Chomsky, seçimler konusunda aslında çok basit bir şey söylemişti yıllar önce bizim Üniversite’de (Kıbrıs Üniversitesi) verdiği bir konferansta. Günümüzde reklamcıların bir diş macununu pazarlar gibi istedikleri adayı bize seçtirebileceklerinden söz etmişti. Bush gibi zekâsından şüphe edilen birinin ABD başkanlığına iki kez seçilişini anımsatarak…
Adayın zeki olması gerekmiyor; reklamcı zeki olsun yeter. Reklamcının çok farklı disiplinlerde bir yetkinliği olmak zorundadır ki başarılı olabilsin. Sosyoloji, psikoloji bilgisinin tam olması önemli öncelikle… Dil becerisinin bulunması, edebiyatçı olması bir başka avantaj.
Algılarımızla ilgili bir problemden ötürü bir elbisenin rengi üzerinde bile anlaşamadığımız bir dünyada yaşıyoruz. Her birimiz faniler olarak sayısız zaaflar, hassasiyetlerle doluyuz. Reklamcı bunları analiz edip bizi avucunun içine almak istiyor. Onun işi bu…
Reklamcının bir hedefi var: Adayını seçtirmek. Bunun için düşünüyor gece gündüz. Nereden kaç oy gelebileceğinin, bunlara ulaşmak için neler yapılabileceğinin hesabını yapıyor.
Biz bir adayın kampanyasındaki cinsiyetçi ifadelere isyan ediyoruz ya reklamcı bıyık altından gülüyor o zaman… Seçmenlerin çoğunluğunun cinsiyetçi olduğu bir ülkede tam da halkın kafasındaki cümleyi bulduğunu düşünüyor. Onun bir saptaması var bir kere: seçmen misojen. O zaman ben de bununla uğraşırım diyor. Feminist bir kampanya yürütmek gibi bir niyeti de yok zaten. Yüzdelere bakıyor. Seçmeni değiştirmek ona doğru yolu göstermek gibi bir projesi yok. Onun derdi şu birkaç ay içinde yüzer gezer durumdaki oyları nasıl alabileceği.
Çok başarısız reklamcılar da var tabii… Örneğin bir kadın belediye başkan adayını kucağında bir bebekle devasa posterlere yerleştiren ve anne şefkati ve özeninden söz eden bir reklamcı vardı. Görür görmez “Bu ne ya? “ demiştim. Tam da kadının kamusal alan başarısını kuşkuya düşürecek bir imge sırıtmaktaydı karşımızda.
Seçim dediğimiz böyle bir oyun günümüzde… Mide bulandıran bir oyun.
Bu oyunun değişebileceğine, kitlelerin sahteliklere prim vermemeye başladığına dair bazı ipuçları var belki… Yunanistan ve İspanya örnekleri biraz umut veriyor. Türkiye’de HDP’nin de sahici bir kampanya ile başarılı olacağını görme umudumuz yüksek.
Dünyayı değiştirmek isteyenler dünyayı kendi çıkarları için mahvedenlerden daha zeki olmak zorunda. Aslına bakarsanız insanların ihtiyacı kandırılmak filan değil. İnsanlar daha iyi bir dünyada yaşamak istiyorlar. Bunun bilincinde olmasalar, gözleri bağlanmış, yalan bilgilerle donatılmış olsalar bile gerçek ihtiyaçları farklı… İnsanların savaşa değil barışa, ayrımcılığa değil bir arada armoni içinde var olmaya, militarizme değil ekonomik refaha ihtiyacı vardır.
Doğruyu anlattığınız zaman insanları buna ikna etme şansınız yüksektir. Sadece süreye ihtiyacınız vardır. Daha uzak bir zaferi hedeflemeniz de bir seçenektir.
Sahte, sahiciyi kısa vadede, sahici ise sahteyi uzun vadede kovar diyebiliriz.
Kimi zaman onurlu yenilgiler kirli zaferlerden önemlidir. Hayatın her döneminde bazı seçenekler çıkar insanın karşısına. Onaylamadığın ama çıkarına çalışacak bir oyuna katılmak ya da bunu reddedip sürünme seçeneği hep oradadır. Bu sürünme halinin uzun vadede bir ödülü olma olasılığı da yüksektir.
Zamanla sorunlu bir ilişkimiz var hepimizin. Hemen olsun istiyoruz her şey. Yarının neler getireceğini bilemiyoruz çünkü.
Benim seçimim nasıl bir bedeli olursa olsun sahtelikleri prim vermemek, doğru bildiğim konusunda burnumun dikine gitmek olmuştur her zaman.
Böylesi bir tutumun sonucu daha sönük bir hayat ama temiz bir vicdan demektir.
Reklamcı bana “sahte daha temiz yıkar” deyip cezbedici imgeler sunmaktadır. Onun reklam panosunu boyayıp kendi grafitimi yapmaktır bu durumda seçimim.