Ocak ayının sonlarında konu belirleyip yazım için araştırmalarımı bir yere toparlamış ancak bir türlü başlayamamıştım... İş yoğunluğuydu, hayat koşuşturmasıydı, kafa karışıklığıydı derken, sonunda izinli olduğum hafta konsantre olup yazma kararı almıştım ki; iznimin ilk gününe gözümü zelzeleyle açtım, açtık hepimiz...
Seçmiş olduğum konuyu yazmama ilham olan iki olay vardı, üçüncüsü de gelmiş oldu böylece... Acı dolu video paylaşımlarının nedenini anlayamadığım kadar fazla olması, aynı acıyı tekrar yaşamak ve yaşatmak gibi geliyordu çünkü. İnsanlar çaresizliğin verdiği acıyla yapıyor olmalıydı bunu, en azından bir kısmı... Merak etmeyin malum kelimeyi görmeyeceksiniz bu yazıda. Rahatlıkla okumaya devam edebilirsiniz...
Manipulatif fizyoterapi yaklaşımı olan tetik nokta terapisini uygulamış olduğum hastalarım deneyimlemişlerdir; can yakarım! Ve yine deneyimlemişlerdir ki canlarını yakmam çoğu zaman onlara iyi gelir! Tekniğin detayına gerek yok- vurgulamak istediğim bambaşka bir konu: “ağrır ama garip bir şekilde hoşuma gider bu ağrı” cümlesini bu güne kadar tedaviler sırasında kaç kere duyduğumu saymadım!“Tatlı bir acı” -İşte böyle bir terimi yine yeni yeniden duymak ilham kaynaklarımın ikincisiydi... (ilkini sona sakladım) Kaldı ki sporcuların çoğunda da gözlemlediğim bir durumdu bu! “Ağrıyınca zevk alırım, hissederim kasların çalıştığını”. Burada “kasların çalıştığını hissetmek” aslında acıdan zevk alma durumuna kendince buldukları mantıklı açıklama da olabilir... Tam Türkçe karşılığı kulağa garip gelen (acı yoksa kazanım yok!) “No pain-no gain” yaklaşımını da göz önünde bulundurabiliriz tabi. Nörobilimsel yönden yaklaşırsak, başka bir mantıklı nedenimiz daha söz konusu!
En son ne zaman çığlık attınız? Belki elinizi kapıya sıkıştırmıştınız; veya bir böcek görüp korkmuştunuz! Ya da taraftarı olduğunuz takım gol atmıştı; çok özlediğiniz bir arkadaşınız aniden sürpriz yapıp karşınıza dikilmişti belki de!
Peki ne zaman gözyaşı döktünüz en son? Dişiniz ağrıdığında mı, ya da diziniz ağrıdığında belki? Üzücü bir olay size acı verdiğinde mi? Yoksa yürekten istediğiniz bir şey gerçekleştiğinde, veya gülmekten karnınıza kramplar girdiği bir anda mı?
Gülmek demişken- çok olumsuz bir durumun tam ortasındayken kahkahalara boğulup “sinirlerim bozuldu” demiş veya bunu diyen birine rastlamış olabilirsiniz yüksek ihtimalle.
Tüm bu zıtlıkların içindeki garip bir şekilde aynı olan tepkilerimiz ilginç değil mi?
Çok karmaşık duygular içinde olup ne hissettiğinizi çözemediğiniz - “iyi miyim kötü müyüm bilmiyorum” dediğiniz zamanlar olmuş olabilir mesela. Çoğumuzun bu duygusal kafa karışıklığını yaşamasına şaşmamalı...Çünkü yapılan araştırmalar gösteriyor ki beynimizde acı, korku ve zevk aynı beyin devresini paylaşıyor. Korkuyla bağlantılı bir beyin bölgesinin, zevk uyandıran davranışları yönlendiren güçlü bir beyin devresi içerdiği görülüyor yapılan çalışmalarda. Bu bilgi ve örnekler ışığında; acı ve zevk diye başladığımız yazıda, aslında korkunun da aynı devreye dahil olduğunu vurgulamak gerekiyor.
Acı ve zevk, güçlü davranış motivasyonlarıdır ve tarihsel süreçte hep karşıt olarak kabul edilmişlerdir. Bu alandaki araştırmalardan elde edilen kanıtlar, acı verici ve zevk verici duyumların anatomik substratlarında büyük benzerlikler olduğuna işaret ediyorlar. Son moleküler görüntüleme çalışmaları, opioid ve dopamin sistemlerinin hem acıyı hem de zevki modüle etmedeki önemli rolünü gösteriyor. Biyokimyasal detaylar çok, ama alanı olmayanlar için sıkıcı olmaya gerek yok.
Çok ufak bir ısırığın bile dayanılmaz bir acıya neden olduğu acı biberler vardır; peki insanlar bunları neden yiyorlar? Küçük çocuklar zamanla acı biberin zarar vermediğini öğrenerek onu sevmeye başlıyorlar mesela. Ancak hayvanlarda böyle bir şey yok! Araştırmacılar sıçanlara da acı biber yeme alışkanlığı kazandırmaya çalışmışlar, ancak başarılı olamamışlar. Acı-zevk ve korku bağlantısı insanların karmaşık yapısına özgü bir durum gibi görünüyor; zira uzmanlar, hayvanların kendilerine korku veren şeylerin yanına bir daha asla gitmeyeceğini söylüyorlar.
Psikolojik veya fiziksel olması fark etmeksizin acı ile zevk arasındaki bağlantı insan biyolojisinin kökeninde bulunuyor. Acı hissi merkezi sinir sisteminde endorfin (mutluluk ve zindelik hissi veren ve aslında acıyı bloke eden hormon) salgılanmasına neden oluyor.
Yoğun spor yapanların bildiği bir bağlantıdan söz edelim isterseniz: Vücut yoğun efor gösterdiğinde, bir yan ürün olan laktik asit salgılanıyor. Bunun kaslarda, ve ardından beyinde oluşturduğu sinyaller bacaklarda yanma hissi olarak yorumlanıyor; ve koşan kişiyi durmaya veya yavaşlamaya yöneltiyor. Ardından beynin denizaltı görünümlü hipokampüs isimli bölgesi, ağrı sinyallerine endorfin salgılanması emriyle cevap veriyor. Endorfin ağrıyı bloke ediliyor, fakat bununla kalmıyor; daha da ileri giderek beynin aşık olunduğunda ve müzik dinlerken aktif hale gelen bölgeleri harekete geçiriyor. Yani aynı şekilde beyinde morfin ve eroin gibi uyuşturucuların sağladığı türden bir ağrı ve acı sonrası iyi his hali yaratıyor.
Kronik ağrı yakınmalarından yola çıkarak yapılan bir çalışmada; insanların ağrı hissettiklerinde beyinlerinde tam olarak ne olduğunun görülmesi hedeflenmiş. 8 gönüllü katılımcının ellerini incitecek kadar ısıttıkları esnada, beyin taraması yapılmış. Bu çalışmada; değimi yerindeyse “eli yanan” kişilerin beyin taramalarında; sadece tipik olarak ağrıyla ilişkili beyin bölgelerinde değil, aynı zamanda yemek, uyuşturucu ve seks gibi şeylerden zevk almaya adanmış beyin bölgelerinde de aktivite gözlemlendiği belirtiliyor.
Bu bağlamda lunaparklardaki bazı araçlara rahatsızlık verdiği halde binmeye devam edilmesinin ya da acıklı filmlerin seyredilmesinin insanlara keyif veriyor oluşu çok doğal bir durum. Bir de acıdan beslenmeyi seviyoruz galiba bazen; giriyoruz o girdaba bir şekilde. Yine de dramatik sahnelerin olduğu yerde kalması, yaşam şekli haline gelmemesi en güzeli tabi...
Sağduyusu insanı zevk arayışına girmeye, acıdan kaçınmaya yöneltse de; koşu, sıcak masaj, dövme, vücut deldirme ve sado-mazoşist cinsel etkinlikler gibi birçok aktiviteyi acı içerdiği halde yapmaya devam ediyor insanlar. Yapılan çalışmalarda, kişiler iyi ve kötü acı arasında ayrım yaptıklarını, kötü acıdan kaçınılması gerekirken iyi acının zevk verdiğini ifade ediyor. Öte yandan ağrı ile orgazm arasında önemli bir bağlantı olduğu kanısında olan bazı araştırmacılar; insanların orgazm sırasında yüzlerinin aldığı şekli acı sırasındaki halinden ayırmanın zor olduğunu belirtiyorlar. Yine bazı ağrı kesicilerin duyguları nasıl etkilediğine yönelik yapılan bir araştırmada da bu ilaçların sadece ağrıyı kesmediği, aynı zamanda zevk duygusunu da körelttiği görüldü.
Görüldü demişken; gelelim sona sakladığım kısıma! Geçtiğimiz haftalarda katıldığımız özel bir canlı müzik programında müzisyen arkadaşlar peçetelerinizi hazırlayın demişti; bizi ağlatmayı kafalarına koymuşlardı belli ki! Müziğin sadece eğlence aracı değil, duyguların ifade edildiği ve her duyguya eşlik edebilecek bir sanat olduğu gerçeğini bir kez daha hissettiren gecede; ard arda sunulan duygusal şarkıların arasında solist arkadaşım “galiba aşkın kendisini yaşamayı değil de acısını çekmeyi daha çok severik” gibi bir cümle kurdu!
İşte buradaki ilginç ironik durum, benim ilham perilerim tarafından “görüldü” ve acı-zevk bağlantılı konuda yazmam için ilk ilham kaynağım oldu. Biz o gece acılı şarkılarla inanılmaz bir müzik zevki yaşadık, hatta tadı damağımızda kaldı.
Tüm bunları bir araya topladığımızda, insan için acı, korku ve zevkin her zaman iç içe geçmiş olduğunu görebiliyoruz özetle... Karmaşık bir duygusal yapımız olduğu net; ama her “an”ın yaşanması, ve bunun uçlara taşınmadan dengede tutulmasıdır belki de acının ilacı...