Bu adada yüzyılları birlikte yaşadığımız, kâh aynı kültürle yoğrulduğumuz, kâh “böl, parçala yönet” politikalarıyla ayrıştığımız adalıdaşlarız biz bu adada...
Bazen öylesine yakın; bazen de öylesine uzak...
40 yıldır ayrı yaşadığımız Kıbrıslı Ellenlerle elbette ki son yarım yüzyılda aramızdaki mesafe artıkça arttı… Ama ben onları tanıdıkça anlıyorum ki, aslında bazı derin farklılıklar hep vardı.
O farklılıklarımızı kültürümüz ve geleneklerimizdeki zenginliğimiz kabul etmek elbette ki uygarlıkların ve insanlığın temelidir.
Ancak çoğu zaman işte o farklılıklar değil midir ki bizi bölen parçalayan insanlık dışı savaşlara, kinlere nefretlere boğan?...
Irklar insanları böldü parçaladı ve sınıflandırdı. Dinler, mezhepler bu ayrışmayı daha da derinleştirdi.
En çağdaş ve en medeni toplumlar bile bu ayrışmadan nasibini aldı.
Bin yıllar hep ırkların ve dinlerin bitmeyen, tükenmeyen savaşlarıyla sürdü durdu.
İnsanlık bitti, ırk ve din savaşları hiç bitmedi.
İnsanoğlu dünyayı bir türlü paylaşamadı.
Hep daha çok mal ve para için hemcinslerini öldürdü.
Bu adada çözüme ve barışa yürekten inanan biri olarak bugünlerde süren görüşme süreci her şeye rağmen bu en karanlık günlerde bu adadaki umuttur diye düşünüyorum.
UMUTLARIMIZI SARARTAMAYAN OLAY…
Ancak birbirimizi daha çok tanımaya çalışmalı ve empati yapmalıyız diye düşünüyorum. Çok güzel kişisel ilişkilerimiz var. Çok güzel yiyip içiyoruz, eğleniyoruz. Doktor olarak adalıdaşlarımıza bakıyoruz… Elbette ki onlar da bizim hastalarımıza bakıyorlar. Ama nedense en çok işbirliği yapması gereken meslek grubu olarak biz adalı hekim örgütleri bir araya gelip de kurumsal ya da ekip olarak mesleki, hasta yararına ya da toplum yararına bir organizasyon yapamıyoruz. Yeni Rum Tabipleri Birliği Başkanı bizimle yemek yemek istediklerini söylemek için aradığında ben ona “biz artık yemek içmek değil, bu adanın hekimleri ve halkı için ortak bir şeyler yapmak istiyoruz” demiştim.
Biz yine de her zamanki yemeğimizi yedik ve o yemekte bol bol planlar yapıp hayaller kurduk. Doğruya doğru, çok da eğlendik. Ancak yemek sonrasında hep olduğu gibi yemek yediğimiz insanların imzasıyla Avrupa ve Dünyadaki temsiliyetlerimizin iptal edilmesi gerektiğini söyleyen mektupların ve propagandaların yapıldığına yeniden belki milyonuncu kez tanık olduğumuzda, yeniden bir kez daha yeşeren umutlarımız sarardı.
Yine de bu politikanın onların resmi politikası olduğunu düşünüp barış için işbirliğine sonuna kadar devem diyoruz. Karşılaştığımız samimiyetsizlik yüreğimizi burksa da...
Öyle ise ben diyorum ki güven artırıcı önlemlerin en başında sivil toplum örgütleri ve meslek örgütlerinin işbirliğinin özendirilmesi gelmelidir. Sivil toplum örgütleri ve meslek örgütleri politika yapmadıkları sürece, yurt dışında birbirlerine destek olmalı ve işbirliği içinde çalışmalıdırlar. İşte böyle bir politika geliştirilirse yurt dışında yaşanan tecrübeler ve kurulan ilişkilerin devletlerin güç gösterisine değil, toplumların gelişimine ne kadar çok faydalı olacağı anlaşılacaktır. Elbette ki ada içinde de ciddi ve samimi işbirliklerine ivedi olarak ihtiyacımız vardır.
BENi HEM GÜLÜMSETEN HEM DE DÜŞÜNDÜREN OLAY…
Dedim ya, hem çok aynı hem de çok farklıyız. Geçtiğimiz hafta yaşadığım bir olay bana benzerliklerimizi ve farklılıklarımızı öylesine güzel anlattı ki; sizlerle paylaşmadan edemezdim. Ancak bu paylaşımı asla herhangi bir toplumun geleneklerine ya da inançlarına hakaret olarak algılamayın. Aksine beni gülümseten bu olay bana göre bu adadaki zenginliklerimizden sadece biriydi.
Rum Kardiyoloji Derneği’nin bina açılışındayız. Ortam çok samimi. Sandalyeler dizilmiş, toplumun önde gelenleri heyecanla bekleniyor. Beklenenler arasında Rum Cumhurbaşkanı Anastasiadis de var. Bütün misafirler geldikten sonra protokol ön sıralara yerleştiriliyor. Hikâye aynı bizdeki gibi... Bir binanın açılışını Cumhurbaşkanı yapıyor.
Biz erken ayrılacağımız için arka sıralara oturmayı tercih ediyoruz. Genç bir kadın konuşarak törenin açılışını yapıyor. Sayın Anastasiadis, Rum Tabipler Birliği Başkanı, Kardiyoloji Derneği başkanı ve bazı bakanlar ve elbette birçok hekim orada.
Açılışı yapan kadın ilk önce kürsüye papazı çağırıyor. Ben daha “nasıl yani?” diyemeden papaz ilahiler okumaya başlıyor. Hepimiz ayaktayız. Yanımda Kıbrıs Rum Kesimindeki bir Tıp Fakültesi’nin dekanı... O da uzun yıllar Amerika’da yaşadığı için benim kadar olmasa da şaşkın. Papaz en az 15 dakika ilahiler okuyor ve en sonunda da bütün protokolü, Sayın Anastasiadis dahil, kafasında fislikan çevirerek kutsuyor.
AH O MUZIR BEYNİM!..
Elbette ki bu durum onların gelenek ve görenekleri, inançları... Tüm kalbimle saygı duyuyorum. Ama benim beynim durmuyor. İlahi okunurken düşünüyorum. Kıbrıs Türk Tabipleri Birliği’nde bir açılış var. Açılışın başında Diyanet İşleri başkanı ya da hoca çağrılıyor. Hoca Mevlit okumaya başlıyor. Biz ellerimiz havada ve ayakta olduğumuz halde Mevliti dinliyoruz. Protokolün başında Sayın Akıncı, Parti Başkanları, Sağlık Bakanı ve Hekim Örgütleri başkanları da var. Hoca ilahiyi bitiriyor ve sonunda da kafamıza gül suyu döküyor...
İşte beni gülümseten, aslında Rumların ilahili bilim evi açılışı değil; benim durmadan çalışan ve bana farklılıklarımızı en uç boyutta hatırlatan o muzır beynimdi.
SEVGİ, SAYGI, İLGİ VE İLETİŞİM BİZ ADALILARIN BARIŞ YOLUNDAKİ EN ÖNEMLİ İHTİYAÇLARIMIZ...