
Salonda yine hoşnutsuzluk, muhalif mırıldanmalar almış başını gitmiş.
Bizim sihirbaz, bakmış işler kötüye gider; en büyük numaralarından birinde bulmuş son çareyi.
Üstü sedef kaplama kocaman abanoz bir sandık atmış sahneye…
“Şimdi bu sandığın kapağını bir açacam; dünyada ne kadar kötülük, sorun, sıkıntı varsa hepsi bunun içine dolacak. Kapağı kapattım mı, alın size cennet gibi bir dünya!”
“Püüü, biz bu sandıklardan çook gördük; hiç biri de işe yaramadı” diye itiraz etmiş seyircinin biri…
Sihirbaz değneğini ona doğru uzatır uzatmaz; kuzu postuna bürünmüş bir kurt, seyirciyi kaptığı gibi sandığa atmış…
Sandığın köşesinden sızan kanının kokusuyla başı dönen diğer seyirciler de teker teker sandığa atmışlar kendilerini…
Acemi sihirbaz, bu kadar etkili olacağını hayal bile edememişmiş doğrusu…
Tarifsiz bir özgüvenle sandığa doğru yürüyüp; huşu içinde sandığın kapağını kapatmış…
Işıklar sönmüş…
Tepede sallanan sarı lambanın karanlık ışığında yalnızca kuzu postunun altında parlayan sivri dişler dişler görülür olmuş…
Gökten üç kavun dilimi düşmüş; yırtılmış perde…
“Varıp sahibine haber vereyim heman” buyurmuş kurt.
“Bu perde bizimdi, Karagözün değil” diye kükremiş Sihirbaz.
Alkışlarla birlikte kan da donmuş; kokuşmuş…