Acı günlerden bir küpür, bir belge…

Sevgül Uludağ

Köşklüçiftlik’teki evlerinden alınarak esir tutulan Metaksa ailesi dahil, toplam 26 Kıbrıslırum’un 31 Aralık 1963’te Kıbrıslırum tarafına iadesine ilişkin belgeyi John Metaxas yayımladı…

 

 

Köşklüçiftlik’teki evlerinden silahlı bazı Kıbrıslıtürkler tarafından alınarak esir tutulan Metaksa ailesi dahil, toplam 26 Kıbrıslırum’un 31 Aralık 1963’te Kıbrıslırum tarafına iadesine ilişkin belgeyi, daha önce bu sayfalarda ailesinin yaşam öyküsüne yer vermiş olduğumuz John Metaxas yayımladı… Acı günlerden bir gazete küpürü ve bir belge yayımlayan John Metaxas, bunu George Mesaritis’in sosyal medya grubu “LEFKOŞA’NIN GEÇMİŞ YILLARI” grubunda yaptı… John Metaxas, o günlerden gazete küpürüyle ilgili olarak şöyle yazdı:

“Girne Kapısı’ndaki polis merkezinde rehin tutulan 26 Kıbrıslırum arasında bulunan ailemin 31 Aralık 1963 tarihinde Aydemet Polis Merkezi’ne serbest bırakılmalarına ilişkin gazete haberlerinden birisi… Her zaman olduğu gibi, sağdaki fotoğrafta görülen anneciğimin bizlere anlatacak uzun bir hikayesi vardı… Yıllar içerisinde esir tutulan o 26 Kıbrıslırum’un isimlerine rastgeldim… Serbest bırakıldıkları zaman Sayın Lellos Dimitriadis tarafından karşılanmışlardı – o zamanlar Temsilciler Meclisi’nde milletvekili olan Dimitriadis, daha sonra Lefkoşa Belediye Başkanı olacaktı… Eğer hayatta ise ona ve ailesine, bizim için yaptıklarından ötürü teşekkür etmek istiyorum…

Gazetede görülen grup resminde, resmin solunda iki kızkardeşim görülüyor, babam bir şapka takıyor, üç küçük erkek kardeşim ise resmin ön sırasında yere diz çökmüş vaziyette görülüyor. Annem ise resmin sağında… Annem, bize bütün bunların öyküsünü anlatan anneciğim…”

BELGEDE NELER YAZIYOR?

Kıbrıs Cumhuriyeti Enformasyon Dairesi bülteninden bir sayfa olduğu anlaşılan küpürde, “Türkler tarafından kaçırılarak esir tutulan 26 Kıbrıslırum’un, Aydemet polis karakoluna götürülerek serbest bırakıldıkları, bunun çeşitli çatışma bölgelerinden alınan 550 Kıbrıslıtürk’ün Kıbrıslıtürk tarafına verilmesiyle eşzamanlı olarak yapıldığı” yazılmış…

Belgeye göre, Kıbrıslırum polisi yaptığı açıklamada, 26 Kıbrıslırum’dan yedisi, esirlikleri esnasında kötü muameleye maruz kalmışlar ve şimdi acil tıbbi müdahale alıyorlar…”

Serbest bırakılan Kıbrıslırumlar’ın tümü de, kendilerine yeterli yiyecek verilmemiş olduğunu anlatmışlar, tüm erkek esirler ise sorgulamadan geçirilmiş.

Sözkonusu 26 Kıbrıslırum serbest bırakıldığı zaman kişisel eşyaları kendilerine verilmiş ancak arabaları ve motorları kendilerine Kıbrıslıtürkler tarafından verilmemiş.

John Metaxas arkadaşımıza bu tarihi belge ve küpür için teşekkür ederiz…

 


 

BASINDAN GÜNCEL…

 

“Tarihi inkâr, yaşanmış gerçekliği inkâr, bugünkü iç ve dış siyasetin ana problemidir…”

Taner Akçam

Bu günlerde en çok Ruhi Su’nun türküleştirdiği Mevlana’ya ait şu dizeleri tekrar ediyorum:

“Dünle beraber gitti, canlarım,

Ne kadar söz varsa düne ait.

Şimdi yeni şeyler söylemek lazım.”

… Türkiye’nin bugünkü en büyük sorunu, daha öncekiler de dahil, “söylenmiş sözlerin” anlamsızlığı ve tükenmişliğidir. Artık daha önce söylenmişleri tekrar ederek gidecek bir yerimiz kalmadı.

Peki söylenecek Yeni Söz ne?

Yeni Söz, artık üstümüzdeki sahte örtüyü atmaktır.

Yeni Söz, toplum olarak kendimize yalan söylemekte olduğumuzu kabul edip, bundan vazgeçmektir.

Kurduğumuz hayatın, geçmişimizin ve kendimizin inkârı üzerinde yükseldiğini kabul etmektir.

Yeni Söz, kendimize ait kurduğumuz Sırçalı Köşkün, yani bugüne kadar söylediklerimizin problemin kendisi olduğunu fark etmektir.

Yeni Söz, artık bildiğimiz ve ama konuşmadığımız, konuşmaktan korktuğumuz şeyleri konuşmaktır.

Yeni Söz, siyasette çok ciddi bir zemin kayması gerektiğini kabul etmektir.

Tarihimizi ve kendi gerçekliğimizi inkâr esasına göre kurulmuş mevcut siyaset zemini, bugüne kadar söylenenleriyle nasıl hiçbir sorunumuzu çözemediyse, bundan sonra da çözemeyecektir.

Çünkü siyaset zemininin kendisi sorunludur.

Ve bu nedenle, her “yeniyim” diye ortaya çıkan, önceki söylenmişleri tekrar etmekte ve hiçbir şeyi çözememektedir.

Yeni Söz, siyaset yapış tarzımızı belirleyen zeminin değişmesi ve yeniden tanımlanmasının zorunlu hale geldiğini kabul etmektir.

Siyasette zemin değişiminin iç ve dış politikada anlamları var.

İç politikada bunun ne anlama geldiğine sonra değineceğim ama önce daha kolayından, dış politika ile başlayayım:

Komşularımızla iyi ilişkiler kurmak, bölgede huzur güven ve istikrarın oluşmasını mı istiyoruz?

Cevap çok basittir. Bölgemizin “ortak bir ev” olarak düzenlenmesi ve kurgulanması gerekir. Bunun için ise, bölgenin tarihini, bölge insanlarının ortak tarihi olarak, onlarla birlikte anlatmayı becermemiz gerekir.

Komşularla ortak geçmişimiz üzerine konuşmanın ortak dilini yaratmadıkça onlarla hiçbir sorunumuzu çözemeyiz.

Bence, Yunanistan’la dostluk istiyorsak bunun yolu, (yılları ileri geri oynatabilirsiniz) 1913-1924 arasında nelerin yaşandığını, Yunanistan ile ortak anlatacak bir dili bulmaktan geçer.

Siyasetin söylemesi gereken basittir: “Yunanistan ile arada güvensizlik ve kuşku vardır. Bu güvensizlik ve kuşkunun ana nedeni, ortak geçmişi birbirimiz ile konuşamıyor olmamızdır. Geçmiş tarihi birlikte konuşur hale gelemezsek, iki ülke arasındaki ilişkileri düzeltemeyiz. Biz, iki ülkenin tarihleri üzerine ortak konuşma dili yaratarak, güvensizliği ve kuşkuyu ortadan kaldıracak ve geleceği birlikte inşa edeceğiz.”

Diyasporası dahil Ermenilerle, Ermenistan ile Türkiye arasında karşılıklı güven ilişkisi mi yaratmak istiyorsunuz?

Burada da siyasetin önüne koyacağı görev çok basittir: “Tarihte yaşanmışların yarattığı güvensizlik, kuşku ve korkuları aşmadan Ermenistan ile karşılıklı güvene dayalı bir ilişki tesis edemeyiz. Biz Ermenistan ile tarihimizde yaşanmışlar üzerine birlikte konuşmanın imkanını yaratarak geleceği inşa edeceğiz.”

Siyasetin görevi, bunu yapma, imkanlarını yaratma sözünü vermektir.

Benzeri bir yaklaşımı Suriye ve bölge Kürtleri ile de yapmanızı salık veririm.

Onların bizlerle ana probleminin, bizlere yaşadıkları ortak tarihten kaynaklandığını ve bizleri hâlâ o geçmişin penceresinden değerlendirdiklerini göreceksiniz.

Özetle, bölge halkları ile aramızdaki en büyük uçurum, onlarla yaşadığımız ortak tarihtir. Bölge tarihini, bölge insanları ile ortak anlatmayı başaracak bir dili kuramazsanız, bölgede huzur ve güven sağlayamazsınız.

Bugün Ortadoğu’da halklar, uluslar birbirlerine esas olarak yaşanmış tarihin penceresinden bakmakta, birbirlerini geçmişte yaşanmışlar ışığında değerlendirmektedirler.

Ortadoğu’da yaşanmış tarih, geçmiş olmamıştır. Ortadoğu’da geçmiş, hâlâ bugün olarak yaşamaktadır.

Bölge insanının ve devletlerinin, Türkiye’ye güvensizliğin ana nedeni, Türkiye’nin tarihte yaşanmışların üstünü örtmesi ve inkâr etmesidir. Dış siyasetimizin ana zemini yaşanmışların yok sayılması üzerinden kurgulamasıdır. Ve bu yaşanmışların inkârı bölgede ciddi korkular yaratmaktadır.

Dolayısıyla, siyasetin ana zemini “yaşanmışın yok sayılması ve inkârı” ile belirlendikçe, bölgede güven ve istikrar sağlayamazsınız. Siyaset yapış tarzınızı üzerinde yükselttiğiniz temel varsayımlarınız yanlış ve onları değiştirmek zorundasınız.

Yani bugüne kadar, onlarca yıldır ezberleyerek tekrar ettiğiniz şeyin kendisi sorundur ve onu değiştirmedikçe, her gelen eskisini tekrar eder, hiçbir şey değişmez ve hiçbir sorun çözülmez.

Çünkü kurgu yanlış. Siyasetin Zeminini belirleyen neler varsa, onlar yanlış…

Siyasete Yeni Söz mü?: “Yunanistan, Ermenistan ve Suriye ile ilişkileri, tarih üzerine konuşamamanın yarattığı korku ve güvensizlikler ortadan kaldırarak düzelteceğiz. Bölge tarihinin ortak dilini bularak, bölgeyi ‘ortak bir ev’ olarak düzenleyeceğiz” diyebilmektir.

Bilerek dış politika ve komşular örneği ile başladım.

Ama aslında onlar bir zamanlar “komşu” değildiler. Bu ülkenin bir parçası, bu toprakların çocukları idiler.

Oysa, Türkiye’de bugün iç ve dış siyaset bu toprakların insanlarının varlığının ve onların yaşadıklarının inkârı üzerine kurulmuştur.

Tarihi inkâr, yaşanmış gerçekliği inkâr, bugünkü iç ve dış siyasetin ana problemidir.

Bir siyaset düşünün ki, bu ülke nüfusunun yüzde 30-35’inin varlığını yok saymak üzerine inşa edilmiştir.

Bir ülke düşünün ki arşivlerini kapatarak ve oradaki bilgileri kendi insanlarından uzak tutarak tarih yazmıştır ve hâlâ yazıyor.

Bir ülke düşünün ki, arşivindeki bilgiyi, insanından kapalı tutması yetmiyormuş gibi, bunu komşusu ile ilişkide pazarlık konusu yapma saygısızlığını meziyet zannediyor.

Siyasette yeni söz mü? “Genelkurmay arşivindeki tüm bilgileri, hiçbir şeyi saklamadan herkesin hizmetine sunacağım”dır.

“Başbakanlık Arşivinde, ‘kozmik odalarda’ saklı tutulan tüm bilgileri, herkesle paylaşacağım ve herkes tarafından bilinir hale getireceğim”dir.

Yeni Söz, “bu arşivler komşuların da arşivi; bilgiler, onların da bilgileridir” diyebilmektir.

“500 yılı, 1000 yılı bulan yaşanmış ortak tarihin bilgileri, bölge insanlarının tümüne aittir ve yarını, o ortak tarihimiz üstüne kurabiliriz” demektir.

Siyasette yeni söz mü? “Arşivindeki bilgiyi halkından, bölge insanından saklı tutarak siyaset yapılır mı”, sorusunu sormaktır.

“Karanlık odalarda sakladığı bilgileri kendi insanı ve bölge insanları ile paylaşmaktan korkanlar, kendi ve bölge insanının geleceğini de karanlığa boğarlar” demektir.

Siyasette yeni söz mü? “Özel ortamlarda zaten konuştuğumuz şeyleri siyasetin öznesi yapalım”, demektir. “Kendimizi kandırmaktan vazgeçelim, kapalı kapılar arkasında konuştuklarımızı herkesle konuşur hale getirelim” demektir.

“Günlük özel yaşamlar ile resmi siyaset yapma arasında oluşmuş sahte duvarları yıkalım” demektir.

Yeni Söz, siyasetin kendisini kandırmaktan, kendisine ve insanına yalan söylemekten vazgeçmesi çağrısı yapmaktır.

Sizi bilmem ama ben solcusunun, “emperyalizme ve onların yerli işbirlikçilerine karşı anti-emperyalist mücadele” edebiyatından bıktım. Bu zihniyet komşularla güven tesis edemez.

İslamcısının, “ümmet kardeşliği”, “Hıristiyan Batıya karşı dünya Müslümanlarının başkaldırısı”, “din-iman”, deyip siyaset yapmasından bıktım.

Milliyetçisinin, “her taşın altında hain” aramasından bıktım.

Bu kafalar hem içimizde hem de komşularımızda sadece düşman yaratır.

Tüm bunlar, “etrafının düşmanlarla çevrili olduğu” edebiyatının, solcu, İslamcı ve milliyetçi tekrarlarından başka bir şey değil.

Solcusu da İslamcısı da milliyetçisi de bölgede düşman yaratan bir zihniyet dünyası ile siyaset yapıyor.

500-1000 yıllık tarihi beraber yaşadığın insanların, niçin öteki ve niçin düşman olduğunu anlatan bir zihniyetle ne Türkiye’yi ne de bölgeyi yeniden inşa edilebilirsiniz.

İşte bu nedenle siyasette zemin değişikliği şarttır. “Komşu” dediklerimizin, bu toprakların insanı olduklarını hatırlayarak, onlarla ortak tarihimiz, ortak biçimde konuşmaya başlamaktır.

Yeni olacak olan budur.

Peki, siyasetin iç politikaya ilişkin söyleyeceği “Yeni Söz” ne olacaktır?

Bunun için önce “yanlış olan nedir?”, sorusuyla başlamak ve cevabın siyasetin yapılış tarzından kaynaklandığını fark etmektir. Siyasetin zeminini belirleyen temel kurgu yanlıştır. Ve bu Zemin değişmek zorundadır.

Peki Yeni Zemin ne olmalı? Bu da başka bir yazı konusu olsun…

(GAZETE DUVAR – Taner AKÇAM – 26.12.2019)