Cumhurbaşkanlığı seçimi yaklaşıyor, tarih yaklaştıkça da, adayların seçim kampanyaları hızla yoğunluk kazanıyor.
Sokaktaki insanlar için henüz ciddi anlamda bir seçim heyecanından söz etmek, takip edebildiğim kadarıyla çok da mümkün değil.
Ama, sandık gününe daha hatırı sayılır uzunlukta bir süre var, dolayısıyla halkın ilgisi de kuşkusuz giderek yoğunlaşacaktır.
Bu ilgi, seçmenin ne kadarını sandığa götürecek, bunu günü geldiğinde hep beraber öğreneceğiz.
Kıbrıslı Türk seçmen, seçimlere katılım grafiği yüksek sayılabilecek bir yapıya sahiptir genel anlamda.
Özellikle de son dönemlerde Avrupalı seçmenin sandığa gitmeme eğiliminin çok yükseklere tırmandığı, dikkate alındığında.
Örneğin bir önceki Cumhurbaşkanlığı seçiminde, yani 2010’da katılım oranı %76 olmuş seçime.
2005’te % 69, 2000’de % 81.
Son dönemde siyaset kuruma yönelik güven erozyonu halk arasında ciddi anlamda dillendiriliyor olsa da, son iki seçim olan 2013 genel seçimleri ile 2014 belediye seçimlerinde de seçmen % 69 ve % 65 oranlarında sandığa gitmeyi ihmal etmemiş.
Önümüzdeki seçimde de elbette seçmenin ne kadarının sandığa gideceği önemli, ancak daha da önemlisi, sandığa giden seçmenin ne yönde oy kullanacağı.
1920’li yıllardan bu yana siyasal bilimlerin bir alt disiplini olarak müthiş bir gelişme gösteren siyasal iletişim ve tabii siyasal iletişim teknikleri, günümüzde ağırlıkla çok büyük bütçeli reklam kampanyaları olarak seçimlere dahil olmakta.
Bu alanda çalışan profesyonel yapılar, bu kampanyaların seçmen eğilimlerini önemli oranda etkilediği yönünde bir imaj oluşturadursun, bu konuda yapılan bilimsel çalışmalar, tam da aynını söylemiyorlar.
Reklam kampanyalarının seçmen üzerindeki etkisinin birebir ölçülebilmesi mümkün olmasa da, bahse konu çalışmaların üzerinde birleştiği sonuç, etkinin hiç de öyle zannedildiği gibi belirleyici olmadığı, reklam kampanyalarının seçmen davranışlarını etkilediği yönünde çok az kanıtlara ulaşıldığı yönünde.
Seçmenin oy doğrultusunu belirleyen ana unsurlar, yine bu çalışmalara göre, esasen ideolojik.
Yani partilerin veya adayların ideolojik kimlikleri, seçmen açısından birincil derecede önemli.
Ekonomi de, seçmenin tavrında, önemli bir belirleyen olarak not ediliyor.
***
Günümüzde artık siyasal iletişim teknikleri, siyasi partilerle seçmen arasındaki köprünün kurulabilmesi adına, kullanılması kaçınılmaz bir araç.
Bunu reddetmek mümkün değil.
Ancak sanırım, yukarıda bahsettiğimiz akademik çalışmalar ışığında benimsenmesi gereken doğru yaklaşım, kısa dönemli, yani seçim dönemleriyle sınırlı, reklam odaklı siyasal iletişim yöntemlerinden çok, daha uzun vadeye yayılan iletişim tekniklerinin önemsenmesi olacaktır.
Bunun başarısı da kuşkusuz siyasi partilerin, sadece seçim dönemlerinde değil, siyasal yaşamın her aşamasında, seçmenle gerek ideolojik gerekse sosyal anlamda sağlıklı bir ilişki kurabilme kapasitesiyle doğru orantılıdır.