Emilia Mastri Hristoforidu, isteğimiz üzerine duygu ve düşüncelerini kaleme aldı ve Kıbrıs’ta katliam yapmış olan Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlar’a ilişkin neler hissettiğini ve neler yapılması gerektiğini yazdı.
İngilizce olarak kaleme almış olduğu Emilia Mastri Hristoforidu’nun yazısını biz de okurlarımız için Türkçeleştirdik. Emilia Mastri Hristoforidu, şöyle yazıyor:
“Ben doğum yerim olan Maraş’ı kalbimde taşıyorum ve günün her anı Maraş’ı düşünüyorum… Bir arkadaşım askerin ve devletin 1974’te Maraş’ı nasıl terk ettiğine ilişkin AICHMES adlı televizyon programı yayınlanacağını söyleyince, bu programı izlemeden edemezdim…
Programı izlerken kulaklarıma inanamadım çünkü birisi kendi adını da açıklama pişkinliğinde bulunarak 1974’teki savaş esnasında Kıbrıslıtürk sivillerin boşaltılması esnasında kitlesel katliamlar yaptığını itiraf etmekteydi…
Herhangi bir pişmanlık duymaksızın yapmaktaydı bunu, daha çok biraz da gurur duyarak şoke olmuş olan program konukları ve program sunucuları önünde, soğukkanlılıkla otobüslerle daha güvenli bir yere taşınmakta olan kadınlar, çocuklar ve yaşlıları nasıl öldürdüğünü anlatmaktaydı. Kendi deyişiyle bu otobüslerin içinde askerler olduğunu sandığı için “otobüsleri kurşunlarıyla taramıştı…”
Bu acımasız itiraf beni o kadar şoke etmişti ki geceleyin uyuyamadım. Tarif ettiği manzara, tüm gece boyunca kafamda dolanıp durdu ve bu o kadar yoğundu ki, ölmekte olan insanların çığlıklarını bile duyabildiğimi düşünüyordum, bunları gözümde canlandırmaktaydım…
Bağırmak ve tüm gücünüzle bu durumu protesto etmek ihtiyacı duyduğunuz böylesi anlarda, sosyal medyanın duygularınızı ifade ederek başkalarıyla paylaşmanızı sağladığı için çok müteşekkir olur insan…
Bu itiraf karşısında duyduğum dehşet ve kınamayı içeren yorumlarımı Facebook’ta okuyan arkadaşım Sevgül Uludağ hemen benimle temasa geçti ve bu “itrafın” tamamıyla uydurma olduğu ve hastalıklı bir beyin tarafından üretildiği hakkında beni temin etti.
1974’teki “kayıplar” ve işlenen katliamlar hakkında bilgisi olabilecek birisi varsa, o da Sevgül’dür. Bana tüm araştırmaları boyunca, Mağusa’da otobüslerin içerisinde insanların 1974 savaşında öldürüldüğüne ilişkin herhangi bir kanıt bulmadığını aktardı.
Biraz da acı biçimde eğer her iki taraftan kendi kendini “kahraman” ilan eden bir takım insanların “düşmanı” öldürdüklerine ilişkin öykülerinin doğru olması halinde, Kıbrıs’ta pek az insanın hayatta kalmış olacağını aktardı. Ancak bu aşağılık itiraf, hem Kıbrısltürkler’in, hem de Kıbrıslırumlar’ın yaptığı korkunç katliamların gerçekteki varlığına ilişkin gerçekleri de değiştirmiyor.
Pek çok masum Kıbrıslırum ve Kıbrıslıtürk Muratağa-Atlılar-Sandallar’ın yanısıra, Aşağı Derinya ve Palekiktre’de katledilmişlerdi…
Kayıpların akibetini araştırmaya kendini adamış Sevgül gibi insanlar sayesinde, tüm bu katliamlar suyüzüne çıkarıldı…
Bu duyarlı konuda her kimden gelirse gelsin sahte iddialar ortaya atmak, fanatiklerin elinde hayatları yok edilmiş olan o masum insanların anısına çok büyük bir saygısızlık yapmak demektir.
Kıbrıs’ta her iki taraftan masum insanlara karşı 1974’te işlenmiş olan suçlar hep cezasız bırakılmıştır.
Bu “insanlar”, dokunulmazlığa sahip olmuşlar ve hala dokunulmazdırlar… Buna her iki toplumda var olan ötekine karşı empati yoksunluğu ve fanatizmi de eklersek, hiç kuşkusuz korkunç bir karışım olur bu…
Bu durum, psikopat fanatiklere (uydurma bir hikaye olsa dahi) kadınlar ve çocukların da dahil edildiği “düşman”ı öldürme nosyonunun başkalarının gözünde kendilerine kahramanlık payesi kazandırdığı düşüncesini kuvvetlendirmektedir.
Katliam yapanların, öldürdükleri şahısların “düşman” olarak algılandığı sürece birer kahramana dönüşmelerini büyük bir istekle kabullenen bu “ötekiler”, yetiştirilmeleri esnasında nefret ve ırkçılığın baskın olduğu bir ortamda yetiştirilmişler, karanlık geçmişlerini geride bırakıp bunu sırtlarından atarak yeni ve barışçıl bir başlangıç yapmak için ileriye gidememektedirler.
Bizim bu küçük adamız, ortak vatanımız, hak ettiğinden çok daha fazla ölümle, acıyla ve ızdırapla yoğrulmuştur.
Her iki toplumdan da insanlar sevdiklerini kaybetmiş, evlerinden yerlerinden edinilip göçmen edilmişlerdir…
Acı çekenler için adalet sağlanmalıdır, böylece fanatiklerin her iki toplumda böylesi bir acı yaratmalarına hiçbir şekilde yer bırakılmamalıdır.
Umarız ki eğer bu yapılırsa, eğer adalet gerçekten sağlanırsa, Kıbrıslılar olarak ileri gidebileceğiz, Kıbrıslırumlar ya da Kıbrıslıtürkler olarak değil, sadece Kıbrıslılar olarak, ortak yurdumuza duyduğumuz sevgi bizi birleştirebilecektir…
(Emilia Mastri Hristoforidu’nun İngilizce kaleme aldığı yazıyı Türkçeleştiren: Sevgül Uludağ – 30.8.2020)
“Kıbrıs tarihinde hiçbir yönetim altında huzur olmadı…”
Ulus Irkad
Hep öyle söylenir resmi tarihte; Osmanlı İdaresi altında huzur vardı diye. Yoktu…Evet Osmanlı İdaresi altında da huzur yoktu. Hep huzursuzluk vardı. Lüzinyanlarda da yoktu, Venedikliler İdaresi’nde de yoktu. Üstelik Venedikliler son Kraliçe Katerina Kornaro’ya darbe de yapmışlar ve kendisi buradan istemeye istemeye darbe ile sürgün edilmişti. Venedikliler adaya baskıcı militarist feodal bir idare getirdiler. Onlar da insanları tarla ve bahçelerde esir gibi çalıştırdılar. Özgürlüklerini de satın almalarını istediler. Olabilenler oldu ama o özgür olanlar da baskı altındaydılar. Ortodoks dininden Katolik dinini kabul etsinler diye de dini baskılar doruğa çıkarıldı Venedik Dönemi’nde. Osmanlı savaşla geldi adaya. Hani Kıbrıslı halkları sevinçle karşıladılar onları deniyor ya, o da büyük yalandı. Kimse memnun olmadı. Hatta daha ilk başlarda ayaklanmalar, yoksulluk ve açlık gırla devam etti. Yüksek vergi toplamalar ise çok huzur bozdu. Bakın ne diyor Sir George Hill son zamanlarda Türkiye İş Bankası tarafından Türkçe’ye çevrilen Kıbrıs Tarihi adlı dördüncü cilt kitabında (sf.xvı) “ 1) 1571-1878 arasında Kıbrıs’taki Osmanlı idaresi yozlaşmıştı ve halkın iyiliğini değil kendi çıkarını düşünen bir idareci tipi üretmişti; 2) Kıbrıslı Rumlar, Osmanlı idaresine başkaldırmakta haklıydılar, çünkü siyasi, kültürel ve ekonomik açıdan baskı altındalardı…”
Kurulan zaptiye birlikleri de Kıbrıslıtürk ve Kıbrıslırumlardan toplanan vergileri zorla halktan toplamak için oluşturulmuşlardı. Hill de kitabında bunu vurguluyor;
“Zaptiyeler piskoposlarla dragomanlar tarafından vergi ve borç tahsili için kullanılmaktaydı. Nitekim reaya zaman içinde zaptiyeye karşı diş bilemeye başlamıştı”(sf.16).
Gelen görevliler de burada toplanan vergilerden zengin olmak Kıbrıslıları sömürmek için Kıbrıs’a geliyorlardı. Osmanlı da öyle allameyi cihan temiz bir devlet değildi. Yozlaşmanın ve bozulmanın hası vardı Osmanlının İdaresi altında da. Zaten artık çürümeye ve gerilemeye de başlamıştı ve bunları sebebi de bozulma ve yozlaşmaydı.
“Sonuçta, önceden başka bölgelerde beylerbeyliği yapan ama görevlerinden azledilmiş olan kişiler bile Kıbrıs’tan toprak almaya ve köylüyü ezmeye başlamıştı”. (sf19).
Kıbrıslılar yeni gelenlerden iyi şeyler ummuşlardı ama aradıklarını bulamadılar. Yüksek vergiler ve yozlaşmış yönetimler huzur bozmaya başlamıştı. Tuhafı şu ki Kıbrıs’a getirilen Osmanlı tabaaları Türk veya Müslümanlar bile kısa zamanda Osmanlı yöneticilerinden şikayetçi olmaya başlamışlardı. “Ziraatın canlanmasında anahtar rolü olan reaya, içinde bulunduğu koşullardan nefret ettiğine yönelik sinyaller vermekteydi. Bazı kaynaklar çok sayıda reayanın adayı terk ettiğini belirtmektedir. Reayanın kendi mülklerini satın alabilmesini kolaylaştırmak için gönderilen hüküm, yeniçerilerin be buraları elinde bulunduran diğer kesimlerin açgözlülüğüne kurban gitmişti,”( sf.22).
“Söylentiye göre, Venedik ajanlarının tahrikine kapılan Rum ahali 1578’de isyan bayrağı açtığı sırada, yönetimden memnun olmayan pek çok Müslüman da bu isyana katılmıştı. Beyler beyi Arap Ahmet Paşa’nın, insafsız davranışlarıyla çileden çıkardığı ve askeri birliğin, maaşlarını ödemediği için kendi kumandanlarını öldürdüğü haberi 16 Mayıs’ta Venedik’e ulaşmıştı” (sf. 37). Kıbrıs’ta fethin hemen ertesinde birçok başarısız isyan girişimi meydana geldi. Osmanlı döneminde de isyanlar ortak olduğu zaman Osmanlı idarecileri veya valileri burada bu ortaklığı bozmak için ya Müslümanlık-Hristiyanlık ya da Türklük ve Rumluk ikiliklerini provoke ederek bu isyanları bastırdılar.
“Adadaki Avrupalıların olaylar karşısında sesi çıkmazken, fanatizm hastalığı hem Türkleri, hem Rumları yıpratıyordu. Türkler memnuniyetsizdi, çünkü ulema Hristiyanlara verilen imtiyazların İslam’ın sonu anlamına geldiğini söylüyordu. Türkler arasında, halk tabakası bu uğursuz kehanetten ötürü üzüntü çekerken, bu son olaylarda mağlupla galibin bir tutulduğunu gören daha eğitimli kesimin izzet-i nefsi inciniyordu” (sf.170).
Evet bu tarihi belgede de görüldüğü gibi daha 1571 yılından itibaren Osmanlı’daki ekonomik istikrarsızlıklar adayı da etkilemeye başlamış ve bozulma ile yozlaşmanın kısa zamanda ada halkları arasında o zamanlardan huzuru bozmaya başladığını da görmekteyiz. Söylendiği gibi Osmanlı İdaresi, Kıbrıs’ta 1571-1878 yılları arasında pek de huzur içinde geçmemiştir.
(YENİÇAĞ – Ulus IRKAD – 23.8.2020)
DEVAM EDECEK