İbrahim Tatlıses’ten dinlemeye bayıldığım ve sadece bir iki parça köfterle en az bir 70’lik zivaniyayı devirebildiğim “Acı gerçekler” şarkısını eminim herkes biliyordur…
Köfte değil ha!
Köfter!
-*-*-
Şef Ali’nin kebabı değil bu arada, Şeftali Kebabı…
Türkiye’de aşçıların yarıştırıldığı master bilmem ne diye bir programda geçen akşam şeftali kebabı yaptırdılar; bence o yapılan “ebenizin kebabı”ydı ve “ananızın rokkası” ile çok iyi giderdi ki bu da ayrı bir “kültürel asimilasyon” meselesidir…
-*-*-
Neyse; biz “Acı gerçekler”e bakalım!
“… Görüp de bilmeyen deli sanıyor / Bilmezler dermansız yaram kanıyor. / Ben mazimi mazim beni arıyor, / Ölmeden mezara gidesim gelir… Nerde sevdiklerim hani sevenler, / Ağlatıyor beni beni acı gerçekler. / Bitmiyor isyanlar bitmiyor suçlar. / İnliyor başımı ya rabbim vurduğum taşlar… / İhtiyar olmadan ağardı saçlar… / Kar beyaz saçımı yolasım gelir gelir…”
-*-*-
Efendim, Salı günü, “short notice” bir bildirimle Külliye’nin yapılacağı yerde toplandık…
200, hadi bilemediniz 300 kişi…
Rakam düşük mü?
Olabilir!
Ama şok bir eylem için hiç fena değil…
Ve gerçekten Kıbrıslı Türk ahalisi külliyeden yana değildir. Bu eylemle bunun mesajı verilmiştir…
-*-*-
Külliye saçmalığı ya da gösterişi yerine, hastaneden, okuldan yana olanlar fazladır ama “Türkiye, bu yapı ile kültürel faşizm yapıyor, kendi ideolojisini kalıcılaştırmaya çalışıyor” inancını taşıyanlarımız o kadar çok fazla değildir…
-*-*-
Peki “acı gerçekler” nedir?
Çok acı bir gerçekten bahsedeyim mi?
Eyleme katılanlar arasında, “devrim şehidi” veya “demokrasi şehidi” dediğimiz abilerimizin kardeşleri, yakınları, yoldaşları da vardı…
Ve bunlar yolda eylem yaparken, arazide hafriyatı temizleyen şirket dikkatimi çekiyordu…
O şirket, devrim şehitlerimizden birinin ablasının oğluna aitti…
Hayatın acı bir gerçeği, Kıbrıslı’nın acı bir durumu…
-*-*-
En acı gerçek mi?
Ne yazık ki hayat devam ediyor ve Kıbrıslı Türklerin hayatı artık “incinmiştir”…
Değil kavga edecek; direnmek için ayakta durabileceklerimizin sayısı yetersizdir!
-*-*-
Haaa şunu da iyi bilmek lazım; kaybeden sadece “solcu” dediklerimiz ya da bazılarının dediği gibi “her şeye karşı olan çarşı” değildir…
Çok iyi bilinmelidir ki, Külliye inşaatı tamamlandığı gün; Kıbrıs Türk toplumunun tamamının ama aynı zamanda “TMT, Denktaş, Dr. Küçük, Osman Örek falan…” onların da bittiği gün olacaktır!
Acı bir gerçek daha!
Anlayana!
-*-*-
Ve son bir not: Büyük Av başlıyor… Sakın birileri yolda – belde durdurup da av ruhsatı sormasın!
Çıkarmayacağım!
Ne gereği var canım!
Ağaçlar neden baltadan yana?
“Orman küçülüyor, yok oluyor…
Ve ağaçlar yine balta için oy kullandı…
Çünkü balta zekiydi ve tahta sapı olduğu için onlardan biri olduğuna onları ikna etti…”
-*-*-
İtalya’da Mussolini’den yıllar sonra faşist bir partinin seçimleri kazanmasıyla birlikte, Türk atasözü olduğu iddia edilen yukarıda kaleme aldığım paragraftaki “ifade” ciddi şekilde gündeme geldi…
-*-*-
Orman küçülüyor…
Hatta yok oluyor…
Ve ağaçlar yine de, onları kesecek olan, sürekli kesen, yok eden baltaya oy veriyorlar…
Yani ağaç, baltayı destekliyor…
Peki neden?
Çünkü balta zekidir, propagandası mükemmeldir ve tüm ağaçları, “bakın, benim de sapım odundan” diyerek ikna etmeyi başarmaktadır…
-*-*-
İngiltere’de yaşam süren çok güzel bir arkadaşım hatırlattı…
“KKTC’yi de en iyi açıklayan bu sözdür” dedi…
Aynen!
Yok oluyoruz, tükeniyoruz ve hep baltaları seçiyoruz…
“Balta”yı “kurtarıcı” görmekten vazgeçemiyoruz…
-*-*-
Haaa İtalya’dan bahsetmiştik ya; bu arada eklemekte fayda var… Solcu seçmenlerin, solcu adayları beğenmediği ve bu nedenle sandığı boykot ettikleri söyleniyor…
Haliyle sol sandığa gitmedi; katılım tarihin en düşük oranını gösterdi (yüzde 64) ve aşırı sağ kazandı…
Sol mu?
Ağlıyorlar şimdi!
Alan, mesajını almıştır!
Kuzeye tükürsen faşist!
Güneye tükürsen faşist!
Faşistsiniz, ırkçısınız!
Faşisttirler, ırkçıdırlar!
-*-*-
Dünya’nın en tehlikeli, en çaresiz hastalığı milliyetçiliktir… Bu illet hastalık milliyetçilikle başlar ve faşizm ya da ırkçılıkla kronikleşir!
Tedavisi imkansızdır!
-*-*-
Bu hastalık öyle bir şeydir ki, insan beynini tam anlamıyla çürütür…
Çok basit bir örnek vereyim…
Fazla uzatmaya gerek yok…
Türkiye’de Kürt halkı var mı?
Vardır!
-*-*-
Bir de CHP ve İyi Parti öncülüğünde altılı bir masa var değil mi?
Tayyip Erdoğan’a karşı ortak bir aday çıkarmak için çabalıyor…
Bu çabalar kapsamında, yüzde 15 bandında oyu bulunan “Kürt kökenlilerin partisi” HDP’yi de altılı masaya veya bu ortaklığa çekme tartışmaları sırasında; “Bir HDP’liye bakanlık verilmemesi gerektiği, daha da ötesinde bir HDP’linin Türkiye’ye cumhurbaşkanı olmaması şartı” sıklıkla gündeme taşınıyor…
-*-*-
Güney Kıbrıs’ta da Nikos Anastasiadis ve tüm şürekasının kafası aynıdır…
Kıbrıslı Türklerle siyasi eşitliği paylaşmak istememelerinin temeli, Türkiye’deki aynı kafadakilerden farklı değildir…
-*-*-
Ne yazık ki hayatta kalmak, tükenmemek, yok olmamak için, “Türk faşistleri” ile “Elen faşistleri”nden “anlaşmalarını – uzlaşmalarını” bekliyoruz!
“Ya bendensin ya da yoksun”dan başka bir şey bilmeyen faşist çoğunluklar tarafından yönetilen bu ikili arasında, tükenmekten başka şansımız var mı?