Bir distopya içinde yaşıyor gibiyiz. Bunu en çok da evlere kapatıldığımız 2020’de fark ettik sanki. Bu post-truth (hakikat sonrası) çağda sahte bilgi bombardımanı arasında yolumuzu bulmaya çalışıyoruz. Pasifistlerin dahi güvenlikçi politikalara yöneldiği, silahsızlanmanın lafının bile edilmediği dönemdeyiz. Sihirli sözcük ekonomi, küçük bir azınlığın çıkarının doğru yönetilmesi anlamında kullanılıyor. Bütün planlamalar bunun üzerinden yapılıyor. Bir yanda şatafat diğer yanda derin yoksulluk. Hiyerarşinin alt basamaklarında olanların acıları görünmez halde.
Bunca kargaşa içinde edebiyat da vitrinde sabitliyor kendi hiyerarşisini. Yazar da bir ünlü olarak diğer bütün ünlüler gibi pazarlanıyor. İnsanların ikonlara ihtiyacı var. Edebiyat da kendi ikonlarını yaratıyor. Yazarın görüntüsü, yakışıklılığı, karizması, güzelliği, gündelik hayatı bir magazin malzemesine dönüştürülüyor. Bütün ünlüler gibi bir gün zirveye çıkarılıp bir başka gün linç edilip zirveden düşürülebilir durumda. Bunun örneklerini gördük. Türkiye’de edebiyat etkinlikleri için Anadolu’yu dolaşan bir yazar arkadaşım: “Anadolu’da cinci hocaların yerini erkek edebiyatçılar almış” demişti. Çok gülmüştüm ama çok da acı aslında.
Bir yanda müesses nizamın tercihleri diğer yanda ise dijital teknolojinin yarattığı imkanlar söz konusu. Sonuçta herkesin kendine bir alan açma imkânı var Sosyal Medya’da. Teknolojiye hâkim olanlar için pek çok olanak var. Sahtelik ve üçkağıt da bunlar arasında. En güzel kandıran en başarılı sayılıyor. Masumiyet sadece kullanılması gereken araçlardan birisi. Masumiyet taklidi oldukça önemli.
Bütün bunlar arasında gerçek masumiyet kendini bir fısıltı halinde duyurmak için çabalıyor. Dünyanın yaralarını iyileştirmeye kalkışan edebiyatçılar bir biçimde okura ulaşmaya çalışıyorlar. Diğer tarafın şovu karşısında derinlikli olanın sesi bastırılsa da kendini işittirmenin bazı imkanları zorlanıyor. Bu kargaşadan, bu yangından acil çıkış kapısı gerçek edebiyatta.
Yazının değil yazarlığın, şiirden çok şairin önemsendiği bir dönemdeyiz. Parlak paketler içinde değersizlikler, sahtelikler sunulmaya devam ediliyor bize.
Büyük bir kuşatma söz konusu. Pek çok ülkede egemenlerin denetimine giren akademilerden devlet fonlarına, ekonomiye yenik düşen yayınevlerine, güdümlü medyaya, okuldaki çocuğun önüne gelen kitaba kadar.
Bana kalırsa gerçek edebiyatın gücünün kırılması mümkün değil, özellikle şiirin. Şiir bir kez ortaya çıktı mı kolaylıkla dolaşıma giren, akılda kalan, çağrışımlarla kendini çoğaltabilen bir yaratım çünkü.
Sarsıcı büyük metinler, dönüşüme yol açacak dizeler öyle kolay ortaya çıkmıyor ama. Zamanın ruhunu yakalayıp onu dönüştürecek zihinsel doruğa ulaşmak oldukça zor.
Bir başka mesele bunca kirlenme ortasında edebiyatçının kendini koruyabilmesi. Yer kapma yarışı, var olma telaşı içinde masumiyetini feda etmemesi.
Birkaç ay önce Romanya’da bir koleje konuk olmuştum. Öğrencilerden birisi şöyle demişti: “Ben aslında bir edebiyatçı olmak istiyorum. Ama araştırınca şunu gördüm. Bir edebiyatçı olarak para kazanmam, iyi bir hayata sahip olmam mümkün değil. O yüzden ikilemdeyim.” Ona edebiyatçı olmamın verdiği hazlardan, başka olanaklardan, o an karşılarında bulunmamın bununla mümkün olduğundan söz ettim. Ne kadar anlamlıydı bilmiyorum.
Burada söz konusu olan değerlere dair bir aşınma sanırım. Hedef para kazanmak ve iyi bir hayata kavuşmak. Genç insanların kafasındaki hedef bu. Büyük ideallerle kişisel hayatını mahveden kuşağımızı düşününce içimi burkuyor.
Yunanistan’ın İKARİA adasında bir dil okulu yöneten arkadaşım Mihalis, Türkçe ve Yunanca parasız paralel kurslar düzenleyip başvuru formunda katılımcılardan neden bu kursa katılmak istediklerini belirtmelerini istemiş. Dünya barışından vs. söz eden bir Türkiyeli katılımcı varmış. Diğerleri arasında CV’me yazmak istiyorum diyenler olmuş.
İdealist kuşağım en çok da bunun için, kapitalizm tarafından zehirlenen, beyni yıkanan kitleler için çırpınmıştı.
Kitaba modası geçmiş bir şey olarak bakan, kitap okumayı reddedilmesi gereken bir yavaşlık olarak algılayan bir kuşak söz konusu. Okumak bir ekran önünde mümkün yalnızca. Kitap okumayıp kitap dinlediklerinden söz edenler var artık. Bilginin, bilgili olmanın fazla bir değeri yok . Senin kafandakinin, onlarca yıllık okumalarının bir değeri yok. Bir tuşa basar hepsine ulaşırım diye düşünüyorlar.
Kıbrıs’ın barışseverleri olarak hiç bu kadar umutsuz olmamıştık. Kaç kez alarm tuşuna bastık ama artık buna bile vurdumduymazlıkla yaklaşılıyor. Bunca emek bunca mesai, görüşmeler ve yeniden yeniden görüşmeler hepsi boşu boşunaymış. Dünyanın pek çok ülkesinde olduğu gibi her şey bazı çıkar çevrelerinin yararı için gerçekleşiyor. Küçük bir azınlığın yolsuzluk dümeni, rant için ülkeler feda ediliyor. Bunların üzerine boca edilen ideolojiler, Vatan-Millet-Sakarya’lar sadece birer maske.
Belki çözüm için bir gelişme olur diye çırpınıp duran bir azınlık ise eski ezberlerin tutsağı olmuş durumda. Barış’ın şövalyeleri değirmenlere karşı savaşıyor.
Çok karamsar bir tablo çizdiğimin farkındayım. Ama bu tablo çizilmeden de hiçbir şeye müdahale edilemez.
Çevre hareketleri, sanat edebiyat bu tablo içindeki aydınlık pencereler. Sistemin bozamadığı her kim varsa birer umut. Alarm zilleri durmaksızın çalıyor. Acil çıkışa doğru yönelmeliyiz.
(Işık Kitap Fuarı’nda 30.8. 2024 tarihli Acil Çıkış Edebiyat Paneli için konuşma metnidir)