“Adalet mücadelemizi bilimsel verilerle yapıyoruz, duygusal değil”

Şampiyon Melekler’den Serin’in annesi, İsias Otel enkazından yaralı kurtulan, hukukçu Doç. Dr. Pervin Aksoy İpekçioğlu, Adıyaman’da 12 Haziran’da yapılacak üçüncü duruşma öncesinde YENİDÜZEN'e konuştu.

Ödül AŞIK ÜLKER

Şampiyon Melekler’den Serin’in annesi, İsias Otel enkazından yaralı kurtulan, hukukçu Doç. Dr. Pervin Aksoy İpekçioğlu, adalet mücadelesini duygusal değil, bilimsel verilere dayanarak yaptıklarını vurgulayarak, “Bu bina çürük bir binaydı ve bunu bile bile izin verdiler, bile bile denetlemediler, bile bile imzaları attılar. Kimin sorumluluğu varsa, İsias’ta ölen 72 kişinin ölümünden sorumlu olması lazım” dedi.

Adıyaman’da 12 Haziran’da yapılacak üçüncü duruşma öncesinde Yenidüzen’e konuşan İpekçioğlu, İsias davasının Türkiye’de büyük ses getirdiğinin altını çizerek, 72 kişi ölmesine rağmen, davanın sanıkları için ölümün kanıksanmış bir şey olduğunu gördüklerini söyledi.

İpekçioğlu, “(Bozkurt ailesinin) sürekli ‘nüfuzlu aile’ oldukları söylendi. Eğer nüfuzları ahlaksızlık, hırsızlık ve kanlı eller üzerinden geliyorsa, nüfuzlarının insanlık için bir anlamı yok. Bizim için insan olmak önemlidir” diye konuştu.

“İsias davası, iki ülkenin tarihi geçmişine, siyasi geçmişine ilişkin değildir, bir insanlık davasıdır” diyen İpekçioğlu, İsias davasının binlerce masumun, saniyeler içerisinde hayatlarını kaybetmelerinin cezasının somutlaşacağı emsal bir dava olduğunun altını çizdi.

11 sanıklı davada İsias Otel’in sahibi Baba Ahmet Bozkurt, büyük oğlu Mehmet Fatih Bozkurt ve fenni mesul olarak imzası bulunan mimar Erdem Yıldız’ın tutukluluğu devam ediyor. Ayrıca

6 kamu görevlisinin dördü için soruşturma izni çıktı, ikisi hayatta değil. İpekçioğlu, o dönemde belediyede işçi olarak çalışan iki kişi hakkında da soruşturma yapılması gerektiğini belirtti.

“Onlarsız her şey çok zor”

Soru: İsias davasında hem müşteki, hem tanıksınız. Ve aynı zamanda hukukçusunuz. Depremden 11 ay sonra yapılan ilk duruşmaya kadar olan süreçte neler yaşandı?

İpekçioğlu: Soruşturma aşamasında, savcılığın bilirkişi raporu talebi oldu. Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden rapor geldikten sonra, rapora dayanarak iddianame hazırlandı. Bu raporun içeriği önemliydi, raporun eksikleri vardı ancak olmayan bir şeyi raporlamamışlardı. Bu rapor, davadaki 11 sanık hakkında iddianame hazırlanması için yeterli şüphe oluşturacak delilleri ortaya koydu. 3 Ocak 2024’te, 11 ay sonra ilk duruşma oldu, bunun Türkiye için kısa bir süre olduğu söylendi ama bu acıyı yaşayan biz aileler için gerçekten uzun bir süreçti. 11 ay boyunca, her sabah kalktığımızda, adalet için, mücadele etmek için kalktık. Bu bizi çok yordu. Çünkü büyük bir kaybınız var, daha bunu idrak edemiyorsunuz, yas sürecindesiniz, çocuğunuz gelecekmiş gibi düşünürsünüz. Diğer taraftan, “Karot örneği alındı mı? Savcılık keşfe gitti, ne yaptılar? Karşı taraf orada” diye düşünürsünüz. Bunun kökenindeki sorun nedir? Yargının dişlerine güvenimiz tam olsaydı, yargının bir dişi olan ve devlet adına iddiayı ortaya koyacak olan savcılık makamına da güvenimiz tam olacaktı ve belki de bazı şeyleri sorgulamayacaktık. Bu güvensizlik içerisinde, bu işin peşini bırakmayacağımızı, 99 depremi sonrası gibi olmayacağını Türkiye’ye göstermek istedik ve bunun için bir çaba ortaya koyduk.

Biz adalet mücadelemizi bilimsel verilere dayanarak yapıyoruz, duygusal değil. Bu bina çürük bir binaydı ve bunu bile bile izin verdiler, bile bile denetlemediler, bile bile imzaları attılar. Kimin sorumluluğu varsa, İsias’ta ölen 72 kişinin ölümünden sorumlu olması lazım. Ben bir hukukçuyum, böyle bir haksızlığı hazmetmem asla mümkün değildir. Ama Türkiye’de deprem davalarında adalet kültürü çok gelişmiş değil. Oradaki insanların hak arama mücadelesi ikinci planda kaldı. O insanların bir kısmı cehaletten, bir kısmı dini inançları ağır bastığı için olayı “kader” olarak nitelediklerinden mücadele edemiyor. Bir kısmı da, ne ev kalmış, ne iş kalmış, ne arkadaş kalmış, tamamen hayatta kalma mücadelesi veriyor. Dolayısıyla hak arama mücadelesi önceliğini kaybetti. Burada toplumsal duyarlılığın devreye girmesi ve o insanların elinden tutulması gerekirdi.

11 ay sonra Adıyaman’da olmak çok zordu. Bazı anneler, ilk kez, ilk duruşma için Adıyaman’a gitmişti. Deprem olduktan sonra genelde babalar Adıyaman’a gelmişti çünkü kurtarma çalışmalarında fiziksel güce ihtiyaç vardı. İlk kez orada olan anneler ayrı bir travma yaşadı, bizim içinse bambaşka bir sınavdı. İlk duruşmaya gitmeden iki hafta önce psikolojik destek aldık, çünkü Adıyaman için valiz hazırlamak bile çok zordu. En son çocuğunuzla birlikte yaptığınız herşeyi yeniden yapmak, çok acıydı. Uçağa binmek, aynı yoldan, aynı rotadan Adıyaman’a gitmek çok zordu. Onlarsız her şey çok zor.

“Adaletsizliği normalleştirmedik”

Soru: İlk duruşma günler sürdü ve bu alışılmış bir durum değildi...

İpekçioğlu: Biz ilk duruşmada çok büyük bir katılım sağladık ve karşı taraf böyle bir katılım beklemiyordu. Mahkeme heyeti de, bunun normal bir dava olmadığını, zorlu geçeceğini fark etti. Özellikle mahkeme başkanı çok temkinli gitmeye çalıştı. Çok toleranslıydı.

Bizim mücadelemiz Türkiye’de büyük ses getirdi. İsias sonrası, başka bazı deprem davaları da gündeme geldi. Acı ortak ve çoğuyla da bir şekilde acılarımızda birleştik, iletişim halindeyiz. Onların mücadele ettikleri platform biraz daha farklı, bulundukları topraklar itibarıyla, adaletsizlik sanki o topraklara işlemiş gibi. Bu insanlar, toprağı kazıyarak, toplumu şekillendiren en önemli değeri, adaleti ta derinlerden çıkarmaya çalışıyorlar. O topraklarda adaletsizlik var, ama ölüm karşısında henüz bu bizim içimize işlemedi, adaletsizliği normalleştirmedik.

“‘35 kişinin ölümündeki vebalde benim payım nedir’ diye düşünmeniz lazım”

Ortada bir haksızlık var, düşünün bir, bir ülkeye gidiyorsunuz, beş gün kalacaksınız, devlet “ödül” adı altında çocukları gönderiyor. Buradaki iş bilmezlerin gönderdiği bir yerde, çocuklar maç heyecanıyla bir gece yatıyorlar ve sabaha uyanamıyorlar. Adıyaman’ı ilk duyduğumda,  “Adıyaman da nereden çıktı?” dedim. Sonuçta, eğer çocukları devlet olarak, “ödül” adı altında bir yere gönderiyorsanız, çocukların farklı bir şeyler göreceği, iyi sporcularla, antrenörlerle tanışacağı bir yeri seçmeniz lazım. Adıyaman’da sporun “s”si yoktu, ben salondaydım, salondan görüntüler var. Maç esnasında, sadece Kıbrıs’tan giden aileler, Nehir’in dayısı ve eşi, Niğde takımından bir çocuğun ailesi vardı. “Voleybolun kalbi Adıyaman’da atar” gibi bir durum yoktu. Buradaki Eğitim Bakanı’nın da, Bakanlık Müdürü’nün de çok büyük sorumluluğu var. Eğer siz, eğitimin başındaysanız ve spordan sorumlu bir müdürünüz varsa, başınızı iki elinizin arasına alıp “35 kişinin ölümündeki vebalde benim payım nedir” diye düşünmeniz lazım. Çünkü bu bölgenin seçiminde onların imzası var. Tabi ki deprem olacağını kimse bilemezdi, ama Adıyaman ikinci derecede deprem bölgesi, yeterli araştırma yapılmadan karar aldılar.

“Empati yapmak insana özgü bir şeydir”

Davaya dönecek olursak, sanıkların ilk duruşmaya Sesli ve Görüntülü Bilişim Sistemi ile katılacaklarını bilerek bizden sakladılar. Normalde sanıkların cezaevinden çıkıp salona getirilmesi için müzekkere yazılır. Biz sistemden bunun yazılmadığını fark ettik. Avukatlarımız, bazen sisteme yüklemede gecikme olabileceğini söyledi. Adıyaman’a gittiğimizde salona gelmeyebilecekleri bize söylendi. Gelmemeleri iyi mi oldu, kötü mü oldu bilmem, tartışılır. Ben salonda olmalarını isterdim, çünkü küçücük bir kameranın arkasında atıp tutmak kolay, pişkin pişkin konuşmak kolay. Gözümün içine baka baka, o acıyla yanan yüreklerin karşısında fütursuzca yaptıkları savunmayı yapmalarını isterdim, bakalım yapabilecek kadar yürek taşırlar mı görelimdi. Hele küçük oğlan Efe Bozkurt, babasının yamacında oturup, şımarık çocuk gibi, ne yaptığını, söylediğini bilmeyen hareketlerle, karşısındaki insanların acısına dahi empati yapamayacak karakterde biri. Empati yapmak insana özgü bir şeydir. Bunların Adıyaman’da nüfuzlu aile olarak görülmelerinin tek sebebi, yandaş oldukları iktidardan nemalanmalarıdır, onların dilinde bunları “insan” yapan şey, sadece paradır. Çünkü tüm insani, ahlaki değerlerden yoksundurlar. Ben hayatımda daha önceden böyle insanlarla muhatap olmadım. Bizi bu insanlarla muhatap edenlere karşı çok öfkeliyim.

Baba Ahmet Bozkurt, depremden sonra, pazartesi günü otel enkazına geldiğini söyledi ama gelmedi. Biz hep enkazın başındaydık. Geldilerse bile, korkudan, aracın içinde bekleyip, müdürü yolladılar ve kasayı aldırmak istediler. Dertleri sadece para değildi, bu insanlar vergi kaçırıyor. Müşterilerin listesi günlük olarak polise bildirilir ama deprem sonrasında tur rehberlerinden birinin ve Abide Dağlı’nın adının polise verilen listede olmadığı ortaya çıktı. Demek ki, otelde konaklayanların bazıları gösterilmiyor. Bu bizim davamızın esasıyla alakalı değil, ama bu insanların değerlerini göstermek açısından önemli.

“Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım, Serinim ve arkadaşları geri gelmeyecek”

Biz ne kadar uğraşırsak uğraşalım, Serinim ve arkadaşları geri gelmeyecek. Mahkemenin kararı Türkiye’de bir emsal olacak. Bu karar KKTC topraklarında geçerli bir emsal olmayacak. Bizim için ne olabilir, biz nasıl ders çıkarabiliriz? “Çok yakın bir ülkede böyle bir bürokratik felaket yaşandı, ahbap-çavuş ilişkisi, çıkar- menfaat ikilisi iyi işledi, sonuçları çok ağır oldu. Biz de deprem kuşağındayız. Bir gün bizde de böyle bir deprem olabilir, yasal düzenlemelerimizi ona göre yapmalıyız” diye düşünüp hareket edebiliriz.

“Eğitim Bakanlığı, okullar bağlamında sınıfta kaldı”

Soru: Depremden sonra Kıbrıs’ın kuzeyinde depreme dayanıklılık konusunda bir hassasiyet oluştu, okullarla ilgili çalışma yapıldı. O günden, bugüne bir gelişme oldu mu sizce?

İpekçioğlu: Hayır. Okullar bağlamında, Eğitim Bakanlığı bu konuda sınıfta kaldı.

“Gazi Üniversitesi’nden çıkan rapor, mühendislik adına bir facia”

Soru: Mahkemenin duruşma aşamasında Gazi Üniversitesi’nden talep ettiği bilirkişi raporu, birinci duruşma ile ikinci duruşma arasında geldi. Bu rapor ışığında, bazı sanıklar yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu raporu ve atılan adımı nasıl değerlendiriyorsunuz?

İpekçioğlu: Mahkemenin hangi gerekçelerle raporu Gazi Üniversitesi’nden talep ettiğini bilemiyoruz. Gazi Üniversitesi köklü bir üniversite ama teknik bir üniversite değil. Bence mahkeme, o noktada büyük bir hata yaptı. Gazi Üniversitesi’nden çıkan rapor, teknik rapor gibi de çıkmadı, mühendislik adına bir facia. Kamu görevlilerini “kusursuz” olarak niteleyen, önceden kaleme alınmış rapora, üniversite analiz yazmış gibi. Gazi Üniversitesi heyetindeki hocalar, deprem olduktan sonra, devlet adına Maraş’a gidip, kamu binalarını inceleyen ekiptir. Bu ekip, kamu görevlilerinin, kamu binalarının yapımındaki kusur oranlarını saptamaya çalışmışlar. İsias davasında da, o ekipte çalışan hocaların bir kısmı raporu hazırlarken, gerçekte olmayan ancak raporda kamu görevlilerini aklayacak nitelikteki sonuçları kaleme aldılar ve duruşmaya yön verecek bir karara imza attılar. Yani akıl tutulması dedikleri böyle birşey herhalde. Çünkü belediyenin verdiği bir yapı ruhsatı var, bu ruhsatın alınabilmesi için birtakım belgeler, hesaplar ibraz edilmesi gerekir. Bu belgeler şeklen tamamlanacak nitelikte belgeler değildir, gerçekten yapı ruhsatı için binanın sağlıklı ve can güvenliğini sağlayacak niteliği taşıyabilmesi için içi doldurulması gereken belgelerdir. Kontrol edilmesi, yapılan binanın fiilen denetlenmesi gerekirdi. İki taraflı bir işlem bu, yapı ruhsatını almak için başvuran kişiler ve yapı ruhsatını veren idare tarafı. Mahkeme orada hataya düştü. Rapor, kamu görevlilerini aklayan, önceden birilerince yazılması dikte edilen verilerle yazılmış içeriğe sahip. Mahkemenin, salt bu açıdan raporun güvenilirliğini sorgulaması gerekirdi.

“Ölüm var, 72 kişi”

Bahsettiğiniz, Efe Bozkurt ve Halil Bağcı’nın tahliye kararı Türkiye’deki seçim öncesinde gündeme geldi. Bu kararın, salt hukuki gerekçelerle verildiğini düşünmüyorum. Mahkemelerde tutuklu yargılananları, tutuksuza çevirip adli kontrole bağlamak mümkün ama bu insanlar sorumluluk hissedip de kendileri gidip teslim olan insanlar değildi. Hatta, işin bu raddeye geleceğini bilselerdi, ülkeyi terk edecek kadar da vatanını, insanını sevmeyen kişilerdir. Bu kişilerden Bozkurtlar olaydan günler sonra yakalandılar, baba ile büyük oğul, önceki deprem sanıklarına birşey olmadığı Türkiye gerçeğiyle yönlendirilerek Kocaeli’de teslim olunca, küçük patron Efe Bozkurt da bu işten kolayca sıyrılacakları rahatlığıyla Ankara’da teslim olmuş kişidir. İşin bu kadar zorlu olacağını bilselerdi, kaçma planlarını hızlandıracak ve Kocaeli’den daha başka yerlerde olacaklardı. Halil Bağcı, üç sayfalık bir raporla, apartmanın otele çevrilmesi ruhsatının verilmesini sağlayan kişidir. İsias’tan serbest kalmış olsa da, başka davalardan dolayı hala tutukludur. Efe Bozkurt yönetim kurulu üyesidir, anonim şirketlerde yönetim kurulu üyelerinin sorumluluğu vardır. Buna rağmen, mahkeme onun tutuksuz yargılanması gerektiğine karar verdi, bence hata yaptı. Sonuçta ölüm var, 72 kişi... Tartışmaya açık bir rapor olması da, bu kararın başka nedenlere dayalı olarak ortaya çıktığını bize gösteriyor. Rapor o kadar alelacele hazırlanmıştı ki, Halil Bağcı’nın sorumluluğu yazılmamıştı, unutulmuştu. Mahkeme, ek bir rapor istedi ve 24 saat geçmeden “Halil Bağcı kusursuzdur” diye ek geldi ve hemen tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı. Bu rapor, Türkiye için bir hukuk skandalıdır.

“Kamu görevlileri hakkında soruşturma izni geç geldi”

Soru: Ceza davasının ikinci duruşmasından sonra, istediğiniz yönde bir gelişme oldu ve kamu çalışanları hakkında soruşturma açılması yönünde bir izin çıktı...

İpekçioğlu: İlk iddianame hazırlandığında, savcılık kamu görevlileriyle ilgili dosyayı ayırmıştı. Onun ayrı yürüyeceği belliydi. Kamu görevlileri hakkında soruşturma izni geldi ama geç geldi. Altı kamu görevlisinin dördü için soruşturma izni çıktı, diğer ikisi hayatta değil zaten. Hayatta olmayanlar 1993’teki Yapı Ruhsatında Ruhsat büro şefi Mehmet Çalışır ve Ruhsat büro teknisyeni M. Nedim Özharıkçı. Hakkında soruşturma izni çıkan kamu görevlileri de İmar Müdürü mimar Yusuf Gül, 2001’deki Yapı Ruhsatında Ruhsat şefi Bilal Balcı, İmar Müdürü M. Salih Alkayış ve Başkan Yardımcısı Osman Bulut. Belediyeden çıkmış iki yapı ruhsatı var, biri 93 yılında apartmana, diğeri de 2001’de otele ilişkindir. Soruşturma izni çıkan dört kişiden ayrı, iki kişi daha var. Onlar da, belediyede o dönemde işçi olan, ruhsat teknisyeni daimi işçi Abdurrahman Karaaslan ve ruhsat büro elemanı daimi işçi Fazlı Karakuş. Türkiye’de soruşturma izni memurlar için alınır. İşçi konumunda olanlar için izne gerek yoktur, onlarla ilgili de soruşturma yapılması gerekir.

“İki dava birleştirilebilir”

Soru: Kamu görevlileri hakkındaki davayla, şu anda devam eden ceza davasının birleştirilmesi söz konusu olur mu?

İpekçioğlu: Türkiye’de muhakemelerin birleştirilebilmesi için bazı koşullar gerekir. Onlar da vardır, birleştirme için yasal olarak bir engel yoktur. Ancak iki davanın aynı evrede olmaları önemlidir. Yani biri soruşturma, diğeri kovuşturma, hüküm aşamasına gelmişse, birleştirip diğerini yavaşlatmanın, ötelemenin anlamı yoktur.

Kamu görevlileri için henüz soruşturma aşamasındayız. Ama devam etmekte olan davada yargılama başladı. Adıyaman Valiliği’nin verdiği soruşturma iznine dayalı kararda, soruşturma,  Karadeniz Teknik Üniversitesi’nden gelen raporu kabul edip, o deliller üzerinden yürüdü, bu da süreci kısaltacak gibi anlaşılıyor. Kısa sürede iddianame gelebilir. O zaman usul ekonomisi için yararlı olacaksa, iki dava birleştirilebilir.


“Ölüm sanıklar için kanıksanmış bir şey”

Soru: İlk iki duruşmada sanıkların ve avukatlarının tavırları çok rahatsız etti. Hukukçu olarak bu tavır hakkında ne düşünüyorsunuz?

İpekçioğlu: 72 kişi ölmesine rağmen, ölüm sanıklar için kanıksanmış bir şey, “Kaderleri böyleydi, öldüler” gibi... Sanıkların sırtlarını dayadıkları güçler var. Sürekli “nüfuzlu aile” oldukları söylendi. Eğer nüfuzları ahlaksızlık, hırsızlık ve kanlı eller üzerinden geliyorsa, nüfuzlarının insanlık için bir anlamı yok. Bizim için insan olmak önemlidir. İlk gün, özellikle oğulları, yüksek özgüven içerisinde bize konuştular, herhalde serbest bırakılacaklarını düşünüyorlardı. İkinci gün, avukatları tarafından uyarıldıklarını düşünüyoruz. Bizim avukatlarla mahkemede bire bir temasımız olmuştu. Avukatlar, bizim bildikleri insanlara benzemediğimizi anladılar. Bizi parayla satın alamayacaklarını, kaybımızı dinle kadere bağlayamayacaklarını anladılar. Eğitimli ve ne istediğini bilen insanlar olduğumuzu gördüler. Biz, çok zor olsa da mahkemede sakinliğimizi korumayı başardık. Acımızı dört duvar arasında, evimizde yaşıyoruz. Düştüğümüz zamanlar da çok oluyor çünkü çaresizlik bambaşka bir şey. Mahkemeyi etkilemek için, olayın duygusal tarafını kullanacağımızı düşündüler ama biz onu yapmadık. Avukatlar, alıştıklarından farklı bir profille karşı karşıya olduklarını gördüler ve bence sanıkları uyardılar. İkinci ve üçüncü gün, yine çok hadsiz, çok pişkin olmalarına rağmen, ilk günkü gibi değildiler.

“Avukatların davranışları, Kıbrıs’taki Anglosakson sistem içinde tutuklama nedenidir”

Diğer taraftan avukatlara gelirsek, savunma hakkı tabi ki kutsaldır. Savunma, muhakemenin en önemli ayaklarından biridir, savunmanın zayıf olmaması lazım. Ama zayıf olmama, karşı tarafın duygularıyla alay etmeyi, hukuki sorunun dışında saçma sapan, tamamen farklı mecralara çekilecek konuları ortaya koyup, olayı manipüle etmeyi gerektirmez. Savunma demek, bu değildir. Oradaki avukatların hepsi tecrübeli, işinde iyi avukatlar ama Türkiye’de, o avukatlar Kıbrıs’ta iş yapamaz. O avukatların davranışları, beğenmedikleri, Kıbrıs’taki Anglosakson sistem içinde tutuklama nedenidir. Bir avukat, ağzından köpükler çıka çıka, mahkeme başkanına bağıramaz. Mahkeme başkanı, adaleti temsil eder. Ama Türkiye’de işler böyle değil. Bağırarak, mahkeme başkanının tecrübesiz olduğunu söyleyerek, mahkeme heyetini etki altına almaya çalıştılar. Bunun savunma hakkıyla hiç alakası yoktur. Savunma, hukuki mecra üzerinden gider. Ortadaki iddiaya karşı, karşı iddiayı yasal zemine dayandırarak savunma yapılır.

“İsias davası, bir insanlık davasıdır”

Türkiye’de gördüğümüz savunmada, bunun dışında her şey vardı. Kıta Avrupası sisteminin bir modeli olarak, Türkiye’deki yargılamalar için çok üzgünüm. Yaptıkları savunma gerçekten davanın esasıyla ilgili değildi. Ama bilinmesini istediğimiz bir nokta var ki, İsias davası, iki ülkenin tarihi geçmişine, siyasi geçmişine ilişkin değildir, bir insanlık davasıdır. Binlerce masumun, saniyeler içerisinde hayatlarını kaybetmelerinin cezasının somutlaşacağı emsal bir davadır.

“Davanın sahipsiz kalmadığını göstereceğiz”

Soru: Üçüncü duruşma 12 Haziran’da olacak. 9 Eylül Üniversitesi’nin bilirkişi raporu bu davaya yetişecek mi?

İpekçioğlu: İkinci duruşmada, iki temel hedefimiz vardı; tutukluların tutukluluk halinin devam etmesi ve Gazi Üniversitesi raporunun çelişkilerle dolu olduğunu ortaya koyup, başka bir bilirkişi raporu istenmesini sağlamak. İkisini de sağlayacak bir karar elde ettik. Rapor, 9 Eylül Üniversitesi’nden istendi, heyet 9 Eylül Üniversitesi ve İstanbul Teknik Üniversitesi’nden karma bir heyettir. Bu rapor bizim için çok önemlidir. Çünkü artık davaya şekil verecek bir rapor olacak. Umarım bilim temelli bir rapor olur.

İkinci duruşmada, biz de hem DAÜ’deki öğretim üyelerinin, hem Mustafa Erdik heyetinin, hem de Hacettepe Üniversitesi öğretim üyelerinin verdiği raporları ortaya koyduk. Bu raporlar, tamamen bilimsel verilerle oluşturulan raporlar. Orada, uzmanlarımızı da dinlettik. Şimdi gelecek olan, mahkemenin bilirkişi raporudur. Yasaya göre, üç ay içinde raporun gelmesi beklenir. İki duruşma arasında bir buçuk aylık bir zaman vardı, bu sürede raporun gelmesi beklenmez. Üçüncü duruşmaya da büyük bir katılım sağlayacağız, davanın sahipsiz kalmadığını göstereceğiz.

“Adalet mücadelemiz, sadece Türkiye sınırlarında kalmayacak”

Salı gün (yarın) uçuş var, en son olmak istediğimiz yere gideceğiz ama çocuklarımız, sevdiklerimiz için gitmek zorundayız. Onların hakkını mutlaka arayacağız. Adalet mücadelemiz, sadece Türkiye sınırlarında kalmayacak, gerekirse AİHM’e kadar gideceğimiz uzun bir yol olarak görüyoruz.

Röportaj Haberleri