AĞIRIMA GİDİYOR

Sami Özuslu

“Sami abi selamlar, nasılsın? Ülkenin durumunu yurt dışında yaşayan bir gencin gözünden aktarmak isterim sana. Uzun zamandır sabahları (önceleri okula, son zamanlarda işe gitmeden önce) senin programını facebook üzerinden düzenli şekilde takip ederdim. Memlekette eline kalem alanın kendini gazeteci zannettiği bu dönemde ilkeli ve duruş sahibi dürüst bir gazeteci ve vatansever olduğuna inandığım için ilgiyle izlerdim programını. Çoğu zaman da temas ettiğin noktaların çok doğru olduğunu düşünürdüm. Ancak son dönemde maalesef değil haberleri izlemek, internete girip okumak bile gelmiyor içimden. Ülkede o kadar çok sorun var ki artik sabahları uyanıp da güne karamsar haberlerle başlamak içimden gelmiyor. Ben üniversite ve yüksek lisans eğitimimi yurt dışında tamamladım, hatırı sayılır bir süredir yurt dışındayım ama üniversiteye başladığım ilk gün kendime bir söz vermiştim; ‘okul bitsin ertesi gün Kıbrıs’a dönüp memleket için küçük da olsa bir şeyler yapacağım’ diye. Üniversite bitti, ülkenin durumu gün geçtikçe kötüye gitti, ben Kıbrıs’a dönmedim. Yüksek lisans yaptım ve dedim ki ‘belki önümüzdeki yıllarda biraz da deneyim kazanıp dönerim’. Ancak son bir yıllık süreçte kendime karşı dürüst olmam gerektiğini ve benim için artik Kıbrıs’ta gerçek anlamda bir gelecek olmadığını kabullenmem gerektiğini fark ettim. Küçük yaşlardan beri tarih ve siyasete ilgim vardı, eğitimimi de bu dallarda aldım. Ancak görüyorum ki özellikle bu alanlarda liyakatle bir yerlere gelmek maalesef mümkün değil. Şu anda kendi alanımın dışında bir iş yapıyorum. ‘Mutlu musun’ diye sorarsan, bir yanım ‘evet’ dese bile diğer yanım yıllardır kendime verdiğim sözü tutamayacak olmanın verdiği hayal kırıklığını yaşıyor. Aileler bile artik çocuklarının yurt dışından adaya dönmesini çok fazla istemiyor. Bu örnek bile aslında toplum olarak dibe vurduğumuzun acı bir kanıtıdır.”

*  *  *

Atina’daki bir seminerden dönüşte mesaj kutusundan çıkan Barış Aksay imzalı bu satırlar içimi acıttı.
Ağırıma gitti. Çünkü gencecik insanlarımız ülkemize dair umutlarını birer birer yitiriyorlar.
Bir zamanlar ‘umudu kesme yurdundan’ şarkıları söylerken ve her daim ‘umut en son ölür’ derken, ‘umut veremez’ hale gelmek ağırıma gidiyor.
Bu toprak, bu dağ, bu deniz…
Benim memleketim.
Doğduğum, büyüdüğüm, çok cefasını çekip çok sefasını sürdüğüm ülkem…
Elimden kayıp gittiğini hissetmek ağırıma gidiyor.
Yarına dair ‘umut ışığı’ bırakmadılar gençlere…
Barış haklı, hiç birimiz gönül rahatlığıyla ‘dön’ diyemiyoruz çocuklarımıza.
Belirsizlik, artan nüfus, çoğalan suçlar, düşen yaşam standardı, emeğin değersizleşmesi, sosyal ve toplumlararası diyalogsuzluk, kendi kendini idare edememe halleri ağırıma gidiyor.
En çok da gencecik insanların karamsarlığı, umutsuzluğu, yılgınlığı…

*  *  *

Tam da bu yüzden ama, dönüp kızıyorum kendime: Hakkımız yok umutsuz olmaya!..
Kimileri ister ‘gevşek’ işlerle uğraşsın, ister toplum mühendisliğiyle ‘yobaz güruh’ yaratmaya çalışsın, isterse ‘etrafını beslemek’ten başka bir şey düşünmesin.
Tümü de kaybedecek.
Kaybetmeliler.
Gençlerimiz, çocuklarımız için…
Bu yüzden işte, yelkenler fora…
Ne demişti şair?
‘Daha var yarına,
Daha var maviye
Daha var barışa…’