Çok değerli bir okurumuzun on yıl önce anlattığı, dört yıl önce gösterdiği, üç yıl önce St. Hilarion’da kazılan yerde bulunan sekiz “kayıp”tan altısı kimliklendirildi ve ailelerine küçük tabutlar içinde geri dönüşleri başladı… Askeri bölgedeki bu gömü yerlerinin kazılması için okurumuzla birlikte yıllarca mücadele etmiştik…
*** “Kayıplar konusuna ilgim, gazeteci dostum Sevgül Uludağ’ın Yenidüzen gazetesindeki yazılarını, röportajlarını okuduğum zaman başladı… İnsanlar ne acılar çekmiş… Ne dramlar yaşanmış.. Ne masum insanlara kıyılmış… Çocuklar nasıl anasız babasız, genç kadınlar nasıl dul kalmış, ana babalar nasıl evlat acısı çekiyor… Çok etkilendim. Kendimi onların yerine koydum. Kalbimin derinliklerinde bir şey beni dürttü. Askerliğim sırasında bir gaminide gördüğüm iskeletler aklıma geldi. Onlar askerdi. Çünkü iskeletlerin arasında tek tip mermiler de vardı… Gaminideki kemiklerin daha sonra başka bir yere gömüldüğünü de hatırladım. Durumu Sevgül’e söyledim. O da Kayıplar Komitesi’ne aktardı. Komitenin Türk ve Rum yetkilileri ziyaretime geldi. Konuştuk. Onlara bilgi verdim, kroki çizdim. Askeri bölgelerde kazı izni için birkaç yıl bekledik…”
*** “Adada savaşları çıkaranlar, hiçbir zaman kendileri savaşmadı. Kendileri ölmedi. Bir kör kuyuya atılıp kayıp edilmedi… Çocukları anasız babasız ortada kalmadı… Onların gencecik kadınları dul kalmadı.. Yitirdiği eşinin, evladının ardından, bir ömür ah çekip gülmeyi unutmadı onlar.. Bir hayatı heba edip de gözü yaşlı olarak bu dünyadan göçüp gitmedi… Onların kemikleri değildir kuyularda, gaminilerde, aceleyle açılmış çukurlarda aranan… Onların değildir etrafa saçılmış, yarısı dışarda yarısı toprakta duran kemikler… Bu dünya durdukça belki de hiç bulunmayacak kemikler, onların kemikleri değildir…”
*** “…“Ateş düştüğü yeri yakar” derler.. Doğrudur… Ama “kayıplar ateşi” sadece düştüğü yeri değil, her yeri, hepimizi, hepimizin yüreklerini yakmalıdır… Bu konuda bilgisi-tanıklığı olanlar, daha fazla gecikmeden, konuşmalıdır.. Bunu yapmak insanlık onuru adına bir görevdir. Yurdumuz Kıbrıs’a karşı bir sorumluluktur. Bilip de susanlar, vicdanlarında ağır bir yükle ölecektir. Yattıkları yerde de sonsuza kadar huzur bulmayacaktır. Bu kişiler bilsinler ki; toprak kendilerini, istemeyecektir…”
*** “Olanlar oldu. Hepsi geçmişte kaldı.. Türk veya Rum, ilgili herkes kaybının kemiklerini istiyor. Bir mezarı olsun, ağlayacaksa mezarının başında ağlasın diye… Bu onların hakkıdır. “Benim kemiklerim bulunsun, onların kemikleri kuyularda kalsın” demek, olmaz.. İnsanlığa sığmaz. İki bin kayıp vardır ve bunların çoğu, masum insanlardır… Öldürenlerle işimiz yoktur. Onları değil, öldürülüp kayıp edilenleri arıyoruz. Sağır insan bile, vicdanının sesini duyar.. Konuşun.. Artık insanlık konuşsun…”
OKURUMUZ GÖRGÜ TANIĞI İDİ…
Okurumuz bu gömü yerini kendisi askerliğini yaparken bizzat tanık olduğu bir olaydan ötürü bilmekteydi… Okurumuz bu gömü yerinde insan kemikleri görmüştü, mermiler görmüştü, askeri üniforma parçaları görmüştü… Bu gömü yerinin görgü tanığı idi ve bu gömü yerini asla unutmamıştı...
2017 yılında okurumuzun kendilerine göstermiş olduğu bu gömü yerinde Kayıplar Komitesi kazı ekibi insan kalıntıları bulduğu zaman çok duygulanmış ve o günlerde bu sayfalarda da yer verdiğimiz duygularını şöyle aktarmıştı:
“Kıbrıs adası 10 bin yıllık tarihinde, çok üzücü olaylar gördü. Topraklarına çok kan aktı.. Çok gözyaşı döküldü.. İnsanlık adına utanç verici zalimlikler yapanlar, toprakları üzerinde çok tepişti…
Adada savaşları çıkaranlar, hiçbir zaman kendileri savaşmadı. Kendileri ölmedi. Bir kör kuyuya atılıp kayıp edilmedi… Çocukları anasız babasız ortada kalmadı… Onların gencecik kadınları dul kalmadı.. Yitirdiği eşinin, evladının ardından, bir ömür ah çekip gülmeyi unutmadı onlar.. Bir hayatı heba edip de gözü yaşlı olarak bu dünyadan göçüp gitmedi… Onların kemikleri değildir kuyularda, gaminilerde, aceleyle açılmış çukurlarda aranan… Onların değildir etrafa saçılmış, yarısı dışarda yarısı toprakta duran kemikler… Bu dünya durdukça belki de hiç bulunmayacak kemikler, onların kemikleri değildir…
Kıbrıs adasının 10 bin yıllık tarihinin en dramatik, insanı en çok üzen, yürekleri en çok yakan, nice ömürleri “belki gelir” diye denizde bir zerrecik umut, dayanılmaz acı ve özlem girdabında körçar eden konusu, kayıplardır…
“Ateş düştüğü yeri yakar” derler.. Doğrudur… Ama “kayıplar ateşi” sadece düştüğü yeri değil, her yeri, hepimizi, hepimizin yüreklerini yakmalıdır… Bu konuda bilgisi-tanıklığı olanlar, daha fazla gecikmeden, konuşmalıdır.. Bunu yapmak insanlık onuru adına bir görevdir. Yurdumuz Kıbrıs’a karşı bir sorumluluktur. Bilip de susanlar, vicdanlarında ağır bir yükle ölecektir. Yattıkları yerde de sonsuza kadar huzur bulmayacaktır. Bu kişiler bilsinler ki; toprak kendilerini, istemeyecektir…
Kayıplar konusunda olan oldu. Zamanı geriye döndürmek mümkün değil. Kayıplar Komitesi, kayıp kişileri değil, kayıpların kemiklerini aramaktadır.. Kim yaptı değildir önemli olan.. Kemiklerdir… Ki bu kemikler birilerinin canı ciğeridir.. Oğlu kızı, eşi, annesi babasıdır. Kardeşidir. İstenen sadece bu kemiklerin bulunmasıdır. Kim yaptı bulup cezalandırmak, “başkasının” işidir. Bu iş O’na havaledir…
Bence kayıpların katilleri hiç aranmasın. Onlar kendilerini biliyor. Onları kendi vicdanlarıyla baş başa bırakalım. Bu ağır yükle, toprağın kendilerini istemediğini, ruhlarının asla huzur bulmayacağını bilerek ölüp gitsinler…
Ama bilenler, tanık olanlar, duyanlar, mutlaka konuşsun… Kemikler bulunsun. Onların da bir mezarları olsun. Sevenleri ziyaretlerine gelsin. Onlara çiçek getirsin.. Dua etsin... İyilik, kötülüğü yensin… Bu çağrım, herkesedir… Ayrıca kimse, kayıplar konusunu kendi siyasetine alet etmesin. Bu konuyu istismar etmesin. Başkalarının canı ve acılarının üzerinde, “lingiri” oynamasın…
Kayıplar konusuna ilgim, gazeteci dostum Sevgül Uludağ’ın Yenidüzen gazetesindeki yazılarını, röportajlarını okuduğum zaman başladı… İnsanlar ne acılar çekmiş… Ne dramlar yaşanmış.. Ne masum insanlara kıyılmış… Çocuklar nasıl anasız babasız, genç kadınlar nasıl dul kalmış, ana babalar nasıl evlat acısı çekiyor… Çok etkilendim. Kendimi onların yerine koydum. Kalbimin derinliklerinde bir şey beni dürttü. Askerliğim sırasında bir gaminide gördüğüm iskeletler aklıma geldi. Onlar askerdi. Çünkü iskeletlerin arasında tek tip mermiler de vardı… Gaminideki kemiklerin daha sonra başka bir yere gömüldüğünü de hatırladım. Durumu Sevgül’e söyledim. O da Kayıplar Komitesi’ne aktardı. Komitenin Türk ve Rum yetkilileri ziyaretime geldi. Konuştuk. Onlara bilgi verdim, kroki çizdim. Askeri bölgelerde kazı izni için birkaç yıl bekledik. Sonra, geçen yıl, beni komiteden aradılar. Askeri bölgeye girip gaminiyi ve ikinci gömü yerini gösterebilir miyim diye sordular. Kabul ettim. Önce Google Map’tan koordinatlarını verdim. Bana çağırdıkları gün de gidip gaminiyi ve kemiklerin taşındığı diğer noktayı gösterdim. Bu arada, komite çizdiğim krokiye bakarak, askeri bölgeye çok yakın başka bir gaminiyi kazdı. Burada beş kayıp bulundu. Pek kazı da olmadı çünkü kayıplar gömülmemişti, atılmıştı.. Üst üsteydiler…
Askeri bölgede üç kez yer gösterdim. Gamini ve etrafındaki kazılar bitince, en son geçen Pazartesi günü (8 Mayıs) ikinci gömü yerini ikinci kez gösterdim. Bu yer, iki metre uzunluk ve yarım metre genişliğindeydi. Güneybatı-Kuzeydoğu yönündeydi. Tabi aradan 33 yıl geçmişti. Bölgede yangın olmuştu. Fiziki değişiklikler de vardı. Bu yeri ikinci gidişimde kolayca bulup göstermiştim. Hatırladığımdan daha küçüktü. Üç parmak kadar çökmüştü. Etraftaki otlar yeşildi ama bu çöküntünün üstündekiler daha açık renk ve daha kısaydı. Ama son gidişimde bu yeri zorlukla buldum. Dar bir alanda dönüp durdum. Bu kez otlar sapsarıydı. İz yoktu. Durum böyle olunca çok üzüldüm. Moralim bozuldu.. Aramaya devam ettikçe daha da kötü oldum. Yüz metrekarelik küçük bir alanda, beşiğe benzer, hafif çökmüş yeri bulamıyordum. Aradan nerdeyse bir saat geçmişti. İçimden, oturup ağlamak geldi. Buna direndim, vazgeçtim. Ama aniden düşüp bayılacağım gibi hissediyordum bu kez de… Burada, ayaklarımın dibinde, birilerinin canı ciğeri olan kayıplar vardı ve ben onları bulamıyordum. Bu kemiklerin bir mezara gömülmesi, ailelerinin onlara hiç olmazsa bu şekilde kavuşması gerekiyordu. Bunun olması için bir dakika bile geç kalmak, kabul edilmezdi… Olmazsa o alanı komple kazacaktık ama ben göstereceğim noktanın kazılmasını ve kemiklerin hemen bulunmasını istiyordum.. En sonunda o küçük, beşik gibi çöküntü gözüme ilişti. Hemen üzerindeki kuru otları yoldum. Burasıydı… O an içimden şöyle geçirdim: “Eğer bunca yıl ve bu kadar değişimden sonra bu çukurda kemikler bulunursa, demek ki Allah vardır.. Allah yoksa da başka bir şey vardır…”
Dün akşam (Perşembe) beni Sevgül aradı. “Sevgül; ne olur bana bir müjde ver” dedim.. Verdi… Gösterdiğim yerde, gaminiden taşınmış kemikler, bulundu… Çok sevindim. Çok mutlu oldum… Birilerinin artık huzur bulmasına, onları sevenlerin acılarının biraz olsun dinmesine yardımcı olmak, bir anda yüreğimi dinlendirdi.. Bunca yıldır taşımak zorunda kaldığım ağır yük, yüreğimin üzerinden kalktı…
Bu arada, söz konusu askeri bölgenin komutanlarına ve bizlere yardımcı olan personeline, askeri bölgelerde kazı izni veren ve bunu uygulayan tüm komutanlara ve yetkililere, anlayışları ve insanlıkları için teşekkür ederim. Kayıplar Komitesi’ne ve “iğneyle kazarak” kayıplara ulaşmaya çalışan personeline, kayıpların bulunmasına yardımcı olan herkese teşekkür ederim. Kayıp ailelerinin acılarını paylaşırım. Tüm kayıplara rahmet ve huzur dilerim…
Sevgül’e ve Kayıplar Komitesi yetkililerine bu konuda daha birçok bilgiler verdim. Otuz yıldır her gün Yenidüzen gazetesi alırım ve her sabah, daha yüzümü bile yıkamadan, Sevgül Uludağ’ın kayıplarla ilgili yazdıklarını okurum. Bugüne kadar birçok kaybın bulunmasına yardımcı oldum. Buna, ta ki yaşarım, devam edeceğim… Hiç tanımadığım insanların acılarının dinmesine yardım için… İnsanlık onuru böyle emrettiği için… Toprağın beni sevgiyle ve “Aferin” diyerek, sonsuza dek kucaklaması için…
Olanlar oldu. Hepsi geçmişte kaldı.. Türk veya Rum, ilgili herkes kaybının kemiklerini istiyor. Bir mezarı olsun, ağlayacaksa mezarının başında ağlasın diye… Bu onların hakkıdır. “Benim kemiklerim bulunsun, onların kemikleri kuyularda kalsın” demek, olmaz.. İnsanlığa sığmaz. İki bin kayıp vardır ve bunların çoğu, masum insanlardır… Öldürenlerle işimiz yoktur. Onları değil, öldürülüp kayıp edilenleri arıyoruz. Sağır insan bile, vicdanının sesini duyar.. Konuşun.. Artık insanlık konuşsun…”