Adıyaman Başsavcılığı tarafından hazırlanan “İsias Otel” iddianamesiyle ilgili konuşan CTP Genel Başkanı Tufan Erhürman, iddianamede yazanın aksine, deprem suçlularının “olası kast” suçlamasıyla yargılanması gerektiğine vurgu yaptı.
Kişisel sosyal medya hesabı üzerinden açıklama yapan Erhürman, ceza hukukunun kendi alanı olmaması nedeniyle hem depremde evladını kaybeden ceza hukukçusu Pervin Aksoy İpekçioğlu hem de diğer hukukçularla görüştüğünü, suçluların “taksir” değil “olası kasttan” yargılanması gerektiğinin altını çizdi.
“Bu olayın başından beri, benim cılız sesim ne işe yarar, bu büyük acının karşısında ben neye yararım diye çok sordum kendime” diyen Erhürman, “Cılız sesimi Pervin’in ve şampiyon meleklerimizin ailelerinin sesine katıyorum. İşe yarayacağını bilsem çok şey isterdim onlar için ama bu halde, bu acının karşısındaki aciz halimle bir tek şey isteyebiliyorum: Ne olur adalet gelsin, bir an önce gelsin ve çocuklarımızın ve ailelerimizin ellerinden tutsun…” dedi.
Tufan Erhürman, açıklamasında şu ifadelere yer verdi:
“Sevgili Pervin’i (Pervin Aksoy İpekçioğlu) tanıdığımda DAÜ Hukuk Fakültesi’nde çok genç bir asistandı daha. Ceza Hukuku idi alanı. Yüksek lisans yapıyordu. Ceza Hukuku benim alanım değil ama ceza hukukçuları Kamu Hukuku Yüksek Lisansı yaptıkları için, İdare Hukuku, Anayasa Hukuku gibi derslerde öğrencim oldu.
Onun disiplinine, hukuk nosyonuna, ciddiyetine ve çalışkanlığına yakından tanıklık etme fırsatı buldum.
Sonra yıllar içinde büyük bir keyifle izledim meslekteki gelişimini. Anneliğine de tanıklık ettim. Serin ve ailesi elbette çok başkaydı onun için. Disiplini, her iki görevini de büyük bir sevgi ve ciddiyetle, hakkıyla yapmasını sağlamaya yetiyordu.
Doktorasını Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde yaptı ve Fakülte’de Ceza Hukuku hocası oldu Pervin. Ben Ceza Hukuku ile ilgili uzmanlık gerektiren konularda büyük bir keyifle ona danışmaya başladım. O belki fark etmezdi ama sorduğum sorulara verdiği, doyurucu, ayrıntılı, objektif ve şaşmaz bir mantıkla döşenmiş yanıtlarını dinlerken yüreğim gururla dolardı benim.
Maalesef bir annenin hayatında karşılaşabileceği en büyük sınavla karşı karşıya kaldı Pervin. Canından çok sevdiği, canı (canımız) Serin’di sınav. Ve hayat onun bunca yıllık hukuk birikimini kızıyla sınava çekti. Elbette öfkeliydi, tarifsiz bir acı içindeydi ama ben onun disiplinine de, objektifliğine de, bilgisine de kendiminkinden daha fazla güveniyordum.
Nihayet bu “olası kast”, “bilinçli taksir” meselesi çıktı önümüze İsias davasında. Birçok Ceza Hukukçusu ile konuştum. Sonuçta benim uzmanlık alanım değil. Eksiklerimi giderip anlamaya çalıştım. Anladığımı sanıyorum.
Ama benim için hepsinden önemlisi, ne olursa olsun objektifliğini asla yitirmeyeceğini bildiğim Pervin’in değerlendirmesiydi. Telefonu birkaç kez elime aldım, bıraktım. Sonra gücümü toplamaya çalışarak aradım. Her zamanki gibi tane tane, örneklerle, karşısındaki hukukçu olmasa bile mutlaka anlayacağı şekilde anlattı.
Hem kızının, hem de İsias’ta kaybettiğimiz tüm çocuklarımızın, tüm insanlarımızın acısı ve mesleğinin sorumluluğuyla olası kast dedi. Anlattıkları danıştığım başka ceza hukukçularının anlattıklarıyla birebir örtüşüyordu.
Pervin “olası kast” diyor. Pek çok ceza hukukçusu da öyle. Şampiyon meleklerin yaslı aileleri de. Ben de neresinden baksam bilinçli taksir değil, olası kast görüyorum. Bu olayın başından beri, benim cılız sesim ne işe yarar, bu büyük acının karşısında ben neye yararım diye çok sordum kendime. Yanıtını bulamadım, kendimi aciz hissettim ama bir kez daha aynı şeyi yapıyorum.
Cılız sesimi Pervin’in ve şampiyon meleklerimizin ailelerinin sesine katıyorum. İşe yarayacağını bilsem çok şey isterdim onlar için ama bu halde, bu acının karşısındaki aciz halimle bir tek şey isteyebiliyorum:
Ne olur adalet gelsin, bir an önce gelsin ve çocuklarımızın ve ailelerimizin ellerinden tutsun…”