>> “…12 Eylül askeri rejiminin aksine o dönemde seçimleri Turgut Özal kazandı. Ama daha hükümet kurulmadan, apar topar, özellikle askeri bürokrasinin teşvikiyle ‘ne olur ne olmaz’ diyerek KKTC ilan edildi. Bu açık müdahalenin ilk evresi olarak algılanmalı…”
>> “… Şu anda Türkiye’de Türk-İslam sentezciliğine oturan bir program etkili oluyor. AKP-MHP Cumhur ittifakı bunun sonucu. Bununla birlikte Kıbrıs’a müdahale de artıyor. Kıbrıs sorunu çözülürse, Türk milliyetçilerinin dayandığı önemli bir argüman ortadan kalkmış olacak…”
>> “…Türkiye’den Kıbrıs’a para gönderilmesi sözü hiç edilmemeli. Ayıp… Böyle bir görgüsüzlük ve ayıp yapılmamalı. Türkiye KKTC’ye devlet olarak fon aktarıyor ama iki devlet arasındaki ithalat-ihracat dengesine bakıldığında kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor. Kıbrıs Türk halkı da veriyor…”
DEMOKRASİ, İRADE, MÜDAHALE / YENİDÜZEN-Aysu BASRİ AKTER
Hukukçu, Yazar Prof. Dr. Levent Köker, Kıbrıs’ı ve Kıbrıs sorununu oldukça yakından takip eden akademisyenlerden biri… Kuzey Kıbrıs’ta özel bir üniversitenin akademik kadrosunda da yer almasıyla birlikte, en kritik dönemeçlerde bizzat Kıbrıs’ı izlemiş.
KKTC Anayasa Mahkemesi’nin kararı ile ilgili ilk değerlendirmeyi yapanlardan biri… Köker, kararı yorumlarken, karara yükselen tepkilere karşı, “KKTC Anayasa Mahkemesi’nin kararı, Türkiye’nin hayli sorunlu ve bir bakıma ‘dayatmacı’ laiklik anlayışına eleştirel gözle bakabileceğimiz, bu anlamda özgürlükçü laiklik anlayışının gereklerini yeniden düşünebileceğimiz bir kaynak niteliğinde görünmektedir” diyor ve devam ediyor;
“tavsiyem odur ki, kararı yerden yere vurmakta sıraya dizilenler önce kararı okusunlar!”
Yıllardır tartışılan iki ülke arasındaki ilişkiler, üst perdeden eleştiri ve müdahalelerin yeniden gündemde olduğu böyle bir zamanda, Levent Köker ile mevcut durumu, Kıbrıs sorununu ve bundan sonra ne yapılabileceğini konuştuk.
Türkiye ve Kuzey Kıbrıs ilişkilerinde sağdan sola kadar zaman zaman tırmanan üslup ve hükmedici tavır konusunda hemen her kesimin rahatsızlığını dile getirirken, bu ilişkinin nasıl bu noktaya geldiğini soruyorum ilk olarak Levent Köker’e;
“En temel zorluk, Kıbrıs sorununun önemli taraflarından birinin Türkiye olması. Bu yüzden müdahale olacak şekilde adada varoluyor” diyor.
KKTC’NİN İlanı Açık Müdahalenin İlk Evresi
Köker müdahale tartışmalarına farklı bir boyut getirecek değerlendirmesinde ise “1983’de KKTC bağımsız devlet olarak varlığını ilan etti. Bu açık müdahalenin ilk evresi olarak algılanmalı” derken, federal bir çözüm iradesini yansıtan Federe Devleti varlığını sürdürürken, KKTC’nin ilanının federasyonla daha zor bağdaştırılan bir şey olduğuna vurgu yapıyor ve şöyle devam ediyor;
“12 Eylül askeri rejiminin aksine o dönemde seçimleri Turgut Özal kazandı. Ama daha hükümet kurulmadan, apar topar, özellikle askeri bürokrasinin teşvikiyle “ne olur ne olmaz” diyerek KKTC ilan edildi. Bu açık müdahalenin ilk evresi olarak algılanmalı”
Köker’e göre, KKTC’nin ilanı hem açık müdahalenin ilk evresi hem de genel birçok inanışın aksine, tasvip edilmeyen, arzulanmayan bir yeni hükümet dönemi öncesi, kontrolü sağlama alma hamlesi…
“1983’deki bağımsızlık ilanı, bana ilk müdahale gibi geliyor. Türkiye Cumhuriyeti istemeseydi, ilan edilebilir miydi? Bu Kıbrıslı Türkler istedi de Türkiye destekledi diye olmadı” diyen Köker, bu ilanın temel taşıyıcısının Türkiye olduğunun altını çiziyor.
Yarım asırdır KKTC’nin ilanı sırasında tereddütte olan dönemin muhalefet partilerinin bu müdahaleye karşı çıkıp çıkamayacaklarını da soruyorum Köker’e; “bu bir karışma, bir müdahaleyse, muhalefet farklı davranamazdı. Karşı görüşler çok etkili olmadı” diyor ve her dönemi kendi içinde değerlendirmek gerektiğine işaret ediyor.
“Annan Planı’nın 3’üncü versiyonu oylanmalıydı”
1983 sonrasındaki süreçte Türkiye’nin adayı sürekli olarak kontrolü altında tutmak istediğine işaret eden Levent Köker, KKTC’nin ilanından sonra müdahalenin tavan yaptığı zamanın Annan Planı dönemi olduğunu söylüyor.
“Annan Planıyla muazzam bir fırsat kaçtı” diyen Köker, planın Kıbrıs Cumhuriyeti’nin AB üyeliği onaylanmadan referanduma götürülmesi ve referandumda AB üyeliği ile birlikte çözümün onaylanması durumunda her iki taraftan da evet kararının çıkacağının altını çizerken, “Türkiye planı destekliyor gibi oldu ama eğer planın 3. Versiyonu referanduma AB üyelik onaması öncesi götürülseydi, her iki taraf da evet diyecekti” diyor ve şöyle devam ediyor;
“Denktaş bu planı referanduma götürmekten kaçındı. Türkiye’deki askeri bürokrasi ve CHP dahil, milliyetçi destekçileri muazzam bir propaganda yaptı. Altemur Kılıç, Sinan Aygün, Bedri Baykam gibi isimler Yakın Doğu Üniversitesi’nde propaganda konuşmaları yaptılar. O dönemde planı desteklediğimiz için master programının asker öğrencileri derslere gelmemeye başladılar. AKP ise başka bir tavır ortaya koymak isterken, yeni iktidarda olmaları nedeniyle güçlü olamadılar. O dönem Erdoğan’ın ‘çözümsüzlüğü çözüm olarak gören zihniyetle Kıbrıs sorunu çözülemez’ sözleri oldukça önemliydi. Ama kaçan çok büyük bir fırsat oldu.”
Kıbrıslı Rumların referandumda %25 kabulu ile ilgili de değerlendirmelerde bulunan Köker, “%25 kabul, üzerinde çok uğraşılması gereken birşeydi ama hiç çalışmadık. Türk tarafı bunun üzerinde çalışsa iş daha farklı noktalara gelebilirdi.”
Türkiye Kıbrıs’ta Federatif Çözümü Başından Beri İstemiyor
Prof. Dr. Levent Köker’e göre, aslında Türkiye en başından Kıbrıs’ta federatif bir çözüme karşı. Bunu isteyen AKP de şu anda bundan vazgeçmiş durumda. Şöyle diyor Köker;
“Türkiye Kıbrıs’ta federatif çözümü başından beri istemiyor. Bunu AKP istiyordu ama artık istemiyor. O dönemde Kürt sorununun Türkiye’deki çözüm süreci devam ediyordu. Bu süreç devam ederken, yarı federal bir Kürt devletinin Kuzey Suriye’de oluşma ihtimali belirince, derin mahviller, askeri-sivil bürokrasi devreye girdi. AKP ise 2013-14 çözüm sürecinin kendisine değil, başkaları lehine oluştuğunu görünce süreci bıraktı. Çünkü AKP’nin oyları düşüyor, HDP’nin oyları yükseliyordu.” Köker, AKP’nin Kıbrıs sorununda politika değişikliğine gitmesini de Kürt sorununa bağlıyor ve “çözüm sürecinin bitmesi demokrasi gelişim sürecini de durdurdu” diyor.
“Muhafazakar partiler pragmatik partilerdir, o yüzden dönemin getirilerine göre keskin dönüşler yapabiliyorlar” şeklinde devam ediyor sözlerine.
2015 seçimlerinde AKP’nin tek başına iktidar olma sürecini kaybettiğine işaret eden Levent Köker, politika değişikliğinin sadece Kıbrıs sorununda yaşanmadığını da belirtiyor. “Şu anda Türkiye’de Türk-İslam sentezciliğine oturan bir program etkili oluyor. AKP-MHP Cumhur ittifakı bunun sonucu. Bununla birlikte Kıbrıs’a müdahale de artıyor. Örneğin, KKTC Anayasa Mahkemesi kararına tepkilerin bilmeden yapılması mümkün değil” diyen Köker, şunları kaydediyor; “Türkiye’de şu anda milliyetçilik yükseliyor. Kıbrıs sorunu çözülürse, Türk milliyetçilerinin dayandığı önemli bir argüman da ortadan kalkmış olacak.”
Türkiye Kaşıkla Verdiğini Kepçeyle Alıyor
Türkiye-KKTC ilişkilerindeki ekonomik bağımlılık konusuyla ilgili değerlendirmelerini de soruyorum Levent Köker’e. Şöyle diyor;
“Hem Türkiye hem KKTC kendi siyasi sitemleri doğrultusunda, demokrasi işleyişleri kapsamında paranın nereye gittiğini otomatik olarak denetleyebilir. Türkiye’den buraya para gönderilmesi sözü hiç edilmemeli. Ayıp…Böyle bir görgüsüzlük ve ayıp yapılmamalı. Türkiye KKTC’ye devlet olarak fon aktarıyor ama iki devlet arasındaki ithalat-ihracaat dengesine bakıldığında kaşıkla verdiğini kepçeyle alıyor. Kıbrıs Türk halkı da veriyor. O yüzden Türk halkının vergilerinden bahsedilmesi ve fon aktarılması üzerinden denetim hakkından bahsedilmesi çok yakışıksız. Hem çok yakışıksız hem de ekonomik realiteye uymuyor. Adadaki Türk firmalarının buradaki kazançları da düşünüldüğünde ekonomik olarak Türkiye daha kazançlı. Türkiye bu fon aktarımını sık sık dillendirmeye çalışıyor ama ayıp ediyor.”
Levent Köker, Kuzey Kıbrıs’taki gözlemlerinden de bahsediyor ve oldukça ilginç bir noktanın altını çiziyor.
“Kıbrıs’tayken çöp konteynerleri üzerinde, “Türkiye Cumhuriyeti yardımlarıyla yapılıyor” ifadeleri çok ilgimi çekiyordu. Türkiye bundan bir şey umuyor. İnsanların birbirine Türkiye olmasa çöp bile koyamayacağız demesini istiyor. Oysa KKTC’nin izolasyonunda Türkiye’nin de sorumluluğu var. Bu izolasyonlar akşamdan sabaha durduk yerde çıkmadı.”