Derya Ulubatlı
derya.ulubatli1@gmail.com
derya.ulubatli1@gmail.com Emin Çizenel, adını hep duyduğum, işlerini gördüğüm ama geçtiğimiz aylarda 3 ay çalışma fırsatı bulduğum CVAR (Centre of Visual Arts) müzesinin üçüncü katında bulunan Triptik’i görene kadar hiç bu derece yakından bakma fırsatı bulamadığım bir sanatçıydı. 1949 yılında Malya’da doğan sanatçı eğitimini bugün Mimar Sinan Güzel Sanatlar Üniversitesi olan İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi’nde tamamlamıştır. Türkiye ve Viyana’da çeşitli sanatçı ‘residence’ programlarına katılmış ve Fulbright üyesi olarak New York’ta bulunmuştur. 1970’lerden bu yana bağımsız bir sanatçı olarak çalışan Çizenel, işlerini çok çeşitli grup sergilerinde ve solo sergilerde izleyici karşısına çıkarmıştır. Çizenel’in işleri Kıbrıs, İngiltere, Türkiye, İsveç, Avusturya, Yunanistan, Fransa, Lüksemburg, Almanya ve Amerika Birleşik Devletleri de dahil olmak üzere birçok uluslararası ve yerli sergi/bienal’de yer almıştır. Çizenel Kıbrıslı gibi hissedebilen ve bu kimliği global bir bakış açısıyla şekillendirmeyi başaran bir sanatçıdır.
Müze (CVAR) koleksiyonunda da bulunan Triptik’ten başlamak istiyorum. Öncelikle dikkatimi çeken nokta bu işin tarihi, 2003. 29 yıl sonra adanın iki tarafı arasındaki sınırın bir bölümünün açılmasının da tarihi olan Nisan 2003’ü getiriyor akla. Bu birçoğumuzda yeni umutların yeşermesine neden olan bir dönemdi. Yine aynı dönemlerde Çizenel gibi birçok farklı sanatçının da iki toplumun insanlarını bir araya getirecek projeler geliştirmesi bu umudun bir sonucudur. Bu triptikte Çizenel, barış için yakılmış bir mum olarak nitelendirdiği ‘Seçilmiş Ağaç’ ile bu umudu yüceltmeye çalışıyor.
Sanatçı işinde, tarihi Bellapais Manastırı bahçesinde bulunan 4 Selvi ağacından birini seçerek oldukça yaratıcı bir iş ortaya koyar. Yaratıcı, çünkü bunu yaparak bizi farklı bir şekilde düşünmeye ve bu mekâna belki de daha önce hiç bakılmamış bir şekilde bakmaya yönlendirir. Bu 4 ağaçtan birine ve tarihi manastıra yeni bir anlam yükler. Sanatçı hiçbir zaman gerçekleştirmediği bir taslak olarak kalan bu projenin üzerine birtakım notlar da alır: “Gotik bir manastır. Avluda dört selvi ağacı. Beşparmak dağları üzerinde seçilmiş bir konum. Ben de bir seçim yapıyorum. Bu 4 ağaçtan biri.. Onu fiziğine ve tarihsel bellekteki anlamına yeni bir anlam yükleyerek dönüştürüyorum. Şimdi o yeni bir malzemeyle giydirilmiş ve farklı bir sembole dönüştürülmüştür. Bir mum alevine...”
Yine sanatçının notlarını gözlemlediğimizde seçilmiş ağacını saten bir kumaşla giydirmek istediğini ve ona alttan yansıtılacak kırmızı bir ışık ve titreşimlerle ağaçta bir mum alevi hissi yaratmak istediğini okuyoruz. Böylece ağaç geceleri de açık bir şekilde görülebilecekti ve Kıbrıs sorununun çözümü açısından önemli görülen bir dönem olan Annan Planı sürecinde barış için yakılmış bir dilek mumunu sembolize edecekti.
Sanatçı bu projeyi gerçekleştiremedi, sadece bir taslak olarak kaldı. Bu bir yandan, belki de zaten proje olarak sergilendiğinde bile yeterince ilgi uyandırmış olan bu işin gerçeğini yapmak yerine, fikri vermenin yeterli olacağını düşünmüştür yorumunu yaptırıyor bana. Öte yandan da, belki zekice bir ironi ile yıllardır taslak olarak kalmış, bir türlü gerçekleşememiş bir çözüme göndermedir diye düşünüyorum. Bir gün sanatçının ‘bu proje ne zaman gerçek olacak?’ sorusuna verdiği ‘Kıbrıs sorunu çözüldüğü zaman’ cevabından da aslında ikinci seçeneğe yakın olduğunu doğruluyorum.
İlerleyen dönemlerde Çizenel, Seçilmiş Ağaç işinin devamı olarak iki farklı iş daha gerçekleştirdi. Bunlardan bir tanesi 2006 yılından Phoenix Again’di. Burada Phoenix bir metafordu. Yeniden inşa etmenin, canlı tutmanın, Phoenix gibi küllerimizden yeniden doğmamız gerektiği düşüncesinin bir metaforu.
Bu serinin son işi ise duman/is kullanılarak yapılmış ağaçlardan oluşan bir iştir. Bu ağaçlar 1997 yılında çıkan büyük yangına gönderme yapar. Yani bir önceki işte olduğu gibi burada da bir yeniden doğuş görebiliriz. Bir ormanı yakan yangından çıkan dumanla yeni ağaçlar, yeni ormanlar yaratabilmek. Yeniden bir araya gelebilmek, getirebilmek. Sanatçıya göre tüm bu işler aslında birer provokasyondu. Bunun sonucu olarak da bu 3 projeyi 2012 yılında İstanbul Kare Galeri’de ‘Provokasyon’ sergisinde bir araya getirdi.
Emin Çizenel’in ilgimi çeken bir diğer işi de ‘Yasemin’. Bu iş 2006 yılında yapılmış bir suluboyadır ve buna benzer farklı işlerin de bulunduğu bir serinin parçasıdır. Yasemin, söylerken bile kokusunu duyduğum, Kıbrıslılar için özel, iki tarafın da ortak noktası bir çiçek. Ona bu adada, neredeyse her evin bahçesinde rastlayabiliriz. Çizenel yasemin yapraklarını Kıbrıs adası şeklinde yerleştirerek bizlere sınır çizgilerinin olmadığı bir harita sunar. Burada, adayı herhangi bir bölünmeden arınmış olarak görebiliriz. Burada her iki taraf için de ortak olabilen bir unsurla birleşebiliriz. Politik sınırların ayırdığı bir adanın ötesinde, iki tarafı hala birbirine bağlayan ortak coğrafi ve kültürel özellikler olduğunu hatırlatmak açısından bu işi önemsiyorum.
Sanatçının 2015 yılında CVAR’da açılan sergisi ise Kıbrıs adasına daha önce hiç bakmadığımız bir açıdan bakmamızı sağlıyor bana göre. Çizenel Peace Prize Antique projesini fantastik bir masal olarak nitelendiriyor. 2010 yılında İsveç’te düzenlenen bir sergi için hazırladığı bu projede, Kıbrıs’ta bulunan Birleşmiş Milletler Barış Gücü İsveç askerlerinden esinlenmiştir. Adada görevde bulunan İsveçli askerlerle, yıllar önce Kıbrıs’ta bulunan ve daha sonra İsveç’te bir müzeye götürülen antik dönem terracotta askerler heykellerini yan yana kullanıyor. Yani oldukça zekice bir dönüştürmeyle Kıbrıs’tan İsveç’e, İsveç’ten de Kıbrıs’a taşınan bu askerleri bir araya getiriyor. Masala göre bu iki ordu bir görev için bir araya getirilmişlerdi. Çünkü bu zavallı ada, tarih boyunca kendisini istila eden ordulardan sıkılmış ve jeopolitik konumunu değiştirmeye karar vermişti. Çünkü tüm bu istilaların sebebi, bu stratejik konumdu. Bu yolla askerlerden kurtulmayı umut ediyordu, tüm askerlerden. Belki bu şekilde, yıllardır içinde yaşadığımız tüm problemler çözüm bulabilirdi. Sanatçının düşüncesine göre ada bir gemiye dönüşüyor ve hiç kimsenin onu aramayacağı, sormayacağı, ona ulaşamayacağı bir yere doğru yola çıkıyor. ‘Hiçbir yer’ sayılabilecek bir alanda yeni alışkanlıklarla, yeni bir hayata başlamaya hazırlanıyor.
Bu projenin hikâyesi beni oldukça etkiliyor. Dünya üzerinde birçok insan farklı sebeplerle bir yerden başka bir yere göç etmek durumunda kalıyor. Bazen savaş, bazen ekonomik sebepler.. Belki de hiç istemedikleri halde bırakmayı düşünmedikleri yerleri bırakmak durumunda kalıyorlar. Kıbrıs’ı çok seven ama bir şekilde kendini yeniden gitmenin planlarını yaparken bulan biri olarak projenin hikâyesini öğrenince, aklımdan ilk geçen şu oluyor: Keşke gerçekten bir gemi olsaydı, keşke benimle gelebilseydi.
Sanatçının en yakın tarihli sergisi Kasım 2016’da açılan Insula’dır. Serginin başlığı oldukça ilginçti. Birçok farklı anlama gelebilen Insula başlığı, serginin konseptini anlamamıza da yardımcı olur. Her şeyden önce Insula Latince ada anlamına gelir, aynı Kıbrıs gibi bir ada. Bu sergide Çizenel’in çeşitli dönemlerinden farklı işlerini görmek mümkün. 4 farklı bölümden oluşan sergide bu bölümlerin her biri sanatçı tarafından ‘çekmeceler’ olarak adlandırılıyor. Bu da beni antik Roma’nın çok katlı evlerini düşünmeye götürüyor. Çünkü Insula aynı zamanda antik Roma’nın çok katlı evlerine verilen isimdi. Biz de bu sergide sanatçının ruhundaki farklı dönemleri, farklı katmanları bir arada görme fırsatı buluyoruz. Tıpkı farklı katların oluşturduğu bir ev gibi. Kelimenin üçüncü anlamı ise daha bilimsel ve belki de en önemlisi. Beyindeki küçük adacıklar olarak insulaların insanın duygularıyla bedeni arasındaki bağlantıyı kurduğu ve o ilişkideki dengeyi düzenlediğine inanılır. Insulaların işlevleri arasında algılama, motor kontroller, benlik bilinci vb. unsurları düzenlemek de vardır.
Çizenel’in çoğu işi bu ada ile bağlantılıdır. Bu noktada son sergisine başlık olarak da seçtiği bu kelimeyi nereden bakarsam bakayım sanatçının kendisinden bağımsız düşünemiyorum. Insula bu küçücük adadır. Insula O’nun tüm deneyimleridir. Insula O’nu düzenleyen şeydir. Insula, O’nun sanatı ile kimliği arasındaki dengeyi kurmasını sağlayan en önemli unsurdur.